Vaktiyle Ziya Gökalp’e
ait bir makale okumuştum ve benim için ufuk açıcı olmuştu. Makale gerçeklik
hükümleri ile değer hükümleri hakkındaydı.
Dünya yuvarlaktır, yahut
dünya dönüyor denildiği zaman gerçeklik hükmünden bahsedilir; dünya müminin
zindanı, kâfirin cenneti yahut dünya insanoğlunun sürgün yeri, yahut dünya
ahiretin ekeneği… dendiği zaman da değer hükmünden söz edilir.
Bayrak, üzerinde hilal ve
yıldız olan al renkli bir kumaş parçasıdır denildiği zaman gerçeklik hükmü,
bayrak özgürlüktür, milletin namusudur, egemenliktir… denildiği zaman da değer
hükmünden bahsedilmiş olur.
Bu ayrım aynısıyla din
dilinde de vardır.
Hac menâsikinin icra
edildiği bütün şeâir, aslında mekan olarak diğerlerinden farklı olmadığı halde
yüklenen değer itibariyle kutsiyet kazanır.
Taştan topraktan yapılmış
olan Kâbe, Allah’ın evi olduğu zaman bir anda kutsallık kazanır ve Müslümanların
kıblesi olmayı bihakkın hak eder.
Harem bölgelerinin ilanı
böyledir; oraya giren güvendedir, dokunulmazlık kazanır.
Namazın, bu anlamda yatıp kalkmanın ötesinde yüce anlamları
vardır; müminin miracıdır.
Buna mukabil olumsuzlama
bakımından da aynı şekilde bu dile ihtiyaç duyulur, gıybet uzak durulması
istenen bir kötü huy ise tiksinilmesi gereken “ölü kardeşin etini yeme” olarak
nitelendirilir. Bununla birlikte gerçeklikte öyle bir durum yoktur. O yüzden de
gıybet’in gerçeklik anlamında orucu bozacağını kimse söylemez.
İçki, kumar… gibi kötü
alışkanlıklar hakkında “rics” yani
pislik denilir. Şirk, pisliktir o yüzden müşrikler “neces”tirler yani mahza
pisliktirler.
Yenilmesi haram kılınan
domuz, putlar adına kesilmiş olan kurbanlar gibi şeyler keza rics’dir, necistir, fısık’tır.
Yani bunların her biri uzak durulması gereken pisliklerdir.
İmdi Şâri Teâlâ bu
sayılan nesnelere “pislik” dedi ya, acaba bunu gerçeklik hükmü olarak mı
söyledi yoksa ona aslında olmayan bir değer yükleyerek mi bu şekilde buyurdu.
İşte bu tefriki yapmayan
ya da yapamayan kimseler hiç de makul olmayan, şeriatın genel ilkeleriyle
örtüşmeyen sonuçlara varabilmektedirler.
Bin Baz’a soruyorlar:
Kolonya kullanmanın hükmü nedir? diye.
Cevabı şöyle: “İçinde
alkol bulunan kolonyanın kullanımı caiz
değildir. Çünkü ilgili uzman kişilerin
beyanı ile sabittir ki kolonya, sarhoşluk verici ispirto ihtiva ettiği için
gerek erkek ve gerekse kadınlar açısından kullanımı haramdır.
Abdeste gelince, kolonya
kullanmakla abdest bozulmaz. Ama bu halde namaz kılma konusu söz konusu
edilince bu namazın sıhhati konusunda düşünmek lazım: Çünkü ulemanın kahir ekseriyeti (cumhur) sarhoşluk veren nesnelerin (aynen idrar,
dışkı gibi) necis olduğunu kabul
ederler. Bir kimse üzerinde (bedeninde, elbisesinde ve namaz kıldığı yerde)
necaset var iken namaz kılarsa namazı
sahih olmaz. Bazı ilim adamları ise
sarhoşluk veren nesnelerin necis olmadığı kanaatindedirler. Bunlara göre
üzerinde kolonya olması namaza mani değildir. İhtiyatlı olan elbiseye ve bedene değen yerleri yıkamaktır.
Ama sarhoş edici özellikte olmayan bir kolonya olursa o takdirde bir şey
gerekmez, çünkü hüküm illeti ile birlikte vardır ya da yoktur… (Mecmû’u
Fetâvâ Bin Bâz, VI, 396).
Bu fetvayı görmeden Bin
Baz bu konuda ne der deselerdi, bizim tahminen vereceğimiz cevap da böyle
olurdu.
Bin Baz gerçekten çok
derin bir âlim. Ama derinlik haddinden fazla olduğu için de ufuk kaybolmakta ve
hidayetin birinci ayağı olan akıl ve mantığa vurulduğu zaman asla kabul
edilemeyecek şeyler din adına söylenebilmektedir. Çünkü din, varsa yoksa şerî
delile dayalı olmalıdır, şerî delil de sonuçta nakle dayalıdır. Bu delilleri
değerlendirirken olsun aklın devrede olması bile zait görüldüğünde işte böylesi
sonuçlar kaçınılmaz olmaktadır.
Ulemanın kahir
ekseriyetini böyle bir hükme götüren saik nedir: Naslardır. Çünkü Yüce Allah
içki, kumar vb. hakkında rics yani pislik demiştir. Öyle ise içki aynen idrar
gibi pisliktir. İçiminin haram olmasını anladık, ama bunlar mademki pisliktir
öyle ise içine karıştığı az miktardaki sıvıyı da aynen içine idrar dökülmüş
gibi pis hale getirir demektedirler.
“İnnemâ’l-müşrikûne neces
= müşrikler pisliktirler” ifadesinden hareketle
Müslümanın dirisi de temizdir ölüsü de, ancak müşriklerin/ kâfirlerin
dirisi de pistir, ölüsü de diyebilmektedirler.
Domuza necisi’l-ayn
demelerinin mantığı da aynıdır.
Bu bakış açısında,
gerçeklik hükmü ile değer hükmü arasını tefrik etme çabası gözükmemektedir.
Necisü’l-ayn demek özü
itibariyle necasetin kendisi demektir ve onu temizlemenin imkanı yoktur: Bir
tezek parçası alıp da dere kenarına oturup onu yıkamak suretiyle temizlemeye
çalıştığımızı farz edelim, temizlenmesi şöyle dursun yıkadıkça .oku çıkar.
Gerçeklikte necaset-i ayn denilen şey işte böyle bir şeydir. Yaş deri temiz
olmasa bile tabaklanınca temizlenebiliyorsa demek ki deri özü itibariyle necis
değildir. Keza köpeğin yaladığı bir kabı yıkamak suretiyle temizlemek mümkün
ise demek ki burada söz konusu olan özü itibariyle necislik değil belki
müteneccis olma durumu yani pisliğe bulaşma halidir, eğer o pisliği izale etmek
mümkün ise demek ki pislik özde değildir.
“Eftara el-hâcımu ve’l-mahcûm!”
= “Hacamat eden de
edilen de orucu bozdular!” şeklindeki hadis, gerçeklik hükmünde alındığı zaman
hacamat etmenin ve olmanın orucu bozacağı sonucunu çıkarmak gerekecektir. Yok
gıybet etmelerine sebep söylendiği bilinir ve “an itibariyle hacamat eden ve
olanın yaptıkları gıybet yüzünden oruçları gitti, sevap namına bir şeyleri
kalmadı!” anlamında almamız halinde ise gıybete bir değer yüklemeden bahsetmiş
oluruz.
Müşriklerin necis olması
onlara yüklenen değer itibariyledir, inançlarının ne kadar çirkin olduğunu
ifade için böyle bir yola başvurulmuş olması söz konusudur. Öyle olduğu için
gerçeklik hükmü itibariyle bir kâfirin bedeni ile bir Müslümanın bedeni
arasında herhangi bir fark yoktur, her ikisi de Allah’ın bizzat kudret eliyle
yaratılmışlardır. Ona sebep kan nakli, organ nakli gibi konularda “Efendim,
kâfir necis olduğuna göre kanı da necistir, o yüzden kâfirden Müslümana kan nakli
caiz değildir” gibi bir bakış asla doğru olmaz. Nitekim klasik kitaplarımızda
da kâfirin artığının (ağzını batırdığı sıvının) temiz olduğu ifade edilir. Onun
yüklenen değer itibariyle inançları bakımından pislik olması gerçeklik hükmü olarak
ağzının da pis olmasını gerektirmez.
Örneğimize dönersek,
içkinin pislik olarak nitelenmesi ona yüklenen değer itibariyledir, nefret
uyandırmak suretiyle insanların uzaklaşmasını temine yönelik bir amaç taşımaktadır.
Hal böyle olunca içkinin bırakın içkiyi bir kimyasal madde olarak saf
ispirtonun, alkolün necisliği neden söz konusu olsun. Özünün temiz ya da necis
olması bakımından metil alkolü etil alkolden ayıran özellik nedir ki birini
temiz öbürünü necis kılsın?!
Buna göre mesela domuz
derisi de olsa tabaklanınca temiz olur. Ancak bu deriden mamul giyeceklerin
giyilmesi yüklenen değer itibariyle insanlarda hala tiksinti doğurabilir ve
buna sebep insanlar onu giymeyebilirler. Bu yıkanan ve ter temiz hale gelen
lazımlıkta kimsenin çorba içmemesi gibi bir şeydir, yoksa nefret lazımlığın
temiz olmadığı ile ilgili değildir.
İşte böyle.
Derinlik iyi ama, onun
şartı da ufku kaybetmemektir.
Klasik ilimlerde
derinleşmenin böyle bir riski vardır. Derinlik ve ufkun birlikte dengelenmesi
gereği vardır. Ufuk için de farklı pencerelerden bakabilmek gerekir. Bu anlamda
bize sosyal bilimlerin açabileceği yeni pencereler söz konusu olabilir. O
yüzden de çağımızda İslam İlimlerini tahsil edenlerin işi biraz daha zordur.
Çok şey bilmeleri ve görmeleri gerekmektedir.
Dua ile!
14.04.2015
GARİBCE
Kur’an’da ritüeli karşılayacak kavramın “nüsuk/menâsik” olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla “İslâm’ın ritüelleri” aslında “İslâm’ın nüsukları” demek oluyor.
YanıtlaSilBilginin berraklaştırdığı bir aklın ürünü olarak ortaya çıkmış olan bu makalenize çağdaş toplumun çok ihtiyacı var...
YanıtlaSilAllah razı olsun hocam. Çok ufuk açıcı bir makale. Maalesef dinin özünü anlamadan yapılan yorumlar,verilen fetvalar ve katı tutumlar birçok insanı dinden soğutuyor. Keşke sizlerin bu güzel dini yorumlarının daha yüksek sesle çıksa daha çok insana ulaşsa ne iyi olur.
YanıtlaSil