Günümüz en önemli fıkıh problemlerinden biri de güncel bir
dil tutturulamamasıdır. Söz gelimi Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanındayız,
Hicaz’da yaşamaktayız. Tartıda Mekke’nin, hacim ölçüsünde (kile) Medine’nin
birimlerini esas alan açıklamalar yapıyoruz. Mekkeliler genelde ticaretle,
Medineliler ise bahçe tarımı (hurma ve kısmen arpa) ile geçinmektedirler.
Hayvancılık da yaygın bir şekilde mevcuttur.
İşte böyle bir ortamda mesela fıtır sadakasını
açıklayacağız. Özellikle bayram günlerinde fakir fukara açlık çekmesin, bu
kutlu günde hiç kimse dilenme zilletine duçar olmasın diye baş sadakası olmak
üzere bir şeyler vermemiz emrediliyor. Sonuca bakıyoruz: Bir sâ’ hurma ya da
arpa…
Sâ’ bir hacim ölçüsü birimi. Hayatın içinde, herkesin
kullandığı bir ölçek.
Hurma en temel neredeyse yegane gıda maddesi. İkinci
derecede de arpa geliyor.
İmdi muhatap kitlerinin yüzlerine bakıyoruz, anlamayan kimse
yok.
Peki, ifası mümkün mü? Mümkün.
Bir zorluğa neden olabilecek bir durum var mı? Yok.
Bağlamdan sarfı nazarla aynı yükümlülüğü aynı dil ile bugünün
insanına yöneltiyoruz: Bir sâ’ hurma ya da arpa? Anlaşılıyor mu? Hayır. Çünkü sâ’
an itibariyle hayatımızda karşılığı olmayan bir ölçek. Kaldı ki hurma ve arpa
artık hacim ölçüsü (ölçek) ile mübadele edilir olmaktan da çıkmış, yerine tartı
(kg) geçmiş durumdadır. Bundan kerli kimse hasat ettiği tahılı vaktiyle şinik
dediğimiz ve bir sâ’ın dört katı olan bir ölçekle ölçmüyor. Kantara çekiyor ve
kilogram üzerinden miktarı belirleme yoluna gidiyor. Dünya ölçeğinde yaygın
olan kullanım biçimi artık böyle.
Peki, diyelim ki sâ’ın bir ölçü birimi olduğunu anlattık ve
karşımızdaki onun ne olduğunu öğrendi, bu talebin uygulanması kolay mı?
Cevap: Hayır, aksine zor. Nereden bulacağız nüfus başına bir
ölçek hurma ya da arpayı. İstanbul için en az 10 milyon ölçek tahıl düşünelim.
Peki, arpa hurma yerine bugünkü pazar değerlerini (kıymet)
versek olmaz mı? Buna başta olmaz diyenlerin sayısı bir hayli fazladır. Ama
özellikle ehl-i reyin (Hanefilerin) öncülüğünde artık bu genel kabul görmüşe
benziyor.
Buna göre bir ölçek arpa ya da hurmanın bedelini para olarak
versek demek ki bu iş olacak ve biz mesuliyetten kurtulacağız.
İyi de bu kez başka bir problem karşımıza çıkıyor: Neden
hurma ya da arpa ve neden bir sâ’? Bunun cevabının o günkü iktisadî şartlar ve
beslenme alışkanlıkları ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Suriye’nin
fethi ile birlikte fıtır sadakası olarak -kaliteli olduğu için- yarım sâ’ buğdayın
da verilmeye başladığını biliyoruz.
Şimdi gelelim günümüze ve bizim beslenme imkân ve
alışkınlıklarımıza.
Artık çoğumuz sabah öğlen ve akşam olmak üzere üç öğün yemek
yiyoruz. Ara öğünler bile var.
Öğünlerimiz tahıl ve onun türevlerinden ibaret değil.
Oldukça çeşitlendi ve zenginleşti. Hal böyle iken neden 7. Asrın Medine’sinin
şartları doğrultusunda belirlenmiş olan hurma ve arpada ve de bir sâ’ olmasında
ısrar ediyoruz. Kendi imkân ve alışkanlıklarımız belirleyici olmalı değil mi?
İşte bu soruya evet cevabını verdiğimiz zaman karşımıza yepyeni
güncel bir dil çıkıyor: Açlık sınırı, yoksulluk sınırı, asgarî ücret… vb.
Gıda tüketimi çeşitleniyor; imkânlar ve alışkanlıklar
dikkate alınarak bir insanın asgarî düzeyde gıda ihtiyacının karşılanması için
dört grup gıda belirleniyor: Bunda Dünya Sağlık Örgütünün cinsiyete ve yaşlara
göre belirlediği günlük kalori ihtiyacı belirleyici oluyor.
Bu dört grup şöyle:
Süt- Peynir- Yoğurt
Tavuk- Et- Balık
Meyve- Sebze ve Bakliyat
Un- Ekmek- Makarna ve pirinç
Bu grupların hepsinden bir miktar olmak üzere günlük ihtiyaç
duyulan kalori miktarını karşılayacak gıdalar belirlendikten sonra bunların
güncel fiyatları ile değerlendirme sonucu bulunan rakam otuz ile çarpılıyor ve
aylık açlık sınırı tespit ediliyor. Bu miktarın tespitinde esas alınan aile
çekirdek aile oluyor ve bir erkek, bir kadın, biri 0-6 yaşlarında diğeri de 6-17
yaşları arasında iki çocuktan oluştuğu var sayılıyor.
Elde edilen rakam açlık sınırını oluşturuyor. Burada esas
alınan insanın canlı bir organizma olarak ihtiyaç duyduğu gıda/kalori
miktarıdır. Bunun içinde başkaca ihtiyaç kalemleri yoktur.
Asgari ücret belirlenirken büyük ölçüde açlık sınırının
üzerinde olması arzulanıyor.
Diğer yandan insan salt canlı bir organizma değildir o aynı
zamanda sosyal bir varlıktır. Bu özelliği ile onun bir takım insani ihtiyaçları
da vardır ve bu ihtiyaçlarının karşılanmaması halinde onun sıkıntı içinde
olacağı, bir takım zorluklarla baş başa kalacağı, ruh ve beden sağlığını
koruyamayacağı, sosyal bir hayatı olamayacağı aşikârdır. Dolayısıyla insanın bu
kabilden ihtiyaçlarının da karşılanması gerekir. İhtiyaçların bu düzeyde
karşılanmasına da “Yoksulluk Sınırı” adı verilmektedir.
İmdi açlık sınırı ve ihtiyaçları öyle gözüküyor ki bizim zaruriyyât
dediğimiz kısımdandır. Bunlar temin
edilmeden insan varlığını sürdüremez.
Yoksulluk sınırı düzeyinde bir hayat sürmek hâciyyâta
tekabül etmektedir. Böylesi bir hayatın yaşanabilmesi için gerekli imkânların
hazırlanamaması halinde sıkıntı ve zorluklarla karşılanacağı ve hayatın normal
seyrinde gitmeyeceği açıktır.
Bunun üzerinde (mütraf
değil) müreffeh bir hayat sürmenin karşılığı da tahsiniyyât olur.
Nisaplara gelince, zekât almayı hakkı kılan sınır açlık
sınırı altında bir gelirle hayata tutunmaya çalışan insanların maruz kaldıkları
sınırdır. Zekât almayı haram kılan düzey de açlık sınırı üzerinde bir gelire
sahip olmaktır. Yoksulluk sınırı içinde olanlar sosyal fonlardan
yararlanamayacakları gibi zekât ve benzeri yükümlülükler ile de yükümlü
olmazlar, bunlar almazlar da vermezler de. Kendi yağı ile kavrulurlar.
Yoksulluk sınırı üzerinde bir gelire ve maddi imkâna sahip
olanlar her türlü maddî mükellefiyetlerle yükümlü kimselerdir (zengin); bunlar zekâtlarını
verirler, kurban keserler… Zekâtta verilecek miktar esasen açlık sınırı altında
yaşayanların ihtiyaçları ile yoksulluk sınırı üstünde bir gelire sahip
olanların imkânlarının kesiştiği miktardır. İktisadi yapı bakımından sağlıklı
bir toplumda en alt gelir grupları ile en üst gelir grupları arasında bir
dengelilik olur ve orta sınıf olabildiğince geniş olur (piramit gibi değil, küp
gibi, ortası şişkin, alt ve üst kısımları birbirini dengeleyecek şekilde basık)
.
Aşağıdaki tablo üzerinde düşünüldüğü zaman bu anlatılanların
hikmetlice olduğu görülür.
Nisab miktarları ve günümüz TL
karşılıkları:
Not: Şah Veliyyullah ed-Dihlevî,
nisap olarak belirlenen kalemlerin o dönemde üç aşağı beş yukarı birbirlerine
denk ve her birinin üç kişilik bir ailenin yıllık ihtiyacını karşılamaya medar
olduğunu söyler.[1] Aşağıdaki
rakamlar bu gözle de okunmalı ve hem dil hem de içerik bakımından güncellemenin
zaruri olduğu üzerinde düşünülmelidir.
27.01.2021 tarihi itibariyle:
200 dirhem = 561 gr gümüş x 5.90 TL
= 3.309 TL (Zenginlik nisabı olan bu
para ile kırk koyun değil ancak iyi bir kurbanlık satın alınabilir.)
20 miskal= 80,18 gr X 437 TL= 35.475
TL (Altın gümüşe nispetle değerini bir nebze korumuş olsa da hayvan nisapları karşısında
o da anlamını yitirmiş gözükmektedir).
40 koyun veya keçi X beheri ortalama
1,500 TL olsa = 60,000 TL
30 sığır X 7,500= 225,000 TL
5 deve X beheri 20,000 olsa 100,000
TL
Tahıl: 5 vesk = Yaklaşık 1000 kg /
1 ton X buğday ortalama kg 2.3 TL= 2,300 TL
Fitre 1 sâ hurma= 3328 gr X ortalama 88 TL. =292.86 TL
Fitre 1 sa arpa= 3328 gr X 1.7 TL=
5.657 TL
Fitre (Diyanet 2020): 27 TL.
Asgari ücret 1 Ocak 2021'den itibaren brüt 3 bin 577 lira, net 2
bin 825 lira.
Açlık sınırı (Türk-İş’e göre, 2020
Aralık) 2,590 TL
Yoksulluk sınırı: (Türk-İş’e göre, 2020 Aralık) 8,436 TL
Bu yazının somut sonucu şu olsun:
Aylık gelirleri/ maaşları yoksulluk
sınırı üzerinde olanlar (toprak mahsulleri hasadında olduğu gibi) mutlaka her
ay maaşlarını aldıklarında / kira vb. gelirlerini tahsil ettiklerinde senenin
dolmasını beklemeden zekâtlarını versinler.
Ne kadar diyenler vardır?
Şimdilik rubu’l-uşr (kırkta bir) ile başlayın verdikçe verdikçe bu oranı öşre
(onda bir) kadar çıkarabilirsiniz.
Dua ile!
27.01.2021
GARİBCE
[1] Dihlevî,
Şah Veliyyullah, Hüccetullâhi’l-bâliğa, trc. Mehmet Erdoğan, İstanbul
1994, II, 131-135.
Mevlam garip gurebanın yardımcısı olsun. Ahir zamandayız.
YanıtlaSil