Ne kadar üzülsek yeridir. Sen ki bir idealin peşindeydin. Tevhid, adalet, tevhid, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker; va‘d
ve vaîd gibi yüce ilkelerin vardı. İslam inancını savunmak senin varlığının
gayesi idi. “ashâbü’l-adl ve’t-tevhîd,
adliyye, ehl-i adl, ehl-i hak, el-fırkatü’n-nâciye” gibi kendine benimsediğin
ne güzel adların vardı. İtizalin basit bir Üstad’dan ayrılma ile izah edilemezdi.
Belli ki bir yanlış gidişat vardı ve sen o gidişattan ayrılıyordun.
İktidarların meşrulaştırılması gibi bir kaygın yoktu. Hidayetin birinci ayağı
olan aklı, Allah’ın insanlığa en büyük lütfu ve yeryüzünde kendisini halife
kılmaya liyakatli kılan yegane özelliği olan akıl sahibi olmasını önemsedin,
insanı aklı ile yücelttin. Sem’i anlarken, yorumlarken hep aklını kullandın. Onu
kimseye iğreti vermedin, kimsenin körü körüne pişine gitmedin. İnsanı insan
eden aklıydı ve Vahiy ancak akıllı olanları muhatap alırdı. Şerî cüzî hükümlerin
ancak Resuller tarafından vahiy yoluyla bilinebileceğini, ama buna mukabil insanın her zaman yanında taşıdığı akıl
delili ile Allah’ın varlığını, birliğini, hikmetini bilmesinin zorunlu olduğunu
kabul ederdin. Senin varlığın diğer insanları da bir anlamda hizaya getiriyor; akıl
ve nakil arasında olması gereken denge ideali bir süreç halinde gerçekleşme
yoluna girmiş bulunuyordu.
Ne zaman ki sırtını iktidara
yasladın ve görüşlerini devlet zoruyla insanlara dayatmaya kalkıştın, işte o
zaman büyü bozuldu. Mihne adı verilen bu süreçte masum insanların sırf
düşüncelerinden dolayı işkence görmesine
sebep oldun. Haksızlık ettin ve zulme sebep oldun. Sonunda iktidardaki
zihniyetin değişmesiyle daha dün senin ümüğünü sıktığın insanlar, mazlum
olmanın kendilerine kazandırdığı büyük halk desteğinin avantajıyla senin
ümüğünü sıktılar. Ve sen artık İslam Medeniyetinin en kurucu aktörlerinden biri
olarak sahnede yoktun. Ve hala yoksun.
Çok yazık oldu.
İslam düşüncesinin ilerlemesi önünde senin sebebiyet verdiğin bu olaylar
en büyük engeli oluşturdu. Artık islam
düşünce terazisinin akıl kefesini oluşturan gözü boştu ve nakil aklı iyice
boğar olmuştu.
Şimdi yokluğunu daha çok arar olduk. Hiçbir düşünce ölmez, illa ki tarihin unutulan sayfalarında da olsa
varlığını bir şekilde sürdürür. Sanırım bir basübadelmevt ile yeniden
dirilişini bekleyebiliriz ve buna gerçekten çok ihtiyacımız var.
Ha birde şimdi vaktiyle senin yaptığın yanlışı tekrarlamaya hevesli
olanlar var. Umarım onlar da senin bu hatandan kendilerine bir ders çıkarırlar.
La yü’haz mezheb min mezheb der dururduk da fakat gene hep
bildiğimizi okurduk. Seni ve diğer ekolleri hem Milel - Nihal kitaplarından
öğrendik, sana karşı olan ve seni sapık olarak görenlerin gözüyle gördük. Yeni
yeni seni bizzat kendi yazdıklarından, yapıp ettiklerinden tanımaya başladık.
Ve gördük ki sen ey Aziz Mutezile ne sünnet
hadis düşmanıymışsın meğer ne de aklı mahkum eden biri. Senin Hadis anlayışının
Hanefilerinkinin hemen hemen tamamen aynısı olduğunu gördük. (Bu konuda Hüseyin
Hansu’nun çalışmalarına bakılabilir) Şimdi bu fakirin de içinde olduğu bir grup
Zemahşerî’nin Keşşâf’ını Türkçeye çeviriyoruz. O allameyi, -bir takım farklı
düşüncelere sahip olabilir- diğer âlimlerimizden ayırıp cüzzamlılar sınıfına
koymanın mantığını anlayabilmiş değilim. Kur’an medih sadedinde der ki: “Onlar
ki sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar!”
Tabi bu özgüveni olanlar içindir. Özgüven için de ne okuduğunu ne
dinlediğini bilebilecek, en güzelini seçebilecek bir akla ihtiyaç vardır.
Nerede o akıl? Zemahşerî diyor ki: Aklın delilleri her zaman yanında. Oysa biz
bakıyoruz fakat göremiyoruz. Galiba bizimkisi ya emanette ya da daha hiç açılmamış halde!
Alışmışız hep neye bakacağımızın ve neyi dinleyeceğimizin bizlere
birileri tarafından buyuruluyor olmasına.
İşte böyle can Mutezile!
Sen gittin ya, daha doğrusu biz seni fikir dünyamızdan sürdük ya kazandık
zannettik. Oysa seni yokluğa mahkum edişimiz, bizim de kaybedişimizin
başlangıcı oldu.
Umarım senin ilkelerin ufku kararmış ve yeniden büzülmeye başlamış fikir
dünyamızda parlayan yıldızlar olarak yeniden vücut bulur.
Aziz hatırana saygıyla!
12.11.2015
GARİBCE
Gönül dünyanın enginliği hiç yitmesin yâ Garibce, selamum aleyküm.
YanıtlaSilMihnenin faturası Mutezileye kesilemez.Merhum Me'munun polikasına kurban giden halk'ul Kur'an anlayışı sadece Mutezilenin değil aksine İbadiler, Zeydiler, İmamiyye vb mezheplerinde itikadıdır. Merhum Me'munun danışma listesinde yer alan İbn Ebi Duad dışındaki zevat İmam Yusuf'un Harun Reşid dönemin baş kadı olmasıyla etkin olan hanefilerle doludur. O dönemde yaşamış Nazzam'ın Cahız'ın Allaf'ın- ki bunlar mutezilenin öncü imamlarıdır- mihneyle uzaktan yakından ilişkileri yoktur. Me'munun ehl-i tevhid ve'l adle mensup olduğuna dair bir anlatı kaynaklarda mezkur değildir. Mu'tezilenin yok olması kesinlikle mihneyle sınırlı değildir. O dönemde yapılanlar muarızlar tarafından abartılmış yaklaşık üç ay hapis yatan Ahmed b. Hanbel bayraklaşmış, otorite kazanmıştır. Tabir-i caizse mihne İbn Hanbel'e karizma kazandırmıştır sonraki siyasi otoritelerin desteğiyle. Tabii kimse ehl-i hadisin halk'ul Kur'an meselesinden dolayı katlettiği zevattan bahsetmez. Tıpkı merhum, şehid Ca‘d b Dirhem'in bir kurban bayramı günü Hâlid el-Kasrî tarafından Vâsıt’ta 124 yılında Kur'an mahluk dediği için öldürülmesi gibi... Mütevekkil ve Kadir'in çevresindeki ehli hadisin düşmanlıkları sebebiyle etkinlik alanı daralsa da sonraki süreçte Büveyhiler, Danişmendler ve Selçuklular döneminde siyasetle yeniden ilişki içerisine girmiştir. Evet üç siyaset tecrübesi ehl-i tevhid ve'l adl geleneğinin etkisiz hale getirdi. Ama mutezilenin temel itikadı anlayışı hem sünni paradigmanın oluşmasına katkı sağladı hem de itikadı zeydiye, kısmen de isna aşeriyye ve ibadilerle günümüze kadar yaşadı. Tabii bu fırklarda da taklit had safhada...
YanıtlaSil