Bugün Ali Özek hocamı
-daveti üzerine- ziyaret ettim. Talebelik yıllarımızdaki sessizliğime rağmen
hatırladığını ve benim yüksek puanlar alır olduğumu söyledi. Soyadımla hitap
etti. Baş başa iki saatten fazla
konuştuk. Kayda da aldım.
İki defa "İslam aklî
değil, makûldür" dedi.
“Araştırmalarına göre” varmış olduğu birçok
konuyu değerlendirdi.
Fukahanın pek çok dünyevî
şeyi dinî alana çektiklerini ve bunun yanlış olduğunu söyledi: Mesela sigara,
uyuşturucu gibi şeyler zararlıdır, ama haram değildir, dedi.
Yanlışlarımızı vurguladı.
Özellikle de birtakım usul kaidelerinin bu sonuçta etkili olabileceğini, o
yüzden bu konuda bir çalışma yapılması gereğinden söz etti. Beni davetindeki benden
beklentisi galiba buydu.
Allah’a ve peygamberine
itaat vurgusundan, bizim o dönemi esas
almamız gerektiği sonucunu çıkardı. Araştırma ve konular üzerinde kafa yormamız
gerektiğini ısrarlı biçimde söyledi. Başarının istikrâî mantıkta olduğunu,
Aristo mantığını terk etmek gerektiğini yineledi.
Selef vurgusu, zamanla
ortaya çıkmış olan mezhep ve tasavvuf gibi kurumlara olan bakışı bir tarafa
hoca ile anlaşamadığımız konu sanki yok gibiydi.
Zaten ben hep
dinlemedeydim. Arada şekeri düştüğü için yemek yerken ben de asıl sorunun
sebebinin değişim olduğunu, öküzün boynuzunda duran bir dünyadan “finansın
güdümünde motorun gücünde yepyeni bir dünya”ya evrildiğimizi ve bu yeni
dünyanın fıkhını mevcut kitaplarımızda bulamayacağımızı, kitabın tam ortasından konuşanların insanları
yaşadıkları çağdan geri çağlara çekmeye çalıştıklarını, bunun ise esasen imkânsız
olduğunu, Kur’an ve sünnet vurgusu yaparken bunların bir zaman ve zemin içinde nâzil
ve vârid olduğunu da göz ardı etmemek gerektiğini, aksi takdirde ideal olanın
olması gereken değil, “olan” olacağını vb. söyleyiverdim.
Hoca, ilginçtir “el-Hayru
fî mâ vaka‘a” “Olanda hayır vardır!” fehvasınca olumsuz sayılabilecek bir takım
gelişmeleri iyimserlikle yorumladı.
Atatürk’ün Diyanet İşleri
Reisliğine getirdiği Rifat Börekçi’nin protokoldeki yerinin Başbakan İnönü’den
önce ikinci sırada olduğunu ve maaşının da onunkinden fazla olduğunu söyledi. Doğrusu
bunu bilmiyordum. Şeyhulislam’ın yeri ve önemine değindi. Günümüzde de Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın dinî otorite olarak güçlendirilmesi gerektiğini ifade
etti.
Seksen altı yaşında olan
hocamızı çok iyi gördüm, hafızası müthişti. Allah hayırlı uzun ömürler versin.
Ufuk insanlara çok
ihtiyacımız var.
Bizim çoğu âlimlerimiz
derinliklerinden hayata kuyunun dibinden seslenir gibidirler.
Oysa derinlik ve ufuk
dengelenmelidir.
Garibce olarak deriz ki:
Derinlik bilgi ile ufuk
görgü ile!
İnsan ne kadar çok tahsil
eder ve okursa o kadar derinlik kazanır. Ne kadar çok gezer; enfüs ve afakta
binlerle ayetin kodlarını çözer, hayat tecrübesi kazanır, değişik bakış açısına
sahip insanlarla hem hal olur ve böylece dünyanın dört bucağına açık sayısız
pencerelere sahip olur ise o kadar çok ufku açık olur.
Fazla derinlik iyidir,
ufku kaybetme riski vardır.
Ufku geniş olmak da
iyidir, lakin sığ kalma riski vardır.
Derinlik ve ufku bir
araya getirmek, işte zor olanı budur.
Onu başarmış olanlar da
ne azdır!
Dua ile!
04.09.2018
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder