Ah Feys, ah! Kaçın kurası cindin ve söyle hangi lambadan çıktın. Sahip
kimdi ve sen neydin? Ahir zamandır, dünyamıza girdin, bir kara delik gibi bizi dipsiz
bir kuyuya çektin. Üst üste, yan yana, alt alta, kol kola bir ağ içinde bizi
birbirimize, hepimizi de kendine bende ettin.
An itibariyle beş bin arkadaşım var, yüzlerce de bekleyenim. Bencileyin
asosyal bir ilim talibinin bu denli sosyal olması senin kerametine burhan
olmaya kâfi değil midir? Hal böyle iken sana nasıl minnet etmeyeyim? Bir an
sensizliği düşünüyorum, kendimi boşluğa düşüyor görüyorum. Belli ki artık
sensiz edemez olduk. Senle birbirimizi bulduk, uzakları yakın, yakınları uzak
ettik.
Bak şimdi bunca arkadaşım var, lakin nedense yalnızlık girdabı beni daha
da beter sarar. Sabah yataktan kalktığımda o beş bin kişiden bakarım eser yok.
Kahvaltımı her daim yalnızlığımı paylaştığım kırk yıllık eşim hazırlar, beni o
yolcu eder. Yolumu o bekler. Dönüşümde karnımı o doyurur. Her ne zaman
hastalanıp yatağa düşsem başımı o dizine alır, boncuk boncuk terlerimi o siler,
kuruyan dudaklarımı o ıslatır, üzerime o titrer. Çalışırken üşümeyeyim diye beni
o kollar, her ne canım çekse söylemeye bile hacet kalmaksızın kendiliğinden o
tedarik eder.
Acil bir durumda imdadıma senin yüzünden artık kapılarını çalmayı
unuttuğum komşum koşar.
Gözlerim derdimi dinleyecek, bana katlanacak gözler arar. Yaramı hala kaldıysa
-biraz da senin yüzünden- gerçek dostlar sarar. Senin dipsiz kuyundaki beş bin
kişi var ya onlar ne arar ne sorar.
Eskiden düşünüyorsanız vardınız. Şimdi sayende görünüyorsak varız. Eğer
görünmüyorsak zaten yokuz. O halde niye sorsun ki zaten. Falanca lüks mekânda
yediğimiz yemekleri, içtiğimiz kahveleri, höpürdettiğimiz nargileleri,
yaktığımız mangalları sende paylaşmazsak yemiş içmiş sayılmazdık ki? “Yediğin
içtiğin senin olsun gördüğün güzellerden/ güzelliklerden bahset!” diyen atalara
inat her ne yedi ve içti sek sende onları paylaşmadıkça ne yemiş gibi ne de
içmiş gibi olduk.
Hz. Ömer’in gözünde kadın nasılsa sen de bizde öylesin; ne senle oluyor
ne de sensiz!
Bizi öğüterek, bizi tüketerek besleniyor ve her gün ahtapot gibi bizi
sarmalına alıyor, varlığımızı yokluğumuzu sen kendin üzerinden
gerçekleştiriyorsun.
Bilemedik sen salih bir eş gibi dünya metaının en hayırlısı mısın? Yoksa
hayırsız eş gibi en belalısı mısın?
Yavuz hırsız mısın? Getir, gelmiyor, kov gitsin, gitmiyor. Bırak sen gel?
Bırakmıyor.
Sana ve paylaşımlara bakınca dünyanın cennet, arkadaşlarımın da hep
cennetlik oluğunu düşünüp zaman zaman kendimden utanıyorum. Hikmet çağlayanı
gibi bin bir oluktan hikmet akıyor, bilgi sağanağı afakı tutuyor. Ama bunlar
kendi gerçekliğimize yansımıyor. Neden diyorum? Zaten sanal diyorlar.
Bilemedim vesselam. İyi misin kötü mü? Sarmalındaki ben, sahip miyim,
sıradaki kurban mı, tükettiğin bir nesne mi?
Dünya gibisin; talak-ı selase ile kaç defadır boşayayım aramızda
beynûnet-i kübrâ[1] oluşsun dedim;
ne dilim vardı ne elim. Ben de hakkında “Lâ hayra fîhâ velâ büdde minhâ”[2]
dedim. Başka da bir şey edemedim.
Bakalım akıbet ne ola!
Kıyamet alameti misin?
Yoksa kıyametimizin kendisi mi?
Dua ile!
12.04.2017
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder