İnsanın
zihninde yapacağı işlerle ilgili bir ehem mühim sıralaması (sıradüzen)
bulunmalı ve her soruna kendi önemine göre bir değer atfetmeli ve ona göre
hayat mücadelesini sürdürmelidir.
Ne
var ki bu öyle kolay yapılabilecek bir şey değildir. Bunun olabilmesi için
insanın hikmet sahibi (bilge) olması gerekiyor.
Çünkü
hikmet, her şeyi yerli yerince yapmak, taşı gediğine koyar gibi sözü yerinde
söylemek, işi yerinde yapmaktır.
Yüce
Allah hidayetini esirgemediği gibi hikmetini de esirgemedi ve biz insanlara
lütufta bulundu. Ne var ki kimimiz bundan yeterince nasiplendi kimimiz ise
mahrum kaldı.
Birey
olarak öyle olduğumuz gibi ümmet olarak da ilahî hikmetten yeterince nasiptar
olamadığımız yapıp ettiklerimizden ve bunların sonucu şu anda dünya milletleri
arasındaki bulunduğumuz yerden
anlaşılıyor.
Büyük
İslam âlimi Yusuf el-Karadâvî vaktiyle yazmış olduğu Fıkhu’l-evleviyyât
adlı eserinin girişinde genel bir değerlendirme yapar ve kamu Müslümanların bu
hikmetten yoksunlukları sonucu yapmış oldukları bazı hataları tespit eder.
Özetle
şöyle der:
1.Müslümanlar,
ümmetin tamamını ilgilendiren ve farzı kifaye kabilinden olan hususları –büyük
ölçüde- ihmal ettiler: İlim, savaş ve sanayi alanlarında üstün başarı göstermek gibi.
2.
Farz-ı ayın olan bazı hususları ihmal ettiler ya da onlara gereken değeri
vermediler. Mesela Kur’an’ın imana dair hususları anlatırken namaz ve zekattan
bile önde tuttuğu iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma (el-Emru bi’l-marûf
ve’n-nehyü ani’l-münker) şeklindeki farzın durumu böyledir.
3.
Rükünlerin bir kısmına diğerlerinden daha fazla önem verdiler. Mesela orucu
namazdan daha fazla önemsediler.
4.
Bazı nafilelere, farz ve vaciplerden daha fazla önem verdiler. Nitekim pek çok dindar
kişide görülen durum budur. Onlar zikir, tesbih ve evradı çok yaparlar fakat
aynı önemi pek çok farza, özellikle de sosyal alanla ilgili olanlara vermezler.
Mesela ana babaya iyilik, akrabaları ziyaret (sıla-ı rahim), komşuya iyilik ve
yardım, güçsüzlere merhamet, yetim ve yoksulları koruma ve gözetme, çirkin ve
yanlış şeylere karşı çıkma, sosyal ve siyasî zulme tepki gösterme gibi konulara tesbih ve zikre verdikleri önemi
vermezler.
5.
Namaz ve zikir gibi, ferdî ibadetlere cihat, fıkıh, insanların arasını
düzeltme, iyilik ve takvada yardımlaşma, sabır ve merhameti tavsiye etme,
adalet ve şuraya devam etme ve genel olarak insan haklarına, özel olarak da
güçsüz insanlarınkine riayet etme gibi, faydası genel olan sosyal ibadetlerden
daha çok itina gösterdiler.
6.
İnsanların çoğu, usul (ilke/ esas) ile ilgili meseleleri ihmal edip furû
(ayrıntı) ilgili amellere önem verdiler. Din binasının esası durumunda olan
akide, iman, tevhit ve dini sadece Allah’a mahsus kılma gibi hususlardan
habersiz oldular. (Çoğu kez dini başörtüsü, el kesme gibi imgelere
indirgediler).
7.
İnsanların çoğu yaygınlaşan haramlara karşı veya zayi edilmiş farzlar uğruna
mücadele vermekle meşgul olmaktan çok, mekruh veya şüpheli şeylerle meşgul olmaktadır.
Aynı şekilde haramlığı kesin olan mesele dururken, haramlığı veya helalliği
tartışmalı hususlarla meşgul olunmaktadır. Fotoğraf çekilmek, şarkı söylemek,
peçe takmak vb. ihtilaflı meselelere merak sarmak gibi.
8.
İnsanların çoğu helak edici büyük günahlardan haberdar olmadıkları halde, küçük
günahlara tepki göstermeye yönelmişlerdir. Bu helak edici günahlar dinle ilgili
olduğu gibi, sosyal konularla ilgili de olabilir.
Dini
olanlara örnek: Büyücülük, kehanet, kabirleri mescit ve adak yeri haline
getrime, ölülere kurban kesme, ölülerden medet umma, onlardan ihtiyaçlarını
yerine getirmelerini ve sıkıntılarını defetmelerini isteme ve tevhit inancının
safiyetini bozan diğer meseleler gibi.
Helak
edici büyük günahların sosyal alanla ilgili olanlarına bazı örnekler ise
şunlardır: Şura ve sosyal adaleti zayi etmek, hürriyeti, insan haklarını ve
insan saygınlığını yok etmek, işi ehlinden başkasına teslim etmek, seçimlere
şaibe karıştırmak, ümmetin servetini yağmalamak, soy-sop ve tabaka imtiyazını
kabul etmek ve helak edici israf ve lüksün yaygınlaşması. (Özetle:
Yusuf el-Karadâvî, Fıkhu’l-evleviyyât, Öncelikler Fıkhı, trc. Abdullah
Kahraman, İz Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 30-33)
Dua
ile!
03.02.2014
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder