Ebu
Yusuf’tum ilim meclisinde
Hamdım,
taşladılar dibime düştüm!
Öykü
şöyle:
Ebu
Yusuf şiddetli bir hastalığa yakalanmıştı. Ebu Hanife onu tekrar tekrar ziyaret
etmişti. Son gelişinde durumunun çok ağırlaştığını görmüş ve umudunu yitirmiş
bir halde “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn!” demiş ve arkasından da baygın
yatmakta olan Ebu Yusuf’a hitaben tahassürünü şöyle dile getirmişti:
“Ben
senin arkamdan yerimi alacağını ve insanlara hizmet edeceğini umut etmekteydim.
Eğer emr-i hak vaki olursa bu insanlar için büyük bir kayıp olacak ve seninle birlikte büyük bir ilim de gitmiş
olacak!”
Ama
korkulan olmadı. Günler sonra Ebu Yusuf iyileşti. Kendisine Ebu Hanife’nin başında dile getirdiği
tahassürlerini söylediler. Bu söz üzerine bir anda Ebu Yusuf değişti, kendisini
bir şey zannetmeye başladı. İnsanlar da ona meylettiler. İş, kendisi için ayrı
bir fıkıh halkası oluşturmaya kadar gitti. Artık büyük imam Ebu Hanife’nin ilim
halkasına katılmak ihtiyacı duymuyordu. Ne de olsa kendisi de artık olmuştu. İmamın
ve insanların iltifatı da bunu doğruluyordu. İyileştiğini duyan ama kendisini göremeyen
Ebu Hanife bir gün onu sordu. Onun hasta başında iken kendisi hakkında söylemiş
olduğu sözünü duymuş olduğunu ve bunun üzerine kendine ait bir ilim halkası
oluşturduğunu söylediler.
Bunun
üzerine Ebu Hanife, ona henüz halkadan ayrılışının erken olduğunu göstermek ve
bir ders vermek istedi. Adamlarından birini çağırdı ve ona: “Git, Ebu Yusuf’a şu
olayı anlat ve arkasından da soruyu sor: Bir adam çamaşır ağartıcısına (Kassâr) bir
dirhem ücret karşılığında bir elbise veriyor ve birkaç gün sonra elbisesini
almak üzere çamaşırcının dükkânına varıyor, çamaşırcı adama: ‘Senin bende elbisen
yok ki!’ diye inkâr ediyor ve elbiseyi vermiyor ama daha sonra elbiseyi ağartılmış
olarak adama gönderiyor.
İmdi
böyle bir olayda çamaşırcı kararlaştırılmış olan ücreti hak eder mi etmez mi?
Ebu Yusuf bu soruya “Ücreti hak eder” derse, ona “Yanıldın!” de. “Hak etmez”
derse gene yanıldın de.
Adam
gider ve kendisine Ebu Hanife’nin öğrettiği gibi Ebu Yusuf’a sorar. O da “Ücreti
hak eder” der. Adam “Yanıldın!” der. Ebu Yusuf bir müddet düşünür ve “Hayır hak
etmez” der. Adam gene “Yanıldın” deyince Ebu Yusuf vaziyeti anlar ve yerinden
kalkarak doğru Ebu Hanife’nin meclisine koşar. Aralarında şöyle bir konuşma
geçer:
Ebu
Hanife: Sanırım seni bize şu çamaşırcı meselesi getirdi.
Ebu
Yusuf: Evet!
Ebu
Hanife: Sübhanallah! Adam kalkıyor ve fetva vermeye koyuluyor, kendine has bir
ilim halkası oluşturuyor, Allah’ın dini konusunda hükümler veriyor, öbür
taraftan basit bir icare meselesine cevap bulamıyor.
Ebu
Yusuf: Tamam, ben hatamı anladım. Sen bana bunun cevabını öğret.
Ebu
Hanife: Mesele şöyle: Eğer çamaşırcı ağartma işlemini elbiseyi inkârdan (gasb)
sonra yapmış idiyse, bu işi kendi adına yapmış olacağından ücreti hak edemez. Yok,
inkârdan (gasb) önce yapmış idiyse adamın adına yapmış olacağından ücreti hak
eder.
(Hatîb
Bağdâdî, Ebu Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit, (ö. 463) Kitâbu el-Fakîh ve’l-mütefakkıh,
(I-II) Beyrut, II. Baskı 1980, s. II, 41)
Büyük
imam Mâlik b. Enes şöyle demiştir: “Benim bu işe liyakatli olduğuma dair yetmiş
(âlim) tanıklık etmedikçe ben fetva verme işine girişmedim” (II, 154).
Cehl-i
mürekkep ile olur olmaz her konuda konuşan, ahkam kesen, fetva veren başta
medya vaizlerimiz olarak bilumum yazar çizerlere ithaf olunur.
Dua
ile!
26.10.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder