Bir
Cuma namazı sonrası fakültedeyiz. Yaz sıcağı bunaltıcı. İnşaatlara sebep geriye
kalan tek kamelyanın altında sohbet ediyoruz. Şemsi Hocanın cömertliği bizlere
sütlü nuriye ikramı şeklinde tezahür ediyor. Tatlıca bir muhabbet derken Mahmut
Kaya Hoca geliyor ve sohbet koyulaşıyor ve tam demini buluyor.
Bir
arkadaş on beş yıl önce dinlediği bir hatırasını hatırlatıyor hocaya. Hoca o
öyle anlatılmaz şöyle anlatılır diyor ve öyküye en başından başlıyor. Takip
edebildiğim kadarıyla hoca on bir yaşındaydı başlarken ve ortalarına geldiğinde
artık on iki yaşında olduğundan bahsediyordu.
Eski
usul birkaç kitabı iyi okumuş ve adam yokluğunda İstanbul’da okutmaya da
başlamış âkil fakat henüz bâliğ olmayan birinin yaşça büyük bir abinin istismarı
sebebiyle yaşanan bir cercilik hikayesi. Öylesine Eskişehir’den başlayan
ve Haymana ovasında yaya olarak köy köy devam eden ve nihayetinde oldukça perişan bir vaziyette Yozgat Şefaatli’nin
bir köyünde sona erdirilen –devamı sanki var gibiydi- bir öykü.
Uzun
mu uzun.
İbret
dolu.
O
günün hem dinî, hem iktisadî hem sosyal hem de ilmî anlayışını yansıtması
bakımından ibret alınacak bir hayat hikâyesi. Hoca umulur ki etraflıca yazar
da sonraki nesiller ibret alır.
Neyse.
Gelelim bu yazının konusuna.
Henüz
bâliğ olmayan çocuk yaşta birinin nihayet imamı olmayan bir köye imam olması ve
orada hem vaaz edip hem de teravih kıldırması vb. gibi etkinliklerde bulunması
söz konusu.
O
köyde de halk ikiye bölünmüş ve yaşlı muhterem bir hocayı halkı barıştırmak
için getirmişler. Hocanın altına çift kat döşek atmışlar etrafına köyün
aklıyeterleri doluşmuş ve sohbet ediyorlar. Bu arada bizim Mahmut Kaya öteki
odada yaşıtları çocuklarla beraber oynuyor falan. Demişler ki: “Hocam, bizde
bir havuz var, bize Ramazan imamlığı yapıyor, hele bir imtihan et
bakalım, sahiden okumuş mu yoksa salanalık[1]
mı yapmış…” Hoca “Kim o?” diyor ve hemen havuzu çağırıyorlar. Hoca havuzu bir
süzüyor ve “Îmmâ terayinne”yi[2]
(Meryem
19/26) i’lâl edebilir
misin?” diye soruyor. Bizim havuz: “Dört çeşit i’lâli mümkün, hangisini
isterseniz onu yapayım diyor ve sonra bir güzel i’lâl yaparak hocaya istediğinden
âlâ bir cevap veriyor.
Hoca
bizim havuzu şöyle süzüyor, sakalını sıvazlıyor ve etrafındaki insanlara
dönerek. “Bu yaşıma geldim, böyle bir âlim görmedim!” diyor ve ekliyor. “Şimdi
siz “İmmâ terayinne’nin i’lâli de ne ola ki diyecek ve önemsiz bir şey
sanacaksınız. Bakın anlatayım. Vaktiyle çok büyük bir âlim ölmüş mezara
koymuşlar. Derken sorguya çekmek üzere Münker Nekir gelmiş, Hoca müthiş
heyecanlanmış ve korkuyla vücudu sarsılmış. Melekler: ‘Men Rabbüke ve men
nebiyyüke ve mâ dinüke…?’ diye sorular sormaya başlayınca hocanın heyecan ve
korkusu gitmiş, rahatlamış ve ‘Ben de
immâ terayinne’nin i’lâlini soracaklar sanmıştım’ demiş. İşte bu, o kadar büyük
bir mesele!” diye bizim havuzun ne kadar derin bir âlim olduğunun ispatını da hemen
yapıvermiş.
Henüz
çocuk sayılacak yaşıyla boyundan büyük işler yapan, hem kürsüde hem de mihrapta
vaazlar eden bizim havuz, hele bu tezkiyeden sonra köylülerin gözünde o kadar
büyük olmuş ki artık deme gitsin…
İşte
böyle… Birkaç gramer kitabı ezberleyip, kelimelerin gramer açısından izahlarını
da yapabildin mi en büyük âlim olduğun o günler bu ülkede ve bu toplumda
yaşandı.
İlmin
ufkuna çetrefilli birkaç i’lâl meselesini koyduğunda, âlim olmak için onları
öğrenmek yetiyor. Bunun ötesinde ne hayat tecrübesine ihtiyaç, ne dinin en genel
anlamıyla bizden neler istediklerine olan vukufiyet olsa ne olacak olmasa ne
olacak.
Hocanın
anlattığı olaylar tam da benim doğduğum yıla tekabül ediyor. Aradan beş altı
tane on yıl geçmiş bulunuyor. Acaba ufka konanlar ve idealler açısından neler
değişti. Âlim olmanın şartları neler oldu? Güncellendi mi? Yoksa hala i’lalleri
bilmek aynı derecede önemli mi? Hâla okuyanlarımız Binâ mı okurlar ve bitirince
tekrar başa dönüp gene mi okurlar?!
Uygulamanın
içinde olanlar ne derler?
Hele
hele medrese özleminin giderek arttığı şu dönemde ufka nelerin konulmuş olduğu
önemli olsa gerek.
Dua
ile!
15.08.2014
GARİBCE
[1] Salana: Tokat
ağzı. Selhâne’den bozma. Selhâne
yüzümhane demek. Köpek iyi ve carı ise sürüyü gütmeye gider. Tembel olan ise mezbahane
etrafında kendisine bir kemik düşer mi diye miskin miskin yatar durur. İşte
oradan alınmış bir tabirmiş.
[2] فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْناً فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ
الْبَشَرِ أَحَداً فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْماً فَلَنْ
أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيّاً.
Kürşat Kaan Baki: Cüz'den kül'e yol alamayışımız değil midir kağıttan bina'larımızı küle çeviren?
YanıtlaSil