Şerî ahkâm gelişi güzel
konulmuş değildir, elbette ki bir ihtiyacı karşılamaya yöneliktir.
İhtiyaç ise zarûrî, hâcî
ve tahsînî olmak üzere üç kategoride ele alınmaktadır.
Bunlardan doğal olanlar
elbette ki her zaman ve mekânda hükmünü icra edecektir. Yeme ve içmenin,
barınmanın, güvenliğin… zorunlu temel ihtiyaçlardan olması gibi.
Ancak bunların yol ve
yöntemleri elbette ki farklı olabilecektir.
Diğer taraftan öyle
ihtiyaçlar da vardır ki bunları toplumların algıları belirlemektedir. Bu
algılar da toplumsal yapının gereği olarak oluşmaktadır.
Geleneksel aile yapısı
köküyle, dalıyla, üzerinde açan çiçekleriyle bir ağaca benzer. Ağacın
dallarının, dal uçlarında açan çiçeklerin kendi başlarına müstakillikleri söz
konusu değildir. Gözetilen maslahat tümüyle ağacın maslahatıdır. Maslahatı
gerçekleştirmede söz sahibi olan da keza her bir dalın kendisi değil, yekpare
ağacın kendisi ve sorumlusudur.
Buna temsil/ velayet
yetkisi denilir.
İmdi bu ağacın yeni
yemişler verebilmesi yani üreme için tozlaştırıcı başka bir çiçeğe ihtiyaç
duyulduğu zaman bunun kararını vermek ağaç hakkında hükmü geçerli olana yani
veliye ait olacaktır.
Eve gelin getirmede evin taze
dalının, başka bir ağaca ait taze bir sürgünle aşılanması gibi bir durum söz
konusudur. Hal böyle olunca da buna
kimin uygun olduğuna kararı ailenin tümü ve onların adına temsilci olarak veli
verecektir. Bu aşılama işi, uygun (küfüv) olanın seçileceği ve vaktinde de
yapılacağı için bünyenin reddetme/ uyuşmazlık ihtimali çok zayıf olacaktır.
Küçüklerin evlendirilmesi
işte böylesi bir toplumsal algı ve aile yapısı ile ilgili olmalıdır. Malum
mezheplerimiz icma halinde bunu tecviz etmektedir.
Konuyu makasıd açısından
ele alan İmam Gazzâlî (ö. 505/1111), böyle bir telakkinin yaygın olduğu bir
toplum ve dönemde elbette ki ona karşı çıkacak değildi. Ona düşen bu ihtiyacın
şerî ahkâm açısından konuşlandırılması idi.
O bunu zarûrî bir ihtiyaç
olarak görmez. Çünkü böyle bir kapı aralı olmasa bile hayat normal işleyişini
sürdürür. Fakat ailenin maslahatı böyle bir yolun açık olmasını ikinci derecede
bir ihtiyaç olarak gerekli kılar (Hâciyyât). Her ne kadar “buna aşırı şehvet ve
üreme ihtiyacının ittiği söylenemese de bu tür evliliğe, toplulukların
kaynaşarak yaşam şartlarının iyileştirilmesi ve hısımların birbirine destek olmaları gibi amaçlarla
ihtiyaç duyulmuştur. “Küçük kızın, ancak kendine denk biriyle ve emsal mehir
ile evlendirilebilmesi de bu mertebenin tamamlayıcısı olur…”[1]
Sıkça tekrarlanan bir
gerekçe de şudur: Denk (küfüv) her zaman bulunmaz, bulunca da kaçırmamak
lazımdır.
Görüldüğü üzere hüküm,
toplumsal algı ve geleneksel aile yapısının ihtiyacı ile
gerekçelendirilmektedir.
Günümüzde Sanayi devrimi ve
ona bağlı göç olgusu sonucunda geleneksel aile yapısı çözülmüş, mısır patlağı
gibi belli bir yaşa gelen aile üyelerinin her biri bir tarafa dağılmıştır.
Artık sosyal dokuyu çekirdek aileler oluşturmaktadır.
İmdi bu yapıda henüz
ergen dahi olmamış küçüklerin evlendirilmesi (kastedilen nikâhtır, zifaf değil)
bir tarafa belli bir hayat tecrübesi olmayan gençlerin (âkıl bâliğ) evlenmeleri
dahi zorlaşmıştır. Bunun tabii bir sonucu olarak da evlilik yaşı otuzlara
kırklara doğru giderek yükselmektedir.
HAK (1917 tarihli Hukûk-ı
Aile Kararnâmesi) ilk defa bu konuda mezheplerin icma halindeki hükümlerini
terk ederek 9 yaşını bitirmemiş kız, 12 yaşının bitirmemiş erkek çocuklarının
hiçbir şekilde evlendirilemeyeceğini hükme bağlamış ve evlilik yaşını da
kızlarda 17 erkeklerde 18 olarak belirlemişti. (Günümüzde Medeni Kanuna göre bu
yaş hem erkek hem de kız için on yedi yaşını bitirmiş olmaktır.)
Demek oluyor ki ahkâmın
bir kısmı sosyal yapı ve telakkilerle ilgilidir. Yapı ve telakki değişince
onunla ilgili ahkâmın değişmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Ahkâmın nihaî maksadı
adaleti gerçekleştirmektir. Adalet ise her şeyi yerli yerince yapmak, herkese
hakkını vermektir.
Günümüz sosyal yapısında
küçüklerin evlendirilmesi hiç de yerinde bir davranış değildir
gerçekleştireceği herhangi bir maslahat da yoktur.
İmdi Gazzâlî ve emsali
koca koca âlimlerimiz öyle dediler diye biz de aynı şeyi tekrarlamayacağız, onları
itham da etmeyeceğiz, çünkü mazurdurlar. Ama biz onların neden öyle dediklerini
sorgulayıp, oradan da aynı mantıkla bugün burada bizim ne dememiz gerektiği
noktasına ulaşacağız.
Başka türlüsü de zaten
hayatta yer bulmayacaktır.
Dua ile!
09.06.2018
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder