Bir çok vesile ile tekvin ve teşriin birbirine nispetinin makineye
kullanım kılavuzu, ilaca prospektüs yazmak gibi olduğunu, teşriin kevne ayna
tutmak kabilinden bulunduğunu ifade etmişizdir.
Bu demektir ki teşri, hiçbir şekilde tekvine mugayir/ aykırı/ zıt olamaz.
Şayet mugayir gibi bir görüntü varsa, o zaman teşriin tevil edilmesi gerekir.
Yaygın örnek olarak içkiye pislik
denilmesini örnek veriyoruz. Söz gelimi şarap üzüm şırasından yapılıyor. Üzüm şırası temiz, içine
katılan maya da temiz ise o takdirde o nesnenin teşri nazarında da necis/
pislik olmaması gerekir. Oysa biz bu nitelemenin kullanıldığını biliyoruz. Öyle
ise maksat maddi anlamda necislik değil, manevi anlamda pislik, uzak durulması
gerekli murdarlık olmalıdır. Yani buradaki necasetlik yüklenen değer hükmü anlamındadır,
gerçeklik hükmü kabilinden değildir.
Kumar ve benzeri her türlü şeytan işi de böyledir. Putlar adına kesilen
kurbanların necis olması keza böyledir. Gıybet etmenin, ölü kardeş eti yenmesi
hükmünde olduğunun ifade edilmesi böyledir.
Kazf (iftira) bahsinde bir kimse diğerine “Eşek, öküz…!” diye hitap etse,
bununla kazifte bulunulmuş yani nitelikli iffete iftira suçu işlenmiş olmaz,
sadece hakaret edilmiş olur denilir. Çünkü
bu söz, hakikate aykırıdır ve bu apaçıktır. Ama zina isnadı öyle değildir. Onun
ispat edilmemesi halinde ağır bir cezayı
gerektirici suç olduğu belirtilir. Çünkü bu isnadı açıkça yalanlayan bir
gerçeklik yoktur. Keza kendisinden yaşça büyük birine “Senin baban benim”
iddiasında bulunmanın da saçmalıktan öteye bir değeri yoktur.
Sözü rü’yet-i hilale getirmek istiyoruz: Vesail ve makasıd ayrımının bir
sonucu olarak biz Ramazan orucuna başlanması ve bayram edilmesi için rü’yeti
yani hilali çıplak gözle gözleme emri nebevisini vesile hüküm olarak
değerlendiriyoruz. Bütün vesileler gibi bu da işlevini sürdürdüğü sürece
kendisine hayatta yer bulur. Vesileler, kendilerinden daha etkin, daha üstün, daha
kolay ve ucuz ve yaygın… yeni araçların ortaya çıkması halinde devirlerini
tamamlar ve bir çoğu tamamen atılır bir kısmı da hatıra değeri vb. itibariyle
müzelere kaldırılır. Maddi anlamda bunlar çok değerli olabilir, ama artık
işlevsel olmadığı için müzeye kaldırılmışlardır. Ashabı Kehf’ten azık almak
için gelen kişi, cebindeki paradan aldığı erzakın bedelini ödemeye kalktığında,
dükkan sahibinin bir paraya bir de
parayı uzatan şahsın yüzüne hayretle bakması eldeki gümüş paranın
değersizliğinden değil, hali hazırda geçerli bir akça olmayışındandı.
Ayların başlangıcını belirlemede rü’yet vesilesinin yerine epey bir
zamandır takvim esasının geçtiğini görüyoruz. Çünkü bu vesile, rü’yete göre hem
daha kesin, hem de ulaşması ve yayılması daha kolay bir imkân olarak insanlığa
mal olmuş bulunuyor.
Rü’yet bize orucun başlangıcını işaret ediyor. Biz ise işaret edilene
değil, işaret edene sabitleniyoruz. Parmağı ile bir şeyi gösterenin gösterdiği
yere değil de parmağına odaklanıyoruz. Hal öyle olunca rü’yet sanki bizatihi
maksat olmuş gibi oluyor.
Ramazan ayı girdiğinde bize Teşri yoluyla oruç tutmamız emrediliyor. Ayın
başlangıcı, bitişi, deveranı ve böylece ayların ve yılların oluşması, güneşin doğup
batmasıyla da gece ve gündüzün oluşması… bütün bunlar Allah Teala’nın tekvin/
halk/ yaratma aşamasında ortaya koyduğu nizamdır. Ve aynı Allah bu nizamın bir
hesap üzere olduğunu da bize bildirmiş bulunmaktadır. Belli bir süre ümmiliğini
sürdüren bu ümmet fazla geçmeden koskoca bir medeniyet inşa etmiş, ümiliğin
kendisi için bir kader olmadığını ve onun ruh safiyeti, kalp temizliği gibi hep
öyle kalınması istenilen bir özellik olmadığı inancıyla çok erken zamanlardan
beri okuma ve yazmanın, teknik aletlerle
yapılan gözlemin, astronomik hesabın önemini kavramış ve “ümmi bir ümmet”
olmaktan çıkıp kitabı olan, hesap kitap bilen bir ümmete evrilmiştir.
İmdi biz ay ve güneşin nizamını çözüp işi takvime bağlayınca, artık
ayların başlangıç ve sonunun bu takvimlerin esas alınarak hayatın kotarılması
daha sağlıklı, güvenli ve kolay hal almıştır. Nitekim namazlarda güneş ve gölge
boylarıyla değil saat hesabı üzerinden götürülen yaygın bir uygulama hiç yadırganmadan
sürdürülmektedir.
Mademki teşri tekvin üzerine kurulu olmalıdır. Öyle ise rü’yet konusunda
en azından şöyle denilebilir. Hesaba/ takvime göre ayın görülme imkânı henüz
yok iken birilerinin gelip de rü’yete şahitlik etmesi mahkeme tarafından dinlenmez,
onun şahitliği kevni gerçekliğe aykırı olduğu için kale alınmaz. Bu şekildeki
bir tanıklık, ancak takvime göre hilalin
görülme imkanının vuku bulması sonrasında kabul görür.
Karadavi buna “hesabın nefiyde itibara alınması” diyor. (Makâsıd, s.
188) Hiç olmazsa İslam aleminin bunu
yapmasını salık veriyor. Aksi takdirde şahitliğe hevesli nicelerinin
mevcudiyeti ve şahitlik konusundaki hatalar, yanılmalar vb. yüzünden İslam dünyasında birlik asla sağlanamıyor ve
bazı yıllar üç gün bile arayla oruç tutulup, bayram yapılıyor.
Bu konuda es-Sübki (ö.
756) şöyle demiş (Fetava’s-Sübkî. I.
219-220): Eğer hesap/ takvim, çıplak gözle görme imkânını reddederse, o
takdirde kadıya düşen vazife aksine
tanıklıkta bulunmaya kalkışan şahitlerin tanıklıklarını kabul etmemektir. Çünkü
hesap katîdir. Şahitlik ve haber ise her ikisi de zannîdir. Zannî olan, katî
olan karşısında –onun öne alınması bir tarafa- tearuzda bile bulunamaz. …
Beyyinenin yani şahitliğin geçerli olabilmesi için ön şartı şahitlik ettiği hususun duyular, akıl ve
şeriat nazarında mümkün olmasıdır…”
es-Sübki asırlar öncesinden bunları söylerken, şu anda bizim sahip
olduğumuz hesap kitap imkanları henüz bulunmuyordu. Ya bir de bu imkanları
görseydi.
Biz ise hala işaret parmağına odaklanmakta ısrar ediyoruz.
Dua ile!
31.03.2016
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder