يَهْد۪ي
بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ
الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
﴿١٦﴾
"Allah, kendisinin izniyle
rızâsını arayanları o kitapla esenlik yollarına erdirir, onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır, onları dosdoğru bir yola iletir.”[1]
Bir milet olarak elbirliği ile
kurtuluşu Kur'ân’dan bilip her alanda ona sarılıyoruz. Şimdi birde ülke çapında
ezberleme yarışmasını yapıyor, şakıyan Kur'ân bülbüllerini gönlümüzce
seyrediyoruz. Hem eğleniyor, hem dindarlığımızı artırıyoruz. Daha kimse bizi
tutamaz.
Oysa Kur'ân bize ne diyor, bizden ne
istiyor?
Onlarcasından bir tanesi olan yukardaki
ayete bakalım: Kur'ân diyor ki:
1.
Allah sizi benimle esenlik
yollarına çıkarır.
2.
Allah benimle sizi
karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
3.
Allah sizi sırat-ı müstakime
iletir.
Yani özetle şu ki Allah elimize
tutuşturduğu Kur'ân meşalesiyle içinde bulunduğumuz karanlıklardan sırat-ı
müstakime, esenlik yollarına çıkabilmemizin imkânını sunmuştur, lütfetmiştir,
ihsan buyurmuştur.
Ama biz bu imkânı tepmişizdir.
Biz elimizdeki meşalenin ne kadar
da göz alıcı olduğu ile amacı unutmuşuzdur. İmdi varsa Kur'ân yoksa Kur'ân.
Hastaya Kur'ân, ölüye Kur'ân, cenazeye Kur'ân, düğüne, Kur'ân, sünnete Kur'ân,
askere gidene Kur'ân, çehize Kur'ân, kurt ağzına Kur'ân, muhabbete Kur'ân, sigortaya Kur'ân… Onu kim güzel okuyor o olur imam… Çelik yelek
neyime bana lazım olan Kur'ân…
İşte böyle bir yaygın ve hâkim
anlayış içindeyiz. Yüzbinlerle Kur'ân hafızımız var. Milyonlarla hatimlerimiz
var. Sayılarını ancak zikirmatiklerle tutabilir olduk.
Bütün bunlara rağmen hiçbir şey
olduğu yok, olacağı da yok.
Neden yok?
Çünkü Kur'ân amacı doğrultusunda
kullanılmıyor.
Kur'ân diyor ki ben senin elinde
bir meşaleyim, yolunu aydınlatmak için varım. Biz diyoruz ki hayır ölürüm
yolunda. Kur'ân diyor ki yahu ben sizin ölmeniz için gelmedim, sizi doğru yola
hidayet için geldim. Biz diyoruz ki canımız sana feda. Kur'ân diyor ki yahu ben
sizin yolda yol almanız için indirildim. Biz diyoruz ki senin bir nağmene dile
bizden ne dilersen.
İşte muhabbetimiz böyle vesselam.
Biz Kur'ân’a ışık muamelesi
yapmadık, ona aşık olduk. Onun yolumuzu aydınlatmasını ve o aydınlıkta yolumuzu
bulmayı ve yolu bulduktan sonra da o yolda yol almayı hiç mi hiç akletmedik.
Akıl mı kaldı zaten. Hiç aşıkta akıl kalır mı?
İmdi Kur'ân bize dosdoğru olan bir
hayat tarzı tutturun dedi.
Emrolunduğunuz gibi özünüz,
sözünüz, işiniz doğru olsun dedi.
Verdiğiniz sözleri yerine getirin
dedi.
Emanetlere hıyanetlik etmeyin
dedi.
Hikmete ram olup saye sarılın
dedi.
Güçlü olun, güç hazırlayın dedi.
Yaptığınız her iş salih olsun, bir
işe yarasın dedi.
Allah Muhsin olanları, yani özünde
iyi ve yaptığı her işi güzel yapanları sever dedi.
Dışınız, yapıp ettikleriniz
içinizin aynası olsun.
Temiz olun dedi.
Hak hukuk dedi.
İlle de adalet dedi.
Düşmanınıza karşı öfke ve kininiz
bile sizi adaletten ayırmasın dedi.
Adaletin ötesinde “İhsan” ile de
emretti.
Etti, etti, etti.
Doğru yola, esenlik ülkesine ancak
bunları yaparsanız ulaşırsınız, dedi.
Bütün bunları yaptık mı? Yapmadık.
Aksine biz Kur'ân’ın bütün bu
dediklerini besteledik, en güzel makamlarla, en güzel nağmelerle okuduk, okuduk,
okuduk, okuduk ve hala okuyoruz ve hep okuyacağız.
Yetmedi milyonlarla ezberledik…
Daha çok ezberleyeceğiz.
Sonuç…
Sonuç ortada.
Döven öküzü gibi akşama kadar çalış
çabala, ama bir karış yol alama.[2]
Allah’ım! Ben hüznümü, derdimi
ancak sana açıyorum.
Senden bağışlanmamı diliyorum.
Allahümme feşhed!
Dua ile!
01.06.2017
GARİBCE
[1] el-Mâide
5/16.
[2] Yazıyı
bitirmiş ve namaza durmuştum ki: “İşte bunu demeyecektin!” diye böğrümü dürttü
öküz. “Belli ki sen de sapla samanı ayırt edemeyenlerdensin. Sabah
başladığımızda saptı, şimdi görmez misin hepsi saman oldu. Bu bizim sayimizin
semeresi. İster gör, ister görme kör ol! Hal böyle iken bizi benzettiğin şeye
bak!” dedi. Öyle utandım öyle utandım ki!
Hocam Allah sizden razı olsun.
YanıtlaSilRabbim zihninizi hep açık tutsun inşallah.
YanıtlaSil