Dün derste
çaktırmadan bir anket yaptım.
Malum
sınıflarımızın kız erkek oranı kızların lehine üçte ikiye düştü. Son yıllarda
erkeklerin sayısı artmaya başladı da bu hale geldi. Yoksa bir ara kızların
oranı yüzde seksenleri aşmıştı.
Diyanet İşleri
Başkan Yardımcılığına ilk kez bir Hanım atanmıştı. Sınıfın tepkisi neydi. Nabız
tuttum.
Altmış kişilik
sınıftan iki erkek belli ki olumsuz bakıyordu. Kızların çoğu ise bu durumu olumlu
buluyordu.
Ama bir üçüncü
şık daha vardı: Hele bir bakalım, kararı ona göre verelim gibisinden. Öyle ya
nice erkek gelmişti o makama, ama hepsi doldurmuş muydu bilinmez. Şimdi de bir
kadın gelmiş, dolduracak mıydı, o da bilinmez. İcraatına, yapıp ettiklerine
bakmak lazım idi.
Sonra bu şıkkı
seslendirdiğimde sınıfın kahir ekseriyeti bu şıkka kaymıştı.
Korkunun ecele
faydası yok. Sırf kadın olduğu için kıyameti bekleyenler de alışacaklar.
Garibce
nazarımda bu sonuç bekleniyordu ve hatta geç bile kalmıştı.
Epey oldu
Balıkesir’de katıldığım bir Kutlu Doğum etkinliğinde –ki bu hayırlı bir işti ve
topluma da mal olmuştu, birilerinin kaprisine kurban edilmemeli idi- ben de
tebliğci idim. Salona baktığımda birinci sıranın şimdiki benim yaşımda çoğu
saçı sakalı ağarmış kimselerden olduğunu, ikinci sıranın yarısının gene
erkeklere ait gibi durduğunu ama geri kalan salonun tamamen kadınlarla dolu
olduğunu görmüştüm ve bir şekilde de bunu ifade etmiştim. İmdi bir iki on sene
içinde –ki onun biri geçti- bu ön sırayı dolduran yaşı geçmişlerin işi de
bitecek, onların yerini ikinci sıradakiler dolduracak ve bu manzaraya göre yarı
yarıya olacaklar ve geri kalan alanın ise mutlak hakimi kadınlar olacak.
Özellikle
ilahiyat fakültelerinde de durum benzer vaziyette.
Hal böyle iken
an itibariyle makamların hala büyük oranda erkeklerin elinde oluşu bunun hep
böyle gideceği anlamına gelmiyor. Hani otobanda belli bir hızla giden modeli
eski arabalar olur da gazı kessen bile belli bir süre gider ya öyle… Bu
erkeklerin bir kere arkadan dolu dizgin gelen hanımlardan haberleri yok. Dikiz
aynasında gördüklerinde gaza bassalar bile artık kader oyununu çoktan oynamış
ve arkadan gelenler kendilerini fersah fersah geçmiş olacaklar.
Ondan sonra
kendilerini geçenleri yakalamak için gaza yüklenseler bile o köhnemiş mekanizmalarıyla
asla da erişemeyeceklerdir.
Alışın!
Alışın!
Temel arabanın
arkasına yazmış: “Beni asla geçemeyeceksin!”
Arkadan gelen
bakmış “Allah Allah!” demiş “niye geçemeyecekmişim.” Basmış gazı tabi geçmiş.
Sonra müstehzi bir tarzla da dönmüş bakmış. Temel arabanın önüne de bir yazı asmış:
“Geçtin de ne oldu?!”
Asırlarca kavvamlık
edebiyatı yaptık. Ayetin La takrabu’s-salât (Namaza yanaşmayın) kısmını okuyup
da “Sarhoş iken” kısmını işine gelmediği için paranteze alan Bektaşi’nin
yaptığı gibi biz de Kavvamlığın bedeli ile ilgili kısmı okumadık ve kavvamlığın
sadece erkeklikle ilgili olduğunu sandık. Erkekliğin tek başına bir erdem
olduğu ve bizi erdemli yapmaya yeterli olduğu algımız genetiğimizde o kadar yer
etmişti ki onu bihakkın hak etmek için yapmamız gereken bedeli ödemeye hiç
yanaşmadık, esasen böyle bir çabanın altına girmeyi de hiç haz etmedik.
Kadınlar,
bizim onlardan beklentimizi dikkate aldılar, süslendiler, süslü oldular, evlerimizde
oturdular, orada bizi beklediler ve bu bizim beklentimizdi çok da hoşumuza
gitmişti. Ama onlar bu kez bizim beklentimiz doğrultusunda değil, erkeklerde
gayrı göremez oldukları meziyetlerin peşine düştüler ve onları birer birer
erkeklerin ellerinden aldılar. Hiç hazırlıklı değildik, ne ve nasıl cevap
verebileceğimizi bilemedik. Şaşırdık. Ayet okuduk; siz bu gidişle kavvamlığa
soyunuyorsunuz, çizgiyi aşıyorsunuz, oturun oturduğunuz yerde diye ayetler
okuyarak onları kavvamlığın gereği diye sayıkladığımız darb ile uslandırmaya çalıştık.
Ama hepsi boşuna idi. Cin bir kere şişeden çıkmıştı.
Evet alışın!
Zira ki başka çareniz yok.
Artık
yüzyıllarca uyuduğunuz uykudan uyanmanın zamanı.
Uyanın.
Uyanın!
Ha uyanmanız
da yetmez. Bilincinizi de zamana ayarlayın. Ashab-ı Kehf’in durumuna düşmeyin.
Hani onlar üç asır sonra uyanmışlardı ya. Ama bilinçleri üç yüz yıl öncesine
aitti. Ellerindeki paranın hala geçer akça olduğu düşüncesiyle karınlarını
doyurmak için alış verişe kalkışmışlardı. Ama geçen asırlar onların geçer
akçalarını geçmez kılmıştı ne hazin ki onların bundan haberi yoktu. Bu durumda
yapacakları iki şey vardı: Ya bilinçlerini
de yenileyecek ve saatlerini içinde bulundukları zamana göre ayarlayacaklardı.
Ya da eski uykularına kaldıkları yerden devam edeceklerdi.
Birincisi
zordu. Zira arada üç yüz yıllık kapatılması gereken bir mesafe vardı. O yüzden
onlar kolay olanı tercih ettiler.
Ey erkekler
vaziyet bu: Hal böyle iken tamam mı devam mı? İyi düşünün!
En iyisi mi “Tamam!”
deyin de kurtulun.
Yok “Devam!”
diyecekseniz bilin ki işiniz gerçekten zor.
Hem de ne zor!
Ha bu arada ev
kocalığı gibi –bu isim belki biraz kaba- hanımlarımızın bize biçecekleri yeni
elbiselere de yavaş yavaş alışmaya çalışalım.
Garibce öyle
diyo!
Not: Başkan Yardımcımızı tebrik ediyor başarılar diliyorum.
Dua ile!
21.11.2017
Bu resimde de yazının bağlamına uygun bir mesaj var gibi gibi.😉
Tuba Karanfil: Korkarım ki bir kadın olduğu için her icraatına her hareketine bir erkeğe kıyasla daha çok dikkat edilecek daha fazla eleştirilecek. İçimizden geçenleri söylemişsiniz. Kaleminize sağlık hocam.
YanıtlaSilAhmet Özel: Mehmet hocam yıktın haneyi eyledin viran (zaten virandı diyeceksin). Sahibine varıp haber versem de bir faydası olmayacak gibi..!
Rabia Çadırcı:Hocam yüreğinize sağlık.
Halime Ceylan: Hocam çok güzel bir paylaşım yine her zamanki gibi
Çok güzel tespitler, kaleminize, yüreğinize sağlık