15 Ağustos 2014 Cuma

Büyük âlim olmanın şartı!


Bir Cuma namazı sonrası fakültedeyiz. Yaz sıcağı bunaltıcı. İnşaatlara sebep geriye kalan tek kamelyanın altında sohbet ediyoruz. Şemsi Hocanın cömertliği bizlere sütlü nuriye ikramı şeklinde tezahür ediyor. Tatlıca bir muhabbet derken Mahmut Kaya Hoca geliyor ve sohbet koyulaşıyor ve tam demini buluyor.
Bir arkadaş on beş yıl önce dinlediği bir hatırasını hatırlatıyor hocaya. Hoca o öyle anlatılmaz şöyle anlatılır diyor ve öyküye en başından başlıyor. Takip edebildiğim kadarıyla hoca on bir yaşındaydı başlarken ve ortalarına geldiğinde artık on iki yaşında olduğundan bahsediyordu.
Eski usul birkaç kitabı iyi okumuş ve adam yokluğunda İstanbul’da okutmaya da başlamış âkil fakat henüz bâliğ olmayan birinin yaşça büyük bir abinin istismarı sebebiyle yaşanan bir cercilik hikayesi. Öylesine Eskişehir’den başlayan ve Haymana ovasında yaya olarak köy köy devam eden ve nihayetinde  oldukça perişan bir vaziyette Yozgat Şefaatli’nin bir köyünde sona erdirilen –devamı sanki var gibiydi-  bir öykü.
Uzun mu uzun.
İbret dolu.
O günün hem dinî, hem iktisadî hem sosyal hem de ilmî anlayışını yansıtması bakımından ibret alınacak bir hayat hikâyesi. Hoca umulur ki etraflıca yazar da  sonraki nesiller ibret alır.
Neyse. Gelelim bu yazının konusuna.
Henüz bâliğ olmayan çocuk yaşta birinin nihayet imamı olmayan bir köye imam olması ve orada hem vaaz edip hem de teravih kıldırması vb. gibi etkinliklerde bulunması söz konusu.
O köyde de halk ikiye bölünmüş ve yaşlı muhterem bir hocayı halkı barıştırmak için getirmişler. Hocanın altına çift kat döşek atmışlar etrafına köyün aklıyeterleri doluşmuş ve sohbet ediyorlar. Bu arada bizim Mahmut Kaya öteki odada yaşıtları çocuklarla beraber oynuyor falan. Demişler ki: “Hocam, bizde bir havuz var, bize Ramazan imamlığı yapıyor, hele bir imtihan et bakalım, sahiden okumuş mu yoksa salanalık[1] mı yapmış…” Hoca “Kim o?” diyor ve hemen havuzu çağırıyorlar. Hoca havuzu bir süzüyor ve “Îmmâ terayinne”yi[2] (Meryem 19/26)  i’lâl edebilir misin?” diye soruyor. Bizim havuz: “Dört çeşit i’lâli mümkün, hangisini isterseniz onu yapayım diyor ve sonra bir güzel i’lâl yaparak hocaya istediğinden âlâ bir cevap veriyor.
Hoca bizim havuzu şöyle süzüyor, sakalını sıvazlıyor ve etrafındaki insanlara dönerek. “Bu yaşıma geldim, böyle bir âlim görmedim!” diyor ve ekliyor. “Şimdi siz “İmmâ terayinne’nin i’lâli de ne ola ki diyecek ve önemsiz bir şey sanacaksınız. Bakın anlatayım. Vaktiyle çok büyük bir âlim ölmüş mezara koymuşlar. Derken sorguya çekmek üzere Münker Nekir gelmiş, Hoca müthiş heyecanlanmış ve korkuyla vücudu sarsılmış. Melekler: ‘Men Rabbüke ve men nebiyyüke ve mâ dinüke…?’ diye sorular sormaya başlayınca hocanın heyecan ve korkusu gitmiş, rahatlamış  ve ‘Ben de immâ terayinne’nin i’lâlini soracaklar sanmıştım’ demiş. İşte bu, o kadar büyük bir mesele!” diye bizim havuzun ne kadar derin bir âlim olduğunun ispatını da hemen yapıvermiş.
Henüz çocuk sayılacak yaşıyla boyundan büyük işler yapan, hem kürsüde hem de mihrapta vaazlar eden bizim havuz, hele bu tezkiyeden sonra köylülerin gözünde o kadar büyük olmuş ki artık deme gitsin…
İşte böyle… Birkaç gramer kitabı ezberleyip, kelimelerin gramer açısından izahlarını da yapabildin mi en büyük âlim olduğun o günler bu ülkede ve bu toplumda yaşandı.
İlmin ufkuna çetrefilli birkaç i’lâl meselesini koyduğunda, âlim olmak için onları öğrenmek yetiyor. Bunun ötesinde ne hayat tecrübesine ihtiyaç, ne dinin en genel anlamıyla bizden neler istediklerine olan vukufiyet olsa ne olacak olmasa ne olacak.
Hocanın anlattığı olaylar tam da benim doğduğum yıla tekabül ediyor. Aradan beş altı tane on yıl geçmiş bulunuyor. Acaba ufka konanlar ve idealler açısından neler değişti. Âlim olmanın şartları neler oldu? Güncellendi mi? Yoksa hala i’lalleri bilmek aynı derecede önemli mi? Hâla okuyanlarımız Binâ mı okurlar ve bitirince tekrar başa dönüp gene mi okurlar?!
Uygulamanın içinde olanlar ne derler?
Hele hele medrese özleminin giderek arttığı şu dönemde ufka nelerin konulmuş olduğu önemli olsa gerek.
Dua ile!
15.08.2014
GARİBCE



[1] Salana: Tokat ağzı.  Selhâne’den bozma. Selhâne yüzümhane demek. Köpek iyi ve carı ise sürüyü gütmeye gider. Tembel olan ise mezbahane etrafında kendisine bir kemik düşer mi diye miskin miskin yatar durur. İşte oradan alınmış bir tabirmiş.
[2] فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْناً فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَداً فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْماً فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيّاً.

1 yorum:

  1. Kürşat Kaan Baki: Cüz'den kül'e yol alamayışımız değil midir kağıttan bina'larımızı küle çeviren?

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...