Sevgili peygamberimizin mümin ve müslim tanımları hep diğerleri ile
ilişkiler üzerindendir. Özeti ele, dile ve bele sahip olmak. Kimseye zara
vermemek. Güzel huylu, geçim ehli olmak, herkesle iyi geçinmek.
Ne kadar kolay ve bir o kadar da zor.
Yakınlarımız arasında iki ailede öğrendiğim kırgınlık/ küskünlük var.
Demin birine sordum. “Sebep nedir?” dedim. “Cevizin kabuğu meselesi!”
dedi. Yani cevizin kabuğunu doldurmayacak türden şeyler demeyi kastetti.
Ben de “Cevizin kabuğu çok sayıda pire alır. Pire de insanları rahatsız
eder!” deyiverdim. Aklıma öyle geldi hani.
Sonra düşündüm de büyük kavgaların, uzun küskünlüklerin sebepleri hep
çoğu kez önemsiz şeyler olagelmiştir. Ya birinin bostanına tavuk girmiş,
salatalığını gagalamıştır. Ya keçi ya da merkep komşunun kavağını kemirmiştir.
Ya biri diğerinin itine oşt demiştir, ya öbürünün tavuğuna kışt demiştir.
Adam arabasını bodrumda oturan birinin evinin penceresinin önüne park
etmiştir. (Bilmeden). Ya dükkanının önüne eğlemiştir. Ya yolda sırasını beklemeden
hemen dalmak istemiştir… Falan.
İmdi bunlar hep pire ısırığı gibi şeylerdir ama rahatsızlık vermektedir. Önemsiz diye
geçiştirildiği ya da görmezden gelindiği, hele hele de durum öğrenildiği halde umursamazlık
gösterildiği takdirde karşı tarafın pireye sebep yorgan yakması gibi akla ziyan
tepkiler göstermesi hiç de uzak bir ihtimal değildir.
En büyük yangınları da başlatan nihayetinde küçük bir çıngıdır. Eğer
anında müdahale edilip söndürülmezse her tarafın yangın yerine dönmesi an
meselesidir.
Bu bilinçle hareket edilmediği zaman rahatsızlık duyan taraf hilim sahibi,
aklı başında, teenni ile hareket eden biri değilse, verilen zararlara zararla
mukabele yoluna gitmekte ve salatalığı gagalayan tavuğa ikinci defasında
zehirli yem koyarak mukabelede bulunmakta, kemiren hayvanın kulağını, kuyruğunu
kesmekte, yersiz park edilen arabayı çizmekte, sileceğini sökmekte ya da başka
türlü zarar vermektedir. Bu kez bu haksız ve yersiz eyleme daha büyük gene
haksız bir karşılık verilmekte ve derken iş kısa zamanda çığırından çıkmakta,
hiç akla hayale gelmedik sonuçlar doğurabilmektedir.
O yüzden en başta pire ısırığı gibi de olsa kimseye zarar vermemek,
verilen zarara ise asla gene bir zararla karşılık vermemek Müslümanca bir
davranış olmaktadır.
Hz. Peygamber’in “Lâ darara velâ dırâr!” buyruğu ilkemiz olmalıdır. Hiç
kimseye durup dururken zarar verme hakkımız yoktur. Şayet bir zarara uğramışsak
bunun yolu sulh yoluyla, yanaşmaması halinde adalet mekanizmalarını devreye
sokarak zararı tazmin ettirmek ama asla zarara, karşı bir zararla mukabele
etmeye kalkışmamaktır.
Ceviz kabuğunu doldurmayan şey deyip geçmemek lazım.
Pire ısırığı kadar da olsa kimseye rahatsızlık vermeye hakkımız yoktur.
Şayet bizi pire ısırmışsa buna sebep yorgan yakmaya kalkma hamakatını
göstermeye de hiç gerek yoktur.
Allah insanları aynı zamanda unutabilen varlıklar olarak yaratmıştır.
Bazı şeyleri unutmak da lazım. Unutmayacağımız şeyler bize yapılan iyilikler
olmalı, bize yapılan kötülükler ve bizim başkalarına yaptığımız iyilikler ise unutacağımız
şeylerin başında gelmeli.
Müslümanlık eğer beş vakit namaz, bir ay oruç, malın kırkta birini vermek…
ise buna biraz zorlansak da gücümüz yetiyor. Ama Müslümanlık başkaları ile olan
ilişkiler üzerinden tanımlanan özü, sözü
ve işi doğru olmak ise, başkalarının elimizden, dilimizden ve belimizden zarar
görmemesi ise bir hayli zor gözüküyor.
Boşa dememişler Müslümanlık zor zanaat diye.
İstikamet üzere olma duasıyla.
23.04.2015
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder