Bu sabah, dönemin
son dersini vermek üzere işte fakültedeyim.
Trafik kaygısı
ile saat yediden önce evden ayrıldım. Daha iki saat vardı dersin vaktine.
Kendi kendime “Gözüne
çöp mü düştü! Derdin ne sabahın bu saatinde?” dedim.
Sonra yola vurdum
kendimi. Bir an evvel huzur köşeme ulaşayım istedim.
Henüz karanlıktı,
ortalık aydınlanmamıştı.
Sabah namazının “isfâr”
saati. Alaca karanlık.
Aaa bir de baktım
sırtlarında çantaları, bir sürü küçücük çocuk, bayıra doğru dizilmişler, kendilerini
yola vurmuşlar, okula gidiyorlar. Kiminin yanında ebeveyni, kimi birlik olmuş,
kimi yalnız.
“Allah! Allah!”
dedim. Biz kendimizi sözde erkenci sayıyorduk, bu körpe yavrular bak çoktan yola koyulmuşlar bile.
Sonra yolda güzargah boyu otobüs durakları bekleyen
insanlarla dolu dolu idi.
Kısıklıya
geldiğimde bu saatte köprü yolu tenhadır diye o istikamete yöneldim. Orada çoktan bildik köprü trafik manzarası
başlamıştı. Geri de çıkamadım. Biran evvel varmak için çıkmıştım, ama belli ki
insanın nasibi şartların elverdiği kadardı.
Hayat zor mu ne!
Bir
koşuşturmacadır gidiyor.
Sıcacık
yataklarımızda kurduğumuz uçuk hayaller bizi mutluluk cennetlerine götürmüyor.
Mutluluk için
başarmak, önümüzdeki engelleri aşmak gerekiyor.
Bunun için de o
engellerden çok daha güçlü bir azim ve irade gerekiyor.
“Dağ yüksekmiş,
umurumda mı? Yol onun üzerinden aşar gider” diyecek çelik iradeler gerekiyor.
Gayret gerekiyor.
Rahmet için
zahmet gerekiyor.
Ve ne kadar
zahmet o kadar rahmet deniyor.
Rahmetiniz bol
olsun efendim!
Dünya hayatıdır,
yalancıdır, aldırma, boş ver diyemeyiz.
Bizim
gerçekliğimiz kadar, bu hayat da gerçektir.
Hayat olduğu için
biz varız.
Ve bu hayat
nihayetinde bizim hayatımız.
Şekavet de saadet
de işte bu hayata bağlıdır.
Size saadetler dilerim.
02.01.2014
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder