11 Şubat 2014 Salı

İnsanlık ve sorumluluk


İmdi öyle ayetler var ki sorumluluğun bireysel olduğunu ve hiçbir kimsenin başkasına ait bir yükü taşımayacağını ifade ediyor. (bk. El-En’âm 6/164; el-İsrâ 17/15; en-Necm 53/38)
“Herkes, kendi yapıp ettiği karşılığında tutsaktır” buyruluyor (bk. el-Müddessir 74/38)[1]
Buna mukabil topyekun insanlık ailesinin de bir şahs-ı manevi olarak muhatap alındığı ve dolayısıyla içlerinden bazılarının işledikleri yüzünden sorumluluğa topluca dahil olduklarını ve hatta bu yüzden başa gelen musibet ve belaların ayrım yapmaksızın hereksin başına benzer şekilde geleceğini ifade eden ayetlerimiz de bulunmaktadır.
Karada ve denizde meydana gelen bozgunun, insanların kendi yapıp ettiklerinin bir sonucu olduğunu ve başa gelecek azaba da topyekun muhatap olacaklarını belirten ayet mesela böyledir. (el-Kehf 18/58)
Günümüzde çevre felaketleriyle yüz yüze olduğumuz söyleniyor.
Ve yine bir çok ayet-i kerime insanların belayı hak etmelerine rağmen Allah’ın eşsiz rahmetinin ve Gafûr oluşunun bir sonucu olarak azabın geciktirildiği ve gelen azabın da –şayet gelmişse- üstelik bir hayli indirimli olarak geldiği ifade buyruluyor. (bk. el-Kehf 18/58) eş-Şûrâ 42/30, 34)[2]
Sünnetullah olarak şöyle bir sosyal yasadan bahsediliyor:
Allah bir kavmi helak etmek istediği zaman ora halkının mütreflerine (kodamanlarına, ileri gelenlerine) emreder, onlar da fıska, lüks ve sefahate dalar, yoldan çıkarlar, Allah da onların başına belayı sarar[3]. Haliyle gelen bela da ayrım yapmadan, içlerindeki masumlarla birlikte hepsini yok eder, etkiler.
Hz. Peygamberimizin gemi benzetmesini hatırlayalım. Hepimiz aynı gemide yolculuk yapmaktayız. İçimizdeki bazılarının yanlışları yüzünden bunlar iyi niyetli bile olsalar gemi su almaya başladığı zaman hep birlikte batarız ve de öyle oluyor.
Alkollü bir sürücü trafiğe çıkıyor, nice mala ve cana zarar verebiliyor. Hiç dahli olmayan nice masum insanlar onun bu hatalı davranış yüzünden zarar görüyor.
Bir sigara müptelası izmariti rastgele atıyor ve bunun sonucunda sebebiyet verdiği yangın yüzünden tam bir çevre felaketi yaşanabiliyor ve yerde sürünen karıncalara varıncaya kadar nice canlı varlıklar bundan zarar görüyor.
İşlenen her cinayetin, nice masum mağdurları oluyor. Her birine sebep toplumun vicdanı kanıyor.
Bir baba suç işliyor. Tüten ocakları sönmeye mahkum oluyor. Bu ocağı tüttürmek henüz ortaokula giden bir çocuğun omzuna bir yük olarak biniyor. Annesini ve küçük kardeşlerini geçindirebilmek için o çocuğun okuldan alınması gibi bir durum söz konusu oluyor. Bir anda o çocuğun bütün gelecek umutları suya düşüyor ve hayatı kararıyor.
Sonra kim bilir o çocuk omzuna binen bu ağır yükün altında eziliyor, ekmek parası kazanamadığı için ekmeğini çalmaya başlıyor. Kolay para kazanmak için yollar arıyor ve belki mafyanın eline düşüyor. İş ekmek parası kazanmaktan çıkıyor ucu cinayetlere varan korkunç bir şebekenin bir parçası olma noktasına ve oradan da kim bilir hangi mecralara doğru gidiyor.
Beyşehir gölünün kuzey tarafında adını yeni öğrendiğim Anamas dağları varmış. Rivayete göre isim “Anamı as!”dan geliyormuş. Rivayet bu ya, bir adam çok suç işlemiş, sonra o dağları mekan tutmuş, sonunda yakalanmış ve asılmasına karar verilmiş. İdam mahkumu “Beni değil anamı as, çünkü beni bu hale o sürükledi!” falan diyesiymiş. İsim oradan geliyormuş. Bu hikayeyi duyduğum zaman bizim ilk okulda oynadığımız bir piyes aklıma geldi. Bir adam idama mahkum olmuş, son arzusunu soruyorlar. O da “Anamın dilini öpmek istiyorum!”  diyor. Anasını getirtiyor hakim ve son arzusunu yerine getirmesini istiyor. Annesi dilini uzatınca oğlu hart diye anasının dilini ısırıyor ve kadının dilini koparıyor. “Niye böyle yaptın insafsız ve de hayırsız evlat!” dediklerinde: “Ben ilk kez yumurta çaldığımda Anam bana yanlış yaptığım söylemedi, bana aferin, dedi ve yaptığıma sevindi. Ben de annemi memnun etmek için bu kez tavuk çaldım. Annem gene bana aferin dedi ve arkamı sıvazladı. Sonra koyun çaldım. Derken iş bu noktaya geldi!”. demiş.
İmdi insanların başına bir şey geldiği zaman biz insanlık olarak onun sebebini illa ki kendimizde aramak durumundayız. Kader diye Allah’a yüklemeye çalışmak çok hoşumuza gidiyor ve böylece sorumluluktan da kurtulmuş oluyoruz (Daha doğrusu öyle sanıyoruz. Sonra da o sorumluluk katlanarak önümüze fatura olarak bir şekilde konuyor!)
İmdi  okulu terk etmek durumunda olan bu çocuğun ne suçu var? Belli ki kader diyebiliriz.
Peki, o çocuğun okulu terk etmesine sebep olan hadise nedir, tabi onu bilmiyoruz. O çocuğun babasını suça iten sebep ne? Acaba insanlık olarak suç işleyen insanların suça itilmesinde şöyle ya da böyle bir katkımız yok mudur?
Olur ya insan olması hasebiyle ayağı kaymış ve lağım çukuruna düşmüş bir insanla karşılaşsak, acaba kaçımız elimizi uzatır ve o insanın oradan çıkması için çare arar, yardım ederiz. Kahir ekseriyetimiz burnumuzu tutarak oradan kaçarız. O çukura düşen kişi de çaresizlik içinde bocalarken, oradan kurtulması halinde içine itildiği öfke haliyle her tarafı pislik eder ve ondan sonra da hep birlikte ah eder sızlanırız. Her tarafımıza pisliğin bulaşmasını kader diye gene Allah’a yıkarız.
Hapishaneye düşen insanlara hep kader mahkumu diyorlar. Bu kader ne menem bir şey ise, insanları seçiyor ve bir kısmını hapishanelere tıkıyor, bir kısmını batakhanelere düşürüyor ve bir kısmını da gönenmeleri için dünya cennetlerine koyuyor.
Madem ki kader, öyle ise hiç kimsenin hiç kimseye de bir diyeceği olmamalı.
Bilemiyorum. Ama bu anlayış bana yanlış gibi geliyor.
Evet, bazen her türlü tedbire rağmen gerçekten hiç ilgisi olmayan insanlar mağdur oluyor, canları yanıyor. Trafik bunun en açıklayıcı örneklerinden biri.
Adam park ederken, öteden takla atarak gelen bir aracın altında kalıyor, can veriyor veya sakat kalıyor. Eh ne yapalım kader. Doğrudur o adamın yapabileceği bir şey yoktur. Yapması gerektiği halde yapmadığı bir tedbiri yoktur, herhangi bir ihmali bulunmamaktadır. Kendisi tamamen kurbandır. Ne kurbanı? Belli ki insanlık kurbanı.
İnsanlık da bir şahs-ı manevi olarak yapıp ettiklerinden dolayı mükafat görüyor ya da cezalandırılıyor. Eğer insanlık o takla atarak gelen aracın varlığına izin vermeseydi, bu kaza olur muydu?
İnsanlık top yekun bir beden gibi hareket etseydi ve bir uzvun rahatsızlığının bütün bedeni huzursuz ve uykusuz etmesi gibi, bireylerin yanlış ve hatalı davranışlarından huzursuz olsaydı, buna sebep sorumluluk alsaydı, tüm olup bitenlerden evvelemirde ve bizzat insanlığın sorumlu olduğuna inansaydı, her biri elini taşın altına koysaydı, insanlığın genel huzur ve mutluluğu için lazım olan her bir irtifakın (ihtiyacın) karşılanması için gerekli olan kurumları oluştursaydı ve bu kurumların işlemesi sorumluluğunu üstüne alsaydı adına kader dediğimiz musibetlerin pek çoğu olmazdı.
Ehliyet, ancak ehil olana verilseydi, can yakanların canlarının yanacağı ve hiçbir kimseye yaptığının yanına kâr kalmayacağı toplum içinde  bir inanca dönüştürülseydi, trafik kuralları yerinde olsaydı, denetim tam olsaydı, hata yapanlara asla müsamaha gösterilmeseydi, bazı adamlar kayırılmasaydı, imtiyazlı kimse olmasaydı… daha huzurlu bir toplum olurdu ve bireyler de o genel huzurdan daha çok mutluluk devşirirlerdi.
Mutlu ve huzurlu insan niye suç işlesindi. Babası evlerine ekmek getiriyorken orta okul çocuğu okulunu neden terk etmek zorunda kalsındı.
Bütün yanlışlar için benzer sebepler halkasını söz konusu etmek mümkündür. O yüzden Allah “Bütün bunlar ellerinizle işlediniz yüzünden…” buyuruyor.
İblis, isyan edince çözümü Allah’ı suçlamada buldu. “Beni azdırdığın hakkı için…” diye söze başladı.
Âdem babamız da kendini suçladı, işlediği kabahati kendinden bildi.
Biri insan oldu.
Diğeri de şeytan oldu.
İmdi biz de her ikisine yatkın varlıklar olarak insan olma şansımız da var, şeytan olma bedbahtlığımız da var.
İnsan diyordu bir zat (ismini hatırlayamadım) bir eliyle meleğin diğer eliyle de şeytanın elini tutmuş halde.
“Ve hedeynâhu’n-necdeyn…”
“Ona iki yolu da gösterdik.”
Artık seçmesi bize kalmış.
Ne yapalım kader deyip de çamura yatmak seçimimiz olmamalı.
Dua ile!
11.02.2014
GARİBCE




[1] كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ  [المدثر : 38]
أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى (38) وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلَّا مَا سَعَى (39) وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى (40) ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاءَ الْأَوْفَى (41) وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنْتَهَى [النجم : 38 - 42]
وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلَّا عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ  [الأنعام : 164]
مَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَنْ ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولًا
[2] وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِهِ مَوْئِلًا  [الكهف : 58]
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُمْ بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ  [الروم : 41]
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَى ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا [فاطر : 45]
الْيَوْمَ تُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ [غافر : 17]
وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرٍ  [الشورى : 30]
[3] وَإِذَا أَرَدْنَا أَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُوا فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا  [الإسراء : 16]

1 yorum:

  1. herdogan38@.
    Sessiz ve sakince bakışlardan ne hikmetler çıktığını Garibce'nin Beyşehir ziyaretinde bir kez daha görmüş olduk... İbretamiz bir bakış açısı yakalama melekesine sahip olmanın pratik bir fikir üretmeye dönüşünü Garibce'de gördük...Ne mutlu.... Muammer ömür ve velüt bir çalışma dileği ile...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...