İmdi öyle ayetler var ki sorumluluğun bireysel
olduğunu ve hiçbir kimsenin başkasına ait bir yükü taşımayacağını ifade ediyor.
(bk. El-En’âm
6/164; el-İsrâ 17/15; en-Necm 53/38)
“Herkes,
kendi yapıp ettiği karşılığında tutsaktır” buyruluyor (bk. el-Müddessir 74/38)[1]
Buna
mukabil topyekun insanlık ailesinin de bir şahs-ı manevi olarak muhatap
alındığı ve dolayısıyla içlerinden bazılarının işledikleri yüzünden sorumluluğa
topluca dahil olduklarını ve hatta bu yüzden başa gelen musibet ve belaların
ayrım yapmaksızın hereksin başına benzer şekilde geleceğini ifade eden
ayetlerimiz de bulunmaktadır.
Karada
ve denizde meydana gelen bozgunun, insanların kendi yapıp ettiklerinin bir
sonucu olduğunu ve başa gelecek azaba da topyekun muhatap olacaklarını belirten
ayet mesela böyledir. (el-Kehf 18/58)
Günümüzde
çevre felaketleriyle yüz yüze olduğumuz söyleniyor.
Ve
yine bir çok ayet-i kerime insanların belayı hak etmelerine rağmen Allah’ın
eşsiz rahmetinin ve Gafûr oluşunun bir sonucu olarak azabın geciktirildiği ve
gelen azabın da –şayet gelmişse- üstelik bir hayli indirimli olarak geldiği
ifade buyruluyor. (bk. el-Kehf 18/58) eş-Şûrâ 42/30, 34)[2]
Sünnetullah
olarak şöyle bir sosyal yasadan bahsediliyor:
Allah
bir kavmi helak etmek istediği zaman ora halkının mütreflerine (kodamanlarına,
ileri gelenlerine) emreder, onlar da fıska, lüks ve sefahate dalar, yoldan
çıkarlar, Allah da onların başına belayı sarar[3].
Haliyle gelen bela da ayrım yapmadan, içlerindeki masumlarla birlikte hepsini yok
eder, etkiler.
Hz.
Peygamberimizin gemi benzetmesini hatırlayalım. Hepimiz aynı gemide yolculuk
yapmaktayız. İçimizdeki bazılarının yanlışları yüzünden bunlar iyi niyetli bile
olsalar gemi su almaya başladığı zaman hep birlikte batarız ve de öyle oluyor.
Alkollü
bir sürücü trafiğe çıkıyor, nice mala ve cana zarar verebiliyor. Hiç dahli
olmayan nice masum insanlar onun bu hatalı davranış yüzünden zarar görüyor.
Bir
sigara müptelası izmariti rastgele atıyor ve bunun sonucunda sebebiyet verdiği
yangın yüzünden tam bir çevre felaketi yaşanabiliyor ve yerde sürünen
karıncalara varıncaya kadar nice canlı varlıklar bundan zarar görüyor.
İşlenen
her cinayetin, nice masum mağdurları oluyor. Her birine sebep toplumun vicdanı
kanıyor.
Bir
baba suç işliyor. Tüten ocakları sönmeye mahkum oluyor. Bu ocağı tüttürmek
henüz ortaokula giden bir çocuğun omzuna bir yük olarak biniyor. Annesini ve
küçük kardeşlerini geçindirebilmek için o çocuğun okuldan alınması gibi bir durum
söz konusu oluyor. Bir anda o çocuğun bütün gelecek umutları suya düşüyor ve
hayatı kararıyor.
Sonra
kim bilir o çocuk omzuna binen bu ağır yükün altında eziliyor, ekmek parası
kazanamadığı için ekmeğini çalmaya başlıyor. Kolay para kazanmak için yollar
arıyor ve belki mafyanın eline düşüyor. İş ekmek parası kazanmaktan çıkıyor ucu
cinayetlere varan korkunç bir şebekenin bir parçası olma noktasına ve oradan da
kim bilir hangi mecralara doğru gidiyor.
Beyşehir
gölünün kuzey tarafında adını yeni öğrendiğim Anamas dağları varmış. Rivayete
göre isim “Anamı as!”dan geliyormuş. Rivayet bu ya, bir adam çok suç işlemiş,
sonra o dağları mekan tutmuş, sonunda yakalanmış ve asılmasına karar verilmiş.
İdam mahkumu “Beni değil anamı as, çünkü beni bu hale o sürükledi!” falan
diyesiymiş. İsim oradan geliyormuş. Bu hikayeyi duyduğum zaman bizim ilk okulda
oynadığımız bir piyes aklıma geldi. Bir adam idama mahkum olmuş, son arzusunu
soruyorlar. O da “Anamın dilini öpmek istiyorum!” diyor. Anasını getirtiyor hakim ve son arzusunu
yerine getirmesini istiyor. Annesi dilini uzatınca oğlu hart diye anasının
dilini ısırıyor ve kadının dilini koparıyor. “Niye böyle yaptın insafsız ve de
hayırsız evlat!” dediklerinde: “Ben ilk kez yumurta çaldığımda Anam bana yanlış
yaptığım söylemedi, bana aferin, dedi ve yaptığıma sevindi. Ben de annemi
memnun etmek için bu kez tavuk çaldım. Annem gene bana aferin dedi ve arkamı
sıvazladı. Sonra koyun çaldım. Derken iş bu noktaya geldi!”. demiş.
İmdi
insanların başına bir şey geldiği zaman biz insanlık olarak onun sebebini illa
ki kendimizde aramak durumundayız. Kader diye Allah’a yüklemeye çalışmak çok
hoşumuza gidiyor ve böylece sorumluluktan da kurtulmuş oluyoruz (Daha doğrusu
öyle sanıyoruz. Sonra da o sorumluluk katlanarak önümüze fatura olarak bir
şekilde konuyor!)
İmdi okulu terk etmek durumunda olan bu çocuğun ne
suçu var? Belli ki kader diyebiliriz.
Peki,
o çocuğun okulu terk etmesine sebep olan hadise nedir, tabi onu bilmiyoruz. O
çocuğun babasını suça iten sebep ne? Acaba insanlık olarak suç işleyen
insanların suça itilmesinde şöyle ya da böyle bir katkımız yok mudur?
Olur
ya insan olması hasebiyle ayağı kaymış ve lağım çukuruna düşmüş bir insanla
karşılaşsak, acaba kaçımız elimizi uzatır ve o insanın oradan çıkması için çare
arar, yardım ederiz. Kahir ekseriyetimiz burnumuzu tutarak oradan kaçarız. O
çukura düşen kişi de çaresizlik içinde bocalarken, oradan kurtulması halinde
içine itildiği öfke haliyle her tarafı pislik eder ve ondan sonra da hep
birlikte ah eder sızlanırız. Her tarafımıza pisliğin bulaşmasını kader diye gene
Allah’a yıkarız.
Hapishaneye
düşen insanlara hep kader mahkumu diyorlar. Bu kader ne menem bir şey ise,
insanları seçiyor ve bir kısmını hapishanelere tıkıyor, bir kısmını
batakhanelere düşürüyor ve bir kısmını da gönenmeleri için dünya cennetlerine
koyuyor.
Madem
ki kader, öyle ise hiç kimsenin hiç kimseye de bir diyeceği olmamalı.
Bilemiyorum.
Ama bu anlayış bana yanlış gibi geliyor.
Evet,
bazen her türlü tedbire rağmen gerçekten hiç ilgisi olmayan insanlar mağdur
oluyor, canları yanıyor. Trafik bunun en açıklayıcı örneklerinden biri.
Adam
park ederken, öteden takla atarak gelen bir aracın altında kalıyor, can veriyor
veya sakat kalıyor. Eh ne yapalım kader. Doğrudur o adamın yapabileceği bir şey
yoktur. Yapması gerektiği halde yapmadığı bir tedbiri yoktur, herhangi bir
ihmali bulunmamaktadır. Kendisi tamamen kurbandır. Ne kurbanı? Belli ki
insanlık kurbanı.
İnsanlık
da bir şahs-ı manevi olarak yapıp ettiklerinden dolayı mükafat görüyor ya da
cezalandırılıyor. Eğer insanlık o takla atarak gelen aracın varlığına izin
vermeseydi, bu kaza olur muydu?
İnsanlık
top yekun bir beden gibi hareket etseydi ve bir uzvun rahatsızlığının bütün
bedeni huzursuz ve uykusuz etmesi gibi, bireylerin yanlış ve hatalı
davranışlarından huzursuz olsaydı, buna sebep sorumluluk alsaydı, tüm olup
bitenlerden evvelemirde ve bizzat insanlığın sorumlu olduğuna inansaydı, her
biri elini taşın altına koysaydı, insanlığın genel huzur ve mutluluğu için
lazım olan her bir irtifakın (ihtiyacın) karşılanması için gerekli olan
kurumları oluştursaydı ve bu kurumların işlemesi sorumluluğunu üstüne alsaydı
adına kader dediğimiz musibetlerin pek çoğu olmazdı.
Ehliyet,
ancak ehil olana verilseydi, can yakanların canlarının yanacağı ve hiçbir
kimseye yaptığının yanına kâr kalmayacağı toplum içinde bir inanca dönüştürülseydi, trafik kuralları
yerinde olsaydı, denetim tam olsaydı, hata yapanlara asla müsamaha
gösterilmeseydi, bazı adamlar kayırılmasaydı, imtiyazlı kimse olmasaydı… daha
huzurlu bir toplum olurdu ve bireyler de o genel huzurdan daha çok mutluluk
devşirirlerdi.
Mutlu
ve huzurlu insan niye suç işlesindi. Babası evlerine ekmek getiriyorken orta
okul çocuğu okulunu neden terk etmek zorunda kalsındı.
Bütün
yanlışlar için benzer sebepler halkasını söz konusu etmek mümkündür. O yüzden
Allah “Bütün bunlar ellerinizle işlediniz yüzünden…” buyuruyor.
İblis,
isyan edince çözümü Allah’ı suçlamada buldu. “Beni azdırdığın hakkı için…” diye
söze başladı.
Âdem
babamız da kendini suçladı, işlediği kabahati kendinden bildi.
Biri
insan oldu.
Diğeri
de şeytan oldu.
İmdi
biz de her ikisine yatkın varlıklar olarak insan olma şansımız da var, şeytan
olma bedbahtlığımız da var.
İnsan
diyordu bir zat (ismini hatırlayamadım) bir eliyle meleğin diğer eliyle de
şeytanın elini tutmuş halde.
“Ve
hedeynâhu’n-necdeyn…”
“Ona
iki yolu da gösterdik.”
Artık
seçmesi bize kalmış.
Ne
yapalım kader deyip de çamura yatmak seçimimiz olmamalı.
Dua
ile!
11.02.2014
GARİBCE
أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ
وِزْرَ أُخْرَى (38) وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلَّا مَا سَعَى (39) وَأَنَّ سَعْيَهُ
سَوْفَ يُرَى (40) ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاءَ الْأَوْفَى (41) وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ
الْمُنْتَهَى [النجم : 38 - 42]
وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ
نَفْسٍ إِلَّا عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ
مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ [الأنعام : 164]
مَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا
يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَنْ ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ
وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولًا
[2] وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا
لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِهِ مَوْئِلًا [الكهف : 58]
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي
الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُمْ بَعْضَ الَّذِي
عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ [الروم
: 41]
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ
النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَى ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ
إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ
بَصِيرًا [فاطر : 45]
الْيَوْمَ تُجْزَى كُلُّ
نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ [غافر
: 17]
وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ
مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرٍ [الشورى : 30]
[3] وَإِذَا أَرَدْنَا أَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً
أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُوا فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا
تَدْمِيرًا [الإسراء : 16]
herdogan38@.
YanıtlaSilSessiz ve sakince bakışlardan ne hikmetler çıktığını Garibce'nin Beyşehir ziyaretinde bir kez daha görmüş olduk... İbretamiz bir bakış açısı yakalama melekesine sahip olmanın pratik bir fikir üretmeye dönüşünü Garibce'de gördük...Ne mutlu.... Muammer ömür ve velüt bir çalışma dileği ile...