Bir kitap ki yaş
kuru her şeyi içeriyor. Bir kitap ki kendisine baş vuran herkesi onaylıyor. Bir
kitap ki herkese istediği delili veriyor. Keza o kitabın açılımı olan sünnet de
öyle. O zaman burada bir yanlışlık yok mu?
İslam tarihinde
ortaya çıkmış mezheplerin haddi hesabı yok. Hala da her gün bir yenisi ortaya
çıkıyor. Bunlardan hiçbirinin “Ben tuttuğum yolu destekleyen bir delil
bulmaktan aciz kaldım!” dediği duyulmamıştır. Herkes delilini illa ki
bulmuştur. “Aklıma çok güzel bir fikir geldi, ama henüz Kur’an’dan delilini
bulamadım!” diyen de umudunu kesmiş bir vaziyette bunu söylemiyor, erinde geçinde
amacına ulaşacağından emin bulunuyor.
Hal böyle olunca
nasıl bir ortak zemin bulacak ve delillerimizin gerçekliği nasıl ortaya
konulacaktır. Her birimizin delilim dediği şeye öbürümüz nasıl ikna olacaktır?
Bunun için Şâtıbî
merhumun önerdiği yol şudur: Önce cüzi nasların tümünün istikrası yoluyla
tümeller/ külliler/ usul elde edilmeli. İkinci aşamada ise bu külliler ışığında
ancak cüzîler değerlendirilmeli ve füru işte bu şekilde inşa edilmeli.
Eğer bu
yapılabilirse İslam adına bir ortak paydamız/ müşterek zeminiz oluşur. Bu ortak
payda/ müşterek zemin üzerine küllilerin belirlediği doğrultuda cüzileri
devreye sokar ve İslam binamızı inşa ederiz. Başka bir ifade ile külliler, bize
cüzileri nasıl, nerede ve ne şekilde kullanacağımızın imkanını verir. Onlara
aykırı düşen cüziler de bir şekilde ayıklanmış olur. Herkes, “delilimi buldum!”
diye mezhep ve meşrebine uygun cüzilerin arkasına düşmez, ya da onları istediği
şekilde manipüle edemez. Bütün insanlığın hidayeti için inmiş olan Kelamullah
ve insanlık ufkunda üsve-i hasene olan Sünnet, her isteyene her istediğini
vermez; bir şey söyler, Hak söyler.
Aşağıda külliler
ışığında değerlendirilmemesi halinde hemen hemen hiçbir nassın kati bir bilgi
edinmemize imkân vermeyeceğini ifade eden iki metin vardır. Bu konuyu usulde
bir şah eser olan el-Muvafakat sahibi Şâtıbî birinci cildin üçüncü
mukaddimesinde gayet rasin bir dil ve üslupla ortaya koyar. Ne var ki bu hususa
hemen hemen aynı ifadelerle değinen er-Râzî gibi bir öncüsünün olduğu da
anlaşılıyor. Keşke Şâtıbî, öncüsü Râzî’nin adını da anmış olsaydı da ilimde
bereket daha da bir ziyade olaydı. Her iki merhuma da rahmet diliyoruz.
Dua ile!
29.03.2016
GARİBCE
المحصول للرازي (3/ 212)
أن دلالة الأدلة اللفظية تتوقف على كون النحو واللغة
والتصريف منقولا بالتواتر على عدم الاشتراك والمجاز والتخصيص والنسخ والإضمار والنقل
والتقديم والتأخير وعدم المعارض العقلي والنقلي وكل هذه المقدمات ظني وما يتوقف على
الظني أولى أن يكون ظنيا فثبت أن الدلائل اللفظية لا تفيد إلا الاعتقاد الراجح …
الموافقات (1/ 27)
المقدمة الثالثة : الْأَدِلَّةُ الْعَقْلِيَّةُ إِذَا اسْتُعْمِلَتْ
فِي هَذَا الْعِلْمِ؛ فَإِنَّمَا تُسْتَعْمَلُ مُرَكَّبَةً عَلَى الْأَدِلَّةِ السَّمْعِيَّةِ، أَوْ مُعِينة
فِي طَرِيقِهَا، أَوْ مُحَقِّقَةً لِمَنَاطِهَا، أَوْ مَا أَشْبَهَ ذَلِكَ، لَا مُسْتَقِلَّةً
بِالدَّلَالَةِ؛ لِأَنَّ النَّظَرَ فِيهَا نَظَرٌ فِي أَمْرٍ شَرْعِيٍّ، وَالْعَقْلُ
لَيْسَ بِشَارِعٍ, وَهَذَا مبيَّن فِي عِلْمِ الْكَلَامِ، فَإِذَا كَانَ كَذَلِكَ؛
فَالْمُعْتَمَدُ بِالْقَصْدِ الْأَوَّلِ الْأَدِلَّةُ الشَّرْعِيَّةُ، وَوُجُودُ
الْقَطْعِ فِيهَا -عَلَى الِاسْتِعْمَالِ الْمَشْهُورِ- معدوم،
أو في غاية الندور "أَعْنِي: فِي آحَادِ الْأَدِلَّةِ"؛ فَإِنَّهَا إِنْ كَانَتْ مِنْ
أَخْبَارِ الْآحَادِ؛ فَعَدَمُ إِفَادَتِهَا الْقَطْعَ ظَاهِرٌ، وَإِنْ كَانَتْ مُتَوَاتِرَةً؛
فَإِفَادَتُهَا الْقَطْعَ مَوْقُوفَةٌ عَلَى مُقَدِّمَاتٍ جميعُها أَوْ غَالِبُهَا
ظَنِّيٌّ، وَالْمَوْقُوفُ عَلَى الظَّنِّيِّ لَا بُدَّ أَنْ يَكُونَ ظَنِّيًّا؛ فَإِنَّهَا
تَتَوَقَّفُ عَلَى نَقْلِ اللُّغَاتِ وَآرَاءِ النَّحْوِ، وَعَدَمِ الِاشْتِرَاكِ،
وَعَدَمِ الْمَجَازِ، وَالنَّقْلِ الشَّرْعِيِّ أَوِ الْعَادِيِّ، وَالْإِضْمَارِ،
وَالتَّخْصِيصِ لِلْعُمُومِ، وَالتَّقْيِيدِ لِلْمُطْلَقِ، وَعَدَمِ النَّاسِخِ، وَالتَّقْدِيمِ
وَالتَّأْخِيرِ والمُعارض الْعَقْلِيِّ1، وَإِفَادَةُ الْقَطْعِ مَعَ اعْتِبَارِ هَذِهِ
الْأُمُورِ مُتَعَذِّرٌ وَقَدِ اعْتَصَمَ مَنْ قَالَ بِوُجُودِهَا
بِأَنَّهَا ظَنِّيَّةٌ فِي أَنْفُسِهَا، لَكِنْ إِذَا اقْتَرَنَتْ بِهَا قَرَائِنُ
مُشَاهَدَةٌ أَوْ مَنْقُولَةٌ؛ فَقَدْ تُفِيدُ الْيَقِينُ، وَهَذَا كُلُّهُ نادرٌ أَوْ
مُتَعَذِّرٌ.
وَإِنَّمَا الْأَدِلَّةُ الْمُعْتَبَرَةُ هُنَا
الْمُسْتَقْرَأَةُ مِنْ جُمْلَةِ أَدِلَّةٍ ظَنِّيَّةٍ تَضَافَرَتْ عَلَى مَعْنًى
وَاحِدٍ حَتَّى أَفَادَتْ فِيهِ الْقَطْعَ؛ فَإِنَّ لِلِاجْتِمَاعِ مِنَ الْقُوَّةِ
مَا لَيْسَ لِلِافْتِرَاقِ، وَلِأَجْلِهِ أَفَادَ التَّوَاتُرُ الْقَطْعَ، وَهَذَا
نَوْعٌ مِنْهُ، فَإِذَا حَصَلَ مِنِ اسْتِقْرَاءِ أَدِلَّةِ الْمَسْأَلَةِ مجموعٌ يُفِيدُ
الْعِلْمَ؛ فَهُوَ الدَّلِيلُ الْمَطْلُوبُ، وَهُوَ شَبِيهٌ بِالتَّوَاتُرِ الْمَعْنَوِيِّ،
بَلْ هو كالعلم…
Hocam bu kitaba inandığını söyleyenler hud suresi 1 ve 2. Ayetlere itimat etse işi Allah a bıraksa buna kafa yormazdık. Böyle bir problem de olmazdı.
YanıtlaSil