1 Aralık 2017 Cuma

İlk Hutbemizde Kuba’dan Selam vardı! Verin! diyordu.


Bu gün Cuma hutbesinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine’ye henüz varmadan Kuba’da kılmış olduğu ilk Cuma namazı ve hutbesine atıf vardı.
Bu ilk hutbesinde Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra sevgili peygamberimiz  şöyle buyurmuştu:
“Ey insanlar! Kendiniz için, önden âhiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Biliniz ki, her biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır! Sonra Rabbi ona aracısız olarak: ‘Sana Rasûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için (ahiret azığı olarak) ne gönderdin?’ buyuracak. O da, sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek! Sonra önüne bakacak. Önünde de cehennemden başka bir şey göremeyecek! Öyle ise yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o hayrı işlesin! Onu bulamayan da güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın. Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir! Selam ve Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!”
Bizden de sana salat ve selam olsun ey Allah’ın kutlu peygamberi!
Hz. Peygamber’in Müslümanlık namına ilk fırsatta bize seslenişinde bizden istediği takva yanında amel-i salih idi.
Amel-i salih vermekti, verebilmekti. Yeri gelince candan, her daim ise maldan ve zamandan verebilmekti.
Şu kadar tespih çekerseniz uçar gidersiniz demiyordu, elindeki tek hurmanın yarısını dahi olsa başkalarıyla paylaşabilmeyi öğütlüyordu.
O kadarcık dahi yoksa bu kez de güler yüzlü olmayı salık veriyordu, çünkü o da sadaka idi.
Yarım elma, gönül almaydı!
Peki, biz ne yaptık?
Candan, maldan ve zamandan veren, veriveren bir Müslümanlık bize zor geldi, köşe dönmenin arayışına girdik. Bulduk da!
Kıl beşi, bitir işi.
Oruç da tut! O da bizi bozmaz, nasıl olsa beleş! Hem sağlık da buluruz üstelik. İşlerimizi asmaya, başkalarına yıkmaya bahanemiz de olur.
Hac ve umre mi? Ne kadar borç varsa sıfırlamaya üstelik de kâra geçmeye bire bir.
Daha ne istersin?
Hem bunları öyle kolay mı sanırsın? Müslümanlığın bu kadarı bize fazla bile!
Buna mukabil eline beline diline sahip olmak mı?
İşte o bizi bozar.
Adalet mi? Herkese hakkını ve hak ettiğini vermek mi? Ne eksik ne fazla, hem de geciktirmeden.
Hatta bırak adaleti ihsan[1] mı, îsâr[2] mı?
Emanetleri ehline vermek mi?
Eşe, başa değil işe ve Hakk’a sadakat mı?
Kamu emanetlerinde liyakat ve şeffaflık mı?
Dokunulmazlığını dilden düşürmeyip üzerinde köşe olduğumuz hakların meşruiyetle kayıtlı olması mı? Söz gelimi mülkiyet hakkı için hem kazanırken, hem harcarken, hem biriktirirken uyulması gereken bir takım sınırların olması mı?
Servetimizin hesabı verilebilirliği mi?
Sözleşmelerde ahde vefa mı?
İşlerde itkan yani kaliteli üretim mi?
Mümin olarak insanlara güven vermek, el-Emîn olmak mı?
Evde, mahallede, iş yerinde güzel huylu ve geçim ehli olmak mı?
İmdat edenin imdadına koşmak mı? Hatta bırak onu hiç olmazsa yaralı bir parmağa işemek mi?
Say sayabildiğin kadar.
Doğrusu bunlar bizi bozuyor.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) öğretisine baksak asıl bunlarsız olmamız bizi bozuyor.
Bozduğu ve bozuk olduğumuz içindir ki bir buçuk milyar olarak bir araya gelsek bizden muhteşem bir İslam binası, denge toplumu (ümmet-i vasat)oluşmuyor.
Bir kasa bozuk domatesten iştah açıcı bir tabak salata bile çıkmayışı gibi.
Müslümanlık zor zanaat derler! El hak doğrudur. Çünkü önce insan olmayı gerektirir. İnsan olmak ise sorumlu olmayı gerektirir.
Sen insan olmamışsın, emanetten, hilafetten söz edersin.
İsteyene Allah versin dersin.
İyi de sen nesin?
Ve sen sana verilene ne dersin?
Dua ile!
01.12.2017
GARİBCE




[1] Hakkın olandan vaz geçip, bağışlama, iyilikte bulunma, özüyle sözüyle işiyle iyi olma.
[2] Kendisi muhtaç iken bile başkalarını özüne tercih etmek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...