24 Kasım 2017 Cuma

İlim de mümbit toprak ister. Serhademe Salih Tuğ da öyle diyo!



Tarih boyunca ilim havzalarına bakın, hep belli iklimlere münhasır kalmış gibidir. Mekke Medine daha çok dini merkezdi ve bu itibarla ilk başta ilim ve hilafet sebebiyle siyasetin de merkezi oldu. Sonra dünyamız genişledi Kufe, Basra ardından Bağdat da katıldı. Mısır, Kuzey Afrika’da belli merkezler ve amma ille de Endülüs. Her biri deve dişi gibi âlimler hep o mümbit topraklarda bitti.
Bir zamanlar Maveraünnehir ne mümbit bir iklimdi.
Ve tabii ki Sivas, Konya, Bursa…
Bir de benim üniversiteyi okuduğum yer Erzurum.
Ve nihayet ilmin demir attığı mekan olarak İstanbul.
Sen hiç Toroslarda ilim havzası ve orada yetişmiş ilim adamı gördün mü?
Vaktiyle bir sohbette Salih Tuğ hocam aynı konuyu işlemiş ve belli başlı ilim merkezleri ve onların önemini anlatmış. Lafın gelişi de ilimden mahrum kıraç yerlere örnek olmak üzere de Torosları göstermiş. “Toroslardan ilim adamı yetişmez!” demiş.
Kimdi bunu bana anlatan hatırlamıyorum ama sika bir ravi idi belli. Torosoğlu Garibce olarak tabii ki etkilenmedim. Ama unutmadım da. Hocamı bir gün yakalarsam ona sorarım dedim.
Bugün Cuma idi. Uzun zamandır Salih Hocamı da görmemiştim. “Araç kullanamıyorum artık!” diyor. Allah kendisine sağlıklı uzun ömürler versin. Fakülteye gelebilmesi için belli ki birinin özel olarak himmet etmesi gerekiyor. Bizim vakıf müdürü Hüsnü Beye de durumu söyledim. İnşallah himmet ederler de hocamız hiç olmazsa haftada bir gün fakültemizi teşrif eder.
Hocamızın talebeye bir şeyler vermesi gerekmiyor. Sırf bulunması ve talebenin henüz mezun olmadan onu dünya gözü ile görmüş olması bile onlar için önemli bir kazanım olacaktır.
“Garibce’nin şu anlatıp durduğu Salih hoca, fakültenin o meşhur “serhademe”si demek bu imiş!” deyu o sevecen ve bir o kadar da yakışıklı insanı tanımış olmanın hazzına erecekler, tıpkı benim vaktiyle Hamidullah hocayı görmüş ve ondan ilim yanında feyz de almış ve bunu hiçbir şeye değişmez olmam gibi.
Epey bir çabadan sonra elini öptüm, birlikte fotoğraflar çektik, çektirdik. Eskilerden, yenilerden birçok kişi hocayı görmüş olmanın hazzına vardı.
Ben Hocam’a sokularak odaya gidip gelene kadar eğleşmesini kendisinden rica ettim ve odama koştum. İki gün önce çok sevdiğim bir ağabeyim için evden getirdiğim ve fakat vermeyi unuttuğum bir kavanoz kuşburnu marmelatlını hocaya yetiştirmek için can attım. O ağabeye nasıl olsa başka zaman da verebilirdim. Hem kaderde “Kime niyet kime kısmet!” de varmış.
Koştum, aldım geldim.
Kuşburnunun toplaması çok zahmetlidir. Çünkü dikenleri it gibi dalar, o yüzden bizim oralarda kuşburnu değil de itburnu derler. Tansu Hanım ile birlikte meşhur oldu. Eskiden köylerde marmelat yapmasını falan da bilmezlerdi. Şimdi onu da öğrenmişler ve köyden şehre hediyenin de en güzeli olduğunu keşfetmişler. Sağ olsun bizim hemşire de –ki bu işlerde mahirdir- epey toplamış ve İstanbuldaki ağabeyine de hediye yollamış. Tam da mevsimi, iyice olgunlaşmış, bir şinik (buğdaydan yaklaşık 8 kilo alan bir ölçek)  kadar da vardı. Elbirliği ile saatler süren bir çabanın ardından güzelce temizledikten sonra sağ olsun hanım güzel bir kaynattı, ezdi, süzdü, ince elekten geçirdi (şeker yerine daha şifalı olur inşallah düşüncesiyle) benim önerim üzerine biraz da bal kattı ve marmelat haline getirdi, kavanozlara da doldurdu. Kış boyu daha çok ihtiyaç duyacağımız C vitamini deposu. Damak tadı ve lezzeti de ayrı bir lütuf. İster ekmekle ye, ister öze. İster sıcak iç ister soğuk. Her derde deva.
İçimden hocamı geçirir dururdum. Bugün bu bir fırsata dönüştü. Ben de ganimete çevirdim. Bu vesile ile hem hocamın elini öptüm hem de Toroslardan gelen  bu çamsakızını tadımlık da olsa onunla paylaşmış olmanın, o değerli serhademenin iltifatlarına mazhar olmanın onurunu yaşadım.
“Hocam!” dedim. “Hani siz Toroslardan ilim adamı yetişmez demişsiniz ya elhak doğrudur. Ama bol bol kuşburnu yetişir. Bak bu da bizim Toroslarının yabani yemişi. Hem hocam biz bunu bizzat kendi elimizle yaptık. Hani çam sakızı çoban armağanı…”
Hocamın belki ders halkasında bulunmamıştık ama o dönemin kurucu dekanı olarak hepimiz onun elinden geçmiştik. O akabeyi (sarp yokuşu) tırmanmaya çabaladığımız zaman bize ip atmış, elimizden tutmuştu. Onun ilmi yanında irfanından, beyefendiliğinden çok şey kapmıştık. Üzerimizde hakkı büyüktü.
O ve diğer hocalarımızın haklarını bir çamsakızına kapatabilir miydik? Elbette ki hayır.
Onlara teşekkür etmenin ve onlara olan borcumuzun ödenmesinin tek yolu onların bize tevdi ettikleri emaneti bizden daha iyi taşıyacak yeni nesillere aktarmaktı. “el-Ceza min cinsi’l-amel” denirdi ve bunun başka bir yolu da yoktu.
Salih Hocam ve bütün saygılı sevgili hocalarım! Sizi unutmak, kendimizi inkâr etmek olur. Biz sizi geçemezsek sizin bize verdiğiniz haram olur ve bizden sonrakilerin yerinde saymalarına da bu bir bahane ve mazeret olur.
“Toroslardan ilim adamı yetişmez”a gelince, eğer ravide bir zühul yoksa bunu bir nunun sükutu ile  “Toroslarda ilim adamı yetişmez” şekline çevirmek lazım. O zaman gerçekten de söz doğru olur. Aksekililer, Elmalılar, yenilerden Davutoğulları, bizim Farsak hocaları ve daha niceleri Toroslarda kalarak yetişmediler. İlim merkezlerine hem de gemileri yakarcasına giderek ilim adamı oldular.
Ey İstanbul’da olup da ilim tahsiline baş koyanlar. Bu iklimin kıymetini iyi bilin!
Dua ile!
24.11.2017
GARİBCE




1 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...