Müslümanlar olarak edebiyatta pek bir kaviyiz maşallah!
Sosyal medyada öyle güzellikler paylaşılıyor ki, Garibce
olarak hep ah vah etmişim, dizlerimi dövmüşümdür.
Bu güzellikleri görüp de Müslüman olmayan olur mu?
Sonra vakıamıza bakıyorum, hayretler ediyorum.
Müslümanlık bu kadar güzel bir şey ise neden bize bu
güzellikler sirayet etmiyor, diye hayıflanıyorum.
Öyle ya herkesi kurtaran bu Müslümanlık neden Müslümanları
kurtarmıyor.
Ölen Müslüman, öldüren Müslüman.
Söz veren Müslüman, sözünde durmayan Müslüman.
Yaptığı işin hakkını vermeyen, yaptığını itkan ve ihsan
üzere yapmayan Müslüman.
Emanet dağlara taşlara, yere göğe ağır geldi, onu biz
üstlendik diye hava atan da müslüman ama ona herkesten çok hıyanet eden de
Müslüman.
Dinimiz bize emanetti, yüceltmedik. Bize bakarak dinden
uzaklaşanların sayısı her gün artıyor. Kendi öz çocuklarımız bile bizim
yaşantımızda şekillenen Müslümanlığı istemiyorlar ve de çok haklılar.
“İslam, “silm” kökündendir, barış, huzur ve sekinet demektir”
diyen biz, ama her yerde şiddet uygulayan, huzursuzluk veren de biz.
“Besmelemiz Rahman ve Rahîm adıyla!” diyen biz, ama Rahman’ın
gereği bütün varlığı kucaklaması gerekirken kendine benzemeyeni dışlayan,
kendine benzeyeni ise bir güzel haşlayan da biz.
Vefakarlık, diğerkâmlık yok, gayrın derdi değil derdimiz, “Rabbenâ
hep bana!” olmuş virdimiz.
Hasbilik yerini hesabilik almış, tavuk veriyorsak insanlık
için değil, kaz beklediğimizdendir.
Kamu binalarını yaptırıyorsak, silinen vergi borçlarımızın
cüzî bir karşılığı olması içindir.
Yol yaptırıyorsak, daha büyük ihalelere yol bulabilmek
içindir.
Kamu hakkı Allah hakkı demektir. Bunu öğrendik ya işimiz
daha da kolaylaştı. Madem Allah hakkıdır öyle ise Zengin olan Allah’ın ihtiyacı
mı vardır, götür götürebildiğin kadar, dedik. “Devlet malı deniz, yemeyen
domuz!” atasözümüzü sadece Hasan Celal Güzel gibi “enayi”ler idrak edemedi. Oysa
Allah hakkı demek devletlular tarafından asla ıskatı mümkün olmayan haklar
demekti. Kim, kimin hakkını düşürüyor ki?! Özel velayetlerde bir veli,
çocuğunun malını karşılıksız olarak hayır cihetine bile olsa asla harcayamaz.
Karşılığını tam olarak yerine koymadan asla elden çıkaramaz, kendisi
sahiplenemez. Kamu velayetleri de aynıdır. Velayet, koruma ve kollama esası
üzerine kuruludur. O yüzden kamu hakkında, kamunun yararına olmayan hiçbir tasarruf
meşru olmaz.
“Tasarrufu’l-imâm ale’r-raiyyeti menûtun bi’l-maslaha.”
"Raiyye, yani teb'a üzerine tasarruf maslahata
menuttur." (Mecelle: 59)
Aile ve çocuklarımızla yeterince ilgilenmiyoruz. Kendi
özümüzden sonra en büyük emanetler, eşlerimiz ve çocuklarımızdır. Ondan sonra
işlerimizdir.
İşlerimizin hakkını vermiyoruz.
İşin hakkını vermeyi de
enayilikle eşdeğer görüyoruz.
İnsanları yapıp ettikleri ile
değerlendirmiyoruz.
Kimin nesi, kimin fesi, kimin
arkasını temizleyen süpürgesi… ona bakıyoruz.
Allah’a yakınlığı, “Allah’ın esmasında tecelli
eden değerlerin kişide gerçekleşmesi ile olduğunu görmüyor, Allah’ın “sözde” yeryüzü
acentalarına yakınlıkları ya da aidiyet ve bağlılıkları olarak görüyoruz.
İslamlığımızın ancak insanlığımız üzerine inşa
edilebileceğini idrak edemiyoruz.
Kur'ân’ımızın her derde deva olduğunu, onda yaş
kuru her şeyin olduğunu iddia ediyoruz.
Onun işaret ettiğine bakmak ve gereğini yapmak yerine
bakışlarımızı kendisine odaklıyoruz.
Okuyoruz, okuyoruz, okuyoruz. Sonra gene
okuyoruz, gene okuyoruz. Ama gösterilen ilacı kullanmadığımız için bir türlü
iyi olmuyoruz.
Ya da biz iyi olduk da Garibce olarak felaket
tellallığımı yapıyoruz.
Bilemiyoruz.
Dua ile!
31.03.2018
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder