Dua ile!
28.10.2013
GARİBCE
1.3.2. Temel İslâm
Bilimlerinin Temellendirilmesi Denemesi ve Fıkıh:
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً
طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ تُؤْتِي
أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ
لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
“Görmedin mi,
Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları
göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini
verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.” (İbrahim 14/24)
Geleneğimizde İslâm,
-İbrahim 14/24 âyetinden de esinlenilerek- bir ağaç benzetmesiyle anlatılır. O,
kökleri ile sapasağlam zemine tutunmuş, gövdesi yükselmiş, dalları göğe ağmış
ve her an meyveye duran görkemli, ulu güzel bir ağaç gibidir. Bu ağacın kökleri,
inançlarımız, gövdesi temel kabullerimiz, ilke ve esaslarımız, dalları bunlara
bağlı olarak yapıp ettiklerimiz, meyvesi de erdemlerimiz olmaktadır.
Bunların tamamı bir bütündür
ve birbirinden ayrılması mümkün değildir. İşte bu bütün, ilmin konusu olunca
yani insanlar bu bütünü anlamaya, kavramaya ve nesilden nesile aktarmak için
öğretme yoluna gidince, ilk önceleri bu bütünü anlama çabası olan fıkıh,
giderek zenginleşmiş, buna bağlı olarak bölünmeye başlamış ve zaman içinde
farklı ilimler ortaya çıkmıştır.
Kökler, nasıl gövdeyi toprağa
bağlıyor ve oradan aldığı besinlerle bütün ağacı besliyorsa, biz de
inançlarımızla Allah’a bağlanıyor ve O’ndan aldığımız güçle hayatımızın her
alanını canlı tutuyoruz. Sözünü ettiğimiz ayrışma sonucunda misalimizdeki
köklere karşılık gelen inançların öğretilmesi
Akait ilminin, savunulması Kelam ilminin konusu olmuştur. Bu iki
ilim, günümüzde genelde Kelam adı altında birlikte ele alınmaktadır.
Ağacın gövdesi, fıkhın esasları anlamında usule
tekabül ediyor demiştik. Dalları ise, gündelik yaşantımızda ortaya koymuş
olduğumuz bütün fiil ve davranışlarımızı temsil eder ve bunlar da furu-ı
fıkha tekabül eder. Dalların ucundaki meyve, o dallardaki nihaî amaç olmakta
ve esas gayeyi oluşturmaktadır. Gövdenin köklerle olduğu gibi, meyvenin de aynı
şekilde dallarla ve dallar vasıtasıyla gövde ve köklerle hayatî ilişkisi
bulunmaktadır.
Mesela dalın ucundaki bir cevizi ele alalım. Asıl olan
içindeki öz nasıl oluştu, bir bakalım. En içte bir zarla, onun dışında odunsu
bir kabukla, onun dışında yeşil yumuşakça bir yastıkla dala tutunuyor, dal
gövdeye, gövde köklere uzanıyor ve kökler topraktan aldığı mineralleri ta dal
uçlarına ulaştırıyor, oradan alınan güneşle fotosentez gerçekleşiyor ve bütün
bunlardan sonra besin değeri olan ceviz özü oluşuyor. Hal böyle iken bunları
birbirinden ayırmanın imkânı var mıdır? Elbette ki yoktur. Bizim meyveyi,
gövdeyi ve kökleri ayrı ayrı düşünebilmemiz ancak zihnimizde olabilen bir imkândır.
Gerçekte böyle bir ayrım yoktur. Şu halde kelam ve fıkıh arasında esasta böyle bir
ayrılmazlık ilişkisi vardır.
Vaktiyle öze dair olan ilgi ve alaka, “fıkh-ı
bâtın” adıyla fıkhın bir dalını oluşturuyordu. Zamanla bu dal da, zühd,
ahlâk, tasavvuf gibi adlar altında ayrı bir ilim dalının konusu oldu. Bundan
böyle fıkıh, sadece “fıkh-ı zâhir”in adıymış gibi algılanmaya ve konular
da ona göre belirlenmeye başladı.
Sözgelimi namaz ibadetinin bir yönden şekil şartları
vardır, bir diğer yönden de namaz esnasında insanın içinde olması gereken bir
manevî hava ve ruh hali mevcuttur. Namaz ibadetinin tamamen dışa bakan yüzüyle
ilgili olarak konulmuş olan hükümleri konu edinmek zâhir fıkhın, namazın içini
doldurması gereken öz ve esasla ilgili hükümleri de bâtın fıkhın konusudur.
Zâhir fıkhın konusu, tamamen haricî ve nesnel şeylerken, bâtın fıkhın içeriği
öznel tecrübelerle ilgilidir.
Ağaç benzetmesinde de görüldüğü gibi, bunları
birbirinden ayırmak imkânı olmadığı gibi, zahiri bâtınsız, bâtını zâhirsiz
düşünmek de mümkün değildir. Buna rağmen bu ayrım yapılmış ve bir anlamda
fıkıh, bâtından el eteğini çekmiştir. Ne var ki bu, bir anlamda özünü kaybetmek
gibi olmuştur.
Benzetmemizde ağacın tutunduğu zemin insanlık
dünyamız, köklerin taşıdığı mineraller, insanlığın özündeki cevherlerimizdir.
Bu ulu ağaç vahiyle sulanmakta ve insanlığın özündeki cevherler, hayatın
gerçeklerinden alınan ışıkla fotosentez yapılmakta ve bunun sonucunda fezail
adını verdiğimiz insanî erdemler ortaya çıkmaktadır.
Vahyi temsil eden Kur'ân ve Sünnet’tir.
Hz. Peygamber döneminde müslümanlık bilgisi, doğrudan kendisinden alınırdı.
Kur'ân ve onun yorumunun yegane kaynağı Hz. Peygamber idi. Onun ölümünün
ardından vahiy kesildi. Ancak onun insanlığa mal etmiş olduğu Kur'ân ve onun
açılımı olan Sünnet, tümüyle ümmetin emanetine tevdi edilmiş ve ilahî destekle
özenle korunmuştur.
Ulu İslâm ağacını besleyen hayat damarları, işte bu
iki temel kaynaktır. Bu bakımdan, Kur'ân ve Sünnet’i kendisine konu edinen
ilimleri (Tefsir ve Hadis) bilmek de İslâm’ı bir bütün olarak
anlamayı kendisine konu edinen fıkıh bilimi için olmazsa olmaz koşulların
başında gelmektedir.
Ağacın dili doğallıktır (fıtrat); ancak bahçıvanın
(Hz. Peygamber) eline verilen talimatname (Kur’an), doğaldır ki onun kendi öz
dilinde (Arapça) olacaktır. Bu itibarla, bu talimatnameye ihtiyaç
duyacak herkesin, kullanılan bu dili bilmesi gereği ortaya çıkacaktır. İslâm
ilimlerini tahsil etmek isteyenlerin önce Arapça dilini öğrenmekle işe
başlaması gereği de bundandır.
Ağacın yetiştiği iklimin özelliklerini bilmenin de bir
şekilde ihtiyaç olacağı açıktır. Bu anlamda, İslâm’ın bir nüve halinde
yeşerdiği ve geliştiği ilk İslâm muhitini (asr-ı saadette Hicaz), bütün fizik
ve sosyal çevre şartları ve özellikleri ile bilmenin gereği de anlaşılabilir
bir durumdur.
Her an meyveye duracak şekilde bu ağacın değişik
sosyo-kültürel zeminlerde yetiştirilebilmesi için, bu yeni mekân ve iklim
şartlarını bilmeye de ihtiyaç olacaktır.
Nihaî amacımız insan olunca insanın psikolojisini
bilmenin gereği de ortada olacaktır. Bu itibarla İslâm’ı bir bütün olarak
hayatın içinde her an meyve veren hoş bir ağaç haline getirebilmemiz için,
günümüzde bir hayli gelişmiş olan sosyal bilimlerden yararlanmamız da
vazgeçilmez olacaktır.
(Mehmet Erdoğan, Fıkıh İlmine Giriş, Değerler Eğitim Merkezi Yayınları (Ensar), 2. Basım 2012, s. 19-22)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder