Belli bir yaşa gelmiş hem işi hem
aşı olan mezun öğrencimize Dursun’a takılıyorum.
“Yahu Dursun! Bak senin hem işin
var, hem aşın var, orta boyunla yakışıklı da sayılırsın. Sesin de güzel. Hani
bizim meslekte “Seda ilmin yarısı” sayılır. Eee! O zaman neden hala bir eşin yok.
Biliyorsun bizim örfte bir insanın on tane evi olsa eşi olmasa ona “evli”
demezler. Ama evi olmasa bir tane kendine eş bulsa evsizliğine bakmazlar ona “evli”
derler.
-Dursun! Yoksa senin şöyle şöyle
uçuk şartların mı var? Hani bir öğrenci hocasına demiş. Hocam bana bir kız bul,
boyu selvi gibi uzun olsun, ay yüzlü, ceylan gözlü olsun, endamı güzel olsun,
bakışı işveli, yürüyüşü cilveli olsun. Hocam babası da zengin olsun… Hızını
alamamış “–Ha! Hocam!” demiş “ve de zarif olsun, zarif…”
Hocanın adı da Arif, tepesi atmış:
“Köpoğlu öyle birini bulsa onu kendine alırdı Arif!” demiş.
Bizim Dursun, “Yok be, Hocam!”
dedi. “Benim öyle özel bir şartım yok lakin özel durumum var. Annem ve
kardeşlerim ile ben ilgileniyorum. Kız kardeşim yanımda. Bekâr erkek kardeşim ise tarih bölümünden yeni
mezun oldu. Bu durumu karşı taraflar genelde sıkıntı yapıyorlar. Dubleks ev
gibi alternatifler düşünebiliyorum sadece… Öyle olunca da olmuyor işte!”
İçim yanıyor ve “Ah be kuzum! Bu
yiğitliğinle, bu fedakârlığınla, kadirnaslığınla sana gelmeyen kız varsın hiç
gelmesin. Küçücükken ölen babanın ardından nice çilelerle kendisini büyüten
anneye sahip çıkmak ve “Onlar beni nasıl küçükken büyüttülerse Sen de şimdi
onları merhamet kanatlarının altına al!” buyruğu fehvasınca, anneye kol kanat
germek, kardeşlerin sorumluluğunu üstlenmek ve onları büyütüp hayata hazırlamak
gerçek anlamda yiğitlik değil mi?...
“Öyle ama…!” diyor Dursun, sanki
artık kader böyle imiş gibi “Günümüzde
kızlar bu şartlara pek sıcak bakmıyorlar hocam!” diye iç çekiyor. Ve ekliyor:
“-Hocam! Annem çok sıkıntı çekti.
Ben hayatta olduğum sürece sıkıntı çeksin istemiyorum. Meğerki bekâr kalsam
bile. Annem de üzülüyor ama o Anadolu insanı işin diğer tarafını pek akıl
edemiyor…”
İşte bir öykü. Hayatın içinden ve
capcanlı…
Öbür tarafta da evlenemeyen pek
çok kızımız var. Birçoğu doğurganlık yaşını tamamlamış halde… Onlar da artık bu
durumu kader olarak görmeye başlamış halde.
Özgürlük diye diye bize
vadettikleri bir serap uğruna ne faturalar ödedik ve hala ödemekteyiz ve de bu
gidişle daha çoook ödeyeceğe benziyoruz.
Özgürlüğü biz hep heva ve
heveslerimizin zebunu olmayı anladık, iradî olarak bir şeyler yapabilmenin imkânı
olarak görmedik. Mutluluğu paylaşmada, diğerkâmlıkta değil bencillikte ve
tüketimde aradık. Ve tabii bulamadık. Çünkü aradığımız yerde mutluluk yoktu.
Mutluluk yuvadaydı, mutluluk
paylaşmada idi, mutluluk sevdiklerimize adanmışlıkta idi, sevdiklerimizin
uğrunda yorulmaktaydı, en az almak kadar vermekti. Ailenin çilesi mürüvvetti.
Evlilik bir tür kulluk kölelikti.
Allah da bizi zaten kul olalım
diye yaratmıştı.
Dua ile!
16.07.2017
GARİBCE
Hüseyin Erdoğan: Derslik ve ibretlik kitap dolusu bir yazı...
YanıtlaSilIfade ise hem sıcak hem de müşfik...
İbrahim Tüfekçi: Okudum hocam. Maalesef kızlarımızın evlenememeleri sosyal bir trajedi. Çok üzüntü verici. Allah yardımcıları olsun.
Sosyologlarimiz, sosyalpsikologlarimizin bu konulara eğilmesi gerekmez mi? Neden böyle?
YanıtlaSil