Cehennem üzerine
bir köprü atmışlar kıldan ince kılıçtan keskince[1].
Öbür ucunda
cennet varmış, saadet bulurmuş insan girince.
Ne ki “Nasıl
geçelim bu köprüden?!” diye insanlar tasa içine düşünce belirmiş hemen din
simsarları, “Biz!” demişler “evet biz ve sadece biz sizi geçiririz o köprüden,
hem de yel gibi, şimşek gibi!”
“Nasıl?” deyince
de “Sen tut bizim eteğimizden, sana bir himmet ederiz, ruhaniyetimizle seni kanatlarımızın
altına alırız, artık emin ellerdesin yolun doğru cennete gider, huri gılman
orda hazır seni bekler!” demişler.
“Peki, bedeli
nedir?” deyince de “Hizmet!” demişler.
Yahu biz bu hikâyeyi
daha önce çok duymuştuk. Daha yakında birileri de “Himmet” diyerek uçurmaya
kalkışmamış mıydı inananlarını. Lakin başarılı olamamıştı, ama uçurmaya
kalkıştığı insanları uçurumlara yuvarlamayı, evlerine ataşlar salmayı
başarmıştı. Hala her taraf yangın yeri gibi. Hemen her ocaktan acılar tütüyor.
Sırat-ı müstakim
üzerinde tezgâh açanlar, kapılarına diktikleri cazgırlarla -şimdi en büyük
cazgırlığı artık televizyonlar yapar oldu- “Gel vatandaş, gel, gel, ne olursan
ol gel!” diye müşteri toplamaya başladılar. Doğrusu başladılar dedikse eskiden
de var olan ticaretlerine son günlerde iyice revaç geldi.
“Bu yolda tek başına gidemezsin, illa bizim firmamıza
geleceksin. Bu konuda tek yetkili de biziz. Zira biz yetkili acentayız!” dediler.
“Etme tutma, biz Allah’a
gidicileriz. Yola (Sünnet) da girmişiz. Neden gidemeyelim ki? Hem tek başımıza
olduğumuzu da kim söylemiş. Cemaat halindeyiz, önümüzde imamlarımız var, sevad-ı
azam’ız (Ehl-i sünnet ve’l-cemaat). Allah’ın eli de bizim üzerimizde. Peygamber
bir üsve (rol model) olarak ufkumuzda. Hoş âlimlerimiz de var, bizi yola
koyacak, yoldan çıkıp sapacak olursak bizi yola yeniden döndürecek…”
“-Olmaaaz! Bir
kere âlimler (Diyanet ve İlahiyatlar) bu işten anlamaz, onlar kîl ü kâl ile
meşguller. Halden sade biz anlarız. Ancak bizim uçurmamızla uçmaklara
uçarsınız.”
Yahu biz insanız,
uçmak neyimize. Karıncanın zevali kanatlanması değil mi?
Allah, bize
bizden daha yakın değil mi? “Dua edin duanızı kabul edeyim!”, “Siz beni anın
ben de sizi anayım!” buyuran O değil mi? Tevbelerimizi kabul etmeyi tafaddülen ve
keremen üzerine vacip kılan O değil mi? Hal böyle iken ben Allah’a ulaşmak için
ille de size komisyon ödemek neden zorunda oluyor muşum? Hem bu halinizle
sizin “Dikkat et, hâlis din yalnız
Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi
sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah,
ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah,
yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez."[2]
diyen putatapar müşriklerden ne farkınız
var ki?
Bir de şu var? “Evliyaullah
evliyaullah” deyip duruyorsunuz ya? Kim bunlar? Hani dünyayı tasarruf eden,
ruhaniyetleriyle her an yanımızda olan, darda kaldığımızda “Yetiş Ya Gavs!”
deyince imdadımıza koşan şeyhler mi? Hal böyle iken İslam dünyası ve hassaten
de kalbi mesabesinde olan ülkelerimiz yangın yerine dönmüşken, ırzımız çiğnenmiş,
hânımız yağmalanmış, mazlumların ahı arşı tutmuş… Hal böyle iken kılı dahi
kıpırdamayan Yunan mitoloji tanrılarını aratmayacak derecede sözde kudret ve
tasarruf sahibi kimseler mi?
Ben hasbelkader
bunu Kur'ân’a sordum, “Evliyaullah kimdir?” dedim. Önüme cevap olarak şu ayetler
düştü: Allah buyuruyordu ki:
“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına
(evliyaullah) korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip de
takvâya ermiş olanlardır.[3]
Bizzat Allah’ın bu yüce buyruğuna göre iman
ve takva sahibi herkes evliyaullahtan sayılıyordu. Kime itibar etmeliydim, Allah’a
mı, Allah’ın yolunda Allah adına açtıkları acentalarda simsarlık yapan bezirgânlara
mı?
Himmet, hizmet
diye din adına insanları sömürenlere, söğüşleyenlere mi?
Allah ve
peygamber sevgisini paraya tahvil etmek için olmadık şaklabanlıklar yapan şarlatanlara
mı?
Allah’ım sen
akletmeyenlerin üzerine pislik boca ederiz[4]
buyuruyorsun ya, Hak buyurdun, boyumuzca pislik çukuruna saplanmış haldeyiz.
Sen hidayet
etmezsen biz doğruyu bulamayız.
Aslında Sen bize
hidayet etmiştin. İlkini yaratılışımız esnasında bizi diğer yaratıklardan
ayrıcalıklı kılan donanımız (akıl) ile ikincisini de ona ışık olacak şekilde
indirdiğin kitabınla.
Mizanımız vardı
özümüzde, ölçüp tartmaya yarayan. Keşfedemedik, işletemedik. O mizan için
gerekli olan aşkın değer ölçülerini de vermiştin, Kitab’ı ve kıstı indirmiştin,
Okuyamadık. Okuduğumuzu sandık. İşaret ettiğine değil, işaretin kendisine
çakılı kaldık, onu kutsadık.
İman ve salih
amel diyordu. İstikamet üzere yolda olmak diyordu, yolda ayartıcılara kanmadan yol
almayı emrediyordu.
Biz gereğine
değil, ayetlerin kendisine baktık. Onlar yolumuzu aydınlatan birer ışıktı. Yola
değil ışığa baktık. Işığı gözümüzü aldı. Olup biteni göremez olduk.
Artık hakikate hem
kördük hem de sağır.
Elimizden tutana
tabi olduk.
Gassal elinde
meyyit gibiydik.
Himmet dediler, neyimiz
var neyimiz yok soyunduk, verdik. Hizmet dediler el pençe ne buyruldu ise onu
yaptık.
Arada kulağımıza
aykırı bir takım garibce sesler geldiği de oluyordu. Fakat o kadar cılızdı
ki duyulmuyordu. Hem bizim artık bunları
ne duyacak, ne görecek halimiz kalmıştı.
Cılız da olsa hakikatin
sesini duysak da artık kırk yıllık tarikatımızdan vazgeçmeye hiç de niyetimiz
yoktu. Zira kim ticareti biz de öğrenmiştik.
Dua ile!
06.02.2017
GARİBCE
[1] Sırat
köprüsü aslında bir sembol: Bu dünyadaki yaşantınız boylu boyunca kıldan ince kılıçtan keskince dosdoğru bir
hayatsa o sizi cennete götürür, değilse cehennem de hazır sizi bekler, demektir.
[2] اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا
لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي
مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ
كَفَّارٌ (Zümer; 3)
[3] Yûnus
Sûresi (62 - 63)
اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا
خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿٦٢﴾
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ ﴿٦٣﴾
"…Akıllarını husn-i istimal etmeyenleri o pislik
içinde bırakır." (Elmalı) (Yûnus; 100)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder