Kim güzelce abdestini alır
sonra cumaya gelir ve (imamı ve hutbeyi) dinler ve sessizlik içinde huzurla namazını
eda ederse bu cumadan öbür cumaya kadar
olan günahları mağfiret olunur. Üç gün de fazlası. Kim de çakılı ellerse, boş
iş yapmış ve cumanın sevabı gitmiş olur. (Müslim, H. No: 857)
İmdi bu hadis-i şerif Cuma
adabını bize öğretmektedir.
Önce güzel bir abdest alır.
Abdestin güzel olması, el
yüz yıkamaktan öte onun manevi kirlerimizden de arındırıcı olması, bir ibadet
şeklini almasıdır. Bu da niyetle ve her organla ilgili ahdi yenileme ile olur.
Sonra camiye gelir.
Dinler. Burada maksat
büyük ölçüde imamın hutbe irad ederken söylediklerini dinleme olmaktadır.
Hatip, haftalık bir değerlendirme yapacak ve geleceğimize ışık tutacaktır. Bu
itibarla bütün Müslümanların ahvalini ilgilendiren hutbeyi can kulağı ile
dinlemek gerekir. Duymak değil, dinlemek istenilmektedir. Dinlemek de anlamak
için kulak vermeyi ve yoğunlaşmayı gerektirir. “İnsât” ise dikkat kesilmek, baş
kulağı ile duyduklarını içinden de duymak, özüne dönerek iç huzurunu yakalamaya
çalışmak, dinginlik içre olmak demektir.
İşte her kim bunu yaparsa
o zaman Cumalarımız arada işlenen günahlarımıza kefaret olur, deniyor.
Bu sonuç istimâ ve insât şartına
bağlanmıştır.
Ardından da “Kim de
çakılı ellerse, boş iş yapmış ve sevabı gitmiş olur.” denilmekte ve bizler
uyarılmaktadır.
Bugün günlerden Cuma idi
ya, Fakülte camiimizde ön saflarda bir yer tutmuş idim. Yanımda olgun yaşta bir
adam hutbe okunurken cep telefonunu iki dizi arasına aldı ve onunla oynadı
durdu.
İmdi bu kişi çakıl taşına
elini bile sürmedi. Dolayısıyla hutbeyi dinlemiş ve cumanın sevabını kazanmış
oldu mu?
Eğer bu soruya cevabınız “Hayır!”
ise o takdirde siz hadisin zahirini değil, maksadını esas alıyorsunuz demektir.
Doğru olan anlayış şekli de budur.
“Peki, neden çakıla el
sürmeden söz ediliyor, ne alaka?” derseniz onun cevabı da bağlamda saklıdır.
Çünkü o zamanda mescidin
üstü açıktı ve yağan yağmurlarda çamur olmaması için de zemine çakıl
serilmişti. Dolayısıyla insanlar hutbeyi dinlemek üzere oturduklarında eğer
başka şeylerle meşgul olacaklarsa, elbette ki ellerinin altındaki çakıllarla
oynayarak bunu yapacaklardı. Bu itibarla hadiste geçen “çakılla oynama” tabiri
bir kayd-ı ihtirazî değil ittifâkî olmakta ve o günün mescidinin fiziki
yapısını bize resmetmektedir.
Zamanla mescidin üzeri örtülmüş,
tabana halı kilim serilmiş, fiziki yapı değişmiştir. Oynayanlar şimdi artık
çakılla değil halı motifleriyle oynamaktadır. Bu akıllı telefonlar çıkıp
aklımızı başımızdan aldığından beri ise büyük küçük herkesin yegâne oyuncağı/
meşgalesi onlar olmuştur. Maalesef yetkililerin bildirdiğine göre nüfusun yüzde
onu oranında on-line bağımlığı oluşmuş durumdadır.
Derste öğrenci cebiyle
oynar.
Evde eşler cepleriyle
oynar.
Herkes her yerde cebiyle
oynar.
Hal böyle iken hatip
hutbede iken cemaat cebiyle oynamış çok mu?
Hem hatip onun bu oyununu
engelleyebilecek bir hitabet tarzı geliştirebildi mi?
Onun dilini kullandı ve
nabzını tutabildi mi?
Belli ki yapamadı.
Millet de ne yapsın,
çakılla oynayacak hali yoktu, cebiyle oynamaya koyuldu.
İmdi cumamız gene de kefaret
olur mu?
Şarta bakınca olmaz gibi
gözüküyor.
Gene de Allahu A’lem!
Dua ile!
08.06.2018
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder