Bu gün Cuma
hutbesinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine’ye henüz varmadan Kuba’da kılmış
olduğu ilk Cuma namazı ve hutbesine atıf vardı.
Bu ilk hutbesinde
Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra sevgili peygamberimiz şöyle buyurmuştu:
“Ey insanlar!
Kendiniz için, önden âhiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Biliniz ki, her
biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır! Sonra Rabbi ona aracısız
olarak: ‘Sana Rasûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim,
ihsanda bulundum. Sen kendin için (ahiret azığı olarak) ne gönderdin?’
buyuracak. O da, sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek! Sonra önüne
bakacak. Önünde de cehennemden başka bir şey göremeyecek! Öyle ise yarım
hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o
hayrı işlesin! Onu bulamayan da güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın.
Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir! Selam ve
Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!”
Bizden de sana
salat ve selam olsun ey Allah’ın kutlu peygamberi!
Hz. Peygamber’in Müslümanlık
namına ilk fırsatta bize seslenişinde bizden istediği takva yanında amel-i
salih idi.
Amel-i salih
vermekti, verebilmekti. Yeri gelince candan, her daim ise maldan ve zamandan verebilmekti.
Şu kadar tespih
çekerseniz uçar gidersiniz demiyordu, elindeki tek hurmanın yarısını dahi olsa
başkalarıyla paylaşabilmeyi öğütlüyordu.
O kadarcık dahi
yoksa bu kez de güler yüzlü olmayı salık veriyordu, çünkü o da sadaka idi.
Yarım elma, gönül
almaydı!
Peki, biz ne
yaptık?
Candan, maldan ve
zamandan veren, veriveren bir Müslümanlık bize zor geldi, köşe dönmenin
arayışına girdik. Bulduk da!
Kıl beşi, bitir
işi.
Oruç da tut! O da
bizi bozmaz, nasıl olsa beleş! Hem sağlık da buluruz üstelik. İşlerimizi asmaya,
başkalarına yıkmaya bahanemiz de olur.
Hac ve umre mi?
Ne kadar borç varsa sıfırlamaya üstelik de kâra geçmeye bire bir.
Daha ne istersin?
Hem bunları öyle
kolay mı sanırsın? Müslümanlığın bu kadarı bize fazla bile!
Buna mukabil
eline beline diline sahip olmak mı?
İşte o bizi
bozar.
Adalet mi?
Herkese hakkını ve hak ettiğini vermek mi? Ne eksik ne fazla, hem de
geciktirmeden.
Emanetleri ehline
vermek mi?
Eşe, başa değil işe
ve Hakk’a sadakat mı?
Kamu
emanetlerinde liyakat ve şeffaflık mı?
Dokunulmazlığını
dilden düşürmeyip üzerinde köşe olduğumuz hakların meşruiyetle kayıtlı olması
mı? Söz gelimi mülkiyet hakkı için hem kazanırken, hem harcarken, hem
biriktirirken uyulması gereken bir takım sınırların olması mı?
Servetimizin hesabı
verilebilirliği mi?
Sözleşmelerde
ahde vefa mı?
İşlerde itkan yani
kaliteli üretim mi?
Mümin olarak
insanlara güven vermek, el-Emîn olmak mı?
Evde, mahallede,
iş yerinde güzel huylu ve geçim ehli olmak mı?
İmdat edenin
imdadına koşmak mı? Hatta bırak onu hiç olmazsa yaralı bir parmağa işemek mi?
Say sayabildiğin
kadar.
Doğrusu bunlar
bizi bozuyor.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.)
öğretisine baksak asıl bunlarsız olmamız bizi bozuyor.
Bozduğu ve bozuk
olduğumuz içindir ki bir buçuk milyar olarak bir araya gelsek bizden muhteşem
bir İslam binası, denge toplumu (ümmet-i vasat)oluşmuyor.
Bir kasa bozuk
domatesten iştah açıcı bir tabak salata bile çıkmayışı gibi.
Müslümanlık zor zanaat
derler! El hak doğrudur. Çünkü önce insan olmayı gerektirir. İnsan olmak ise
sorumlu olmayı gerektirir.
Sen insan
olmamışsın, emanetten, hilafetten söz edersin.
İsteyene Allah
versin dersin.
İyi de sen nesin?
Ve sen sana
verilene ne dersin?
Dua ile!
01.12.2017
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder