31 Mart 2018 Cumartesi

Kur'ân bizi de iyi edecek mi?



Müslümanlar olarak edebiyatta pek bir kaviyiz maşallah!
Sosyal medyada öyle güzellikler paylaşılıyor ki, Garibce olarak hep ah vah etmişim, dizlerimi dövmüşümdür.
Bu güzellikleri görüp de Müslüman olmayan olur mu?
Sonra vakıamıza bakıyorum, hayretler ediyorum.
Müslümanlık bu kadar güzel bir şey ise neden bize bu güzellikler sirayet etmiyor, diye hayıflanıyorum.
Öyle ya herkesi kurtaran bu Müslümanlık neden Müslümanları kurtarmıyor.
Ölen Müslüman, öldüren Müslüman.
Söz veren Müslüman, sözünde durmayan Müslüman.
Yaptığı işin hakkını vermeyen, yaptığını itkan ve ihsan üzere yapmayan Müslüman.
Emanet dağlara taşlara, yere göğe ağır geldi, onu biz üstlendik diye hava atan da müslüman ama ona herkesten çok hıyanet eden de Müslüman.
Dinimiz bize emanetti, yüceltmedik. Bize bakarak dinden uzaklaşanların sayısı her gün artıyor. Kendi öz çocuklarımız bile bizim yaşantımızda şekillenen Müslümanlığı istemiyorlar ve de çok haklılar.
“İslam, “silm” kökündendir, barış, huzur ve sekinet demektir” diyen biz, ama her yerde şiddet uygulayan, huzursuzluk veren de biz.
“Besmelemiz Rahman ve Rahîm adıyla!” diyen biz, ama Rahman’ın gereği bütün varlığı kucaklaması gerekirken kendine benzemeyeni dışlayan, kendine benzeyeni ise bir güzel haşlayan da biz.
Vefakarlık, diğerkâmlık yok, gayrın derdi değil derdimiz, “Rabbenâ hep bana!” olmuş virdimiz.
Hasbilik yerini hesabilik almış, tavuk veriyorsak insanlık için değil, kaz beklediğimizdendir.
Kamu binalarını yaptırıyorsak, silinen vergi borçlarımızın cüzî bir karşılığı olması içindir.
Yol yaptırıyorsak, daha büyük ihalelere yol bulabilmek içindir.
Kamu hakkı Allah hakkı demektir. Bunu öğrendik ya işimiz daha da kolaylaştı. Madem Allah hakkıdır öyle ise Zengin olan Allah’ın ihtiyacı mı vardır, götür götürebildiğin kadar, dedik. “Devlet malı deniz, yemeyen domuz!” atasözümüzü sadece Hasan Celal Güzel gibi “enayi”ler idrak edemedi. Oysa Allah hakkı demek devletlular tarafından asla ıskatı mümkün olmayan haklar demekti. Kim, kimin hakkını düşürüyor ki?! Özel velayetlerde bir veli, çocuğunun malını karşılıksız olarak hayır cihetine bile olsa asla harcayamaz. Karşılığını tam olarak yerine koymadan asla elden çıkaramaz, kendisi sahiplenemez. Kamu velayetleri de aynıdır. Velayet, koruma ve kollama esası üzerine kuruludur. O yüzden kamu hakkında, kamunun yararına olmayan hiçbir tasarruf meşru olmaz.
“Tasarrufu’l-imâm ale’r-raiyyeti menûtun bi’l-maslaha.”
"Raiyye, yani teb'a üzerine tasarruf maslahata menuttur." (Mecelle: 59)
Aile ve çocuklarımızla yeterince ilgilenmiyoruz. Kendi özümüzden sonra en büyük emanetler, eşlerimiz ve çocuklarımızdır. Ondan sonra işlerimizdir.
İşlerimizin hakkını vermiyoruz.
İşin hakkını vermeyi de enayilikle eşdeğer görüyoruz.
İnsanları yapıp ettikleri ile değerlendirmiyoruz.
Kimin nesi, kimin fesi, kimin arkasını temizleyen süpürgesi… ona bakıyoruz.
Allah’a yakınlığı, “Allah’ın esmasında tecelli eden değerlerin kişide gerçekleşmesi ile olduğunu görmüyor, Allah’ın “sözde” yeryüzü acentalarına yakınlıkları ya da aidiyet ve bağlılıkları olarak görüyoruz.
İslamlığımızın ancak insanlığımız üzerine inşa edilebileceğini idrak edemiyoruz.
Kur'ân’ımızın her derde deva olduğunu, onda yaş kuru her şeyin olduğunu iddia ediyoruz.
Onun işaret ettiğine bakmak ve gereğini yapmak yerine bakışlarımızı kendisine odaklıyoruz.
Okuyoruz, okuyoruz, okuyoruz. Sonra gene okuyoruz, gene okuyoruz. Ama gösterilen ilacı kullanmadığımız için bir türlü iyi olmuyoruz.
Ya da biz iyi olduk da Garibce olarak felaket tellallığımı yapıyoruz.
Bilemiyoruz.
Dua ile!

31.03.2018
GARİBCE



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...