M. Meral Hocamız Ziya hocamdan için benim Şems’im benzetmesi
yapardı. Haliyle bu da bizim hoşumuza giderdi. Öyle ya bu benzetmeye göre ben
de Mevlana oluyordum.
Bu değerli dost gerçekten de benim ziyalandığım bir arkadaş. Akıl
itibariyle akıllı mı akıllı, fazlası var eksiği yok! Tarihçi olması hasebiyle
de geçmişle ilgili güzel anekdotlar anlatır.
Geçenlerdeki ziyaretinde bana takılıyordu. Göz önünde olmanın
gereğinden bahsediyordu. Köşenden çık, şöyle insanların içine karış, ne olduk
var ne olmadık var diyordu. Gözden ırak olanın gönülden de ırak olacağına
işaret ediyordu.
Kendisi Sahaflar Şeyhizade Esat Efendi üzerinde çalışmıştı. Bu
arada onun iyi bir neşirci olduğunu da söylemem bir borç olmalı. İyiliğine
belki bizim de katkımız olmuştur. Çünkü içinde geçen Arapça metinleri hep
birlikte çözdük. Muhtemelen çözemeyip atmışlığımız da olmuştur, ama şimdiye dek
isabetsizliğini söyleyen olmamıştır. Bu bizim başarımız kadar, kimsenin
okumadığı anlamına da -maalesef ki öyle- gelmektedir.
İşte bu meşhur Esat Efendi tarihçimiz hep Şeyhülislam olmak
istermiş. Bu yüzden de hep göz önünde bulunmaya canhıraş çaba gösterirmiş.
Rivayete göre kendisi Kanlıca’da oturur, kışın kayığına tandır yaktırır ve lapa
lapa kar yağıyorken bayramlaşma için Saraya gelirmiş. Hani ne olduk var ne
olmadık var diye. Olur ya bir boşluk olursa göz önünde olmak lazım diye düşünür
ve bunu da böylesine fiiliyata koyarmış.
Garibce, garibceliğini köşesine borçlu. Neme lazım benim göz önünde
olmaya, olur olmaz yerde ve biçimde rol kesmeye.
Ben halimden memnunum.
Ben köşemi seviyorum, köşem de beni koynuna almış zaman öğütüyor.
Masam, kapıya yandan bakıyor. Ama bilgisayar masam kapıya tersten
bakıyor. Çoğu zaman da ben onunla meşgul bulunuyorum. O halde iken kapı açıldığı zaman girmek
isteyen kişi Garibce’nin sırtını kendisine dönük buluyor. Bir kısmı bakıyor
Hoca çalışıyor sessizce kapıyı örtüp geri çıkıyor. Bir kısmı da bekliyor ve o
zaman Garibce tam 180 derece dönüp gelene şöyle bir bakıyor ve meramını, kime
baktığını soruyor. Aranan kişi kendisi ise onunla ilgileniyor, değilse de yol
gösteriyor. Süs kabağından kendi eliyle yapmış olduğu şekerlikten ikramda
bulunuyor. Çayı ve ikisi bir arada kahvesi de eksik olmuyor.
Ve böyle günler ayları, aylar yılları kovalıyor. Seneler geçmiş
bulunuyor.
Bugün Yusuf Ziya Kavakçı hocamla karşılaştık. Dersimize girmemişti.
Kendimi tanıttım 1979 İslami İlimler Mezunu Mehmet Erdoğan dedim. Hoca bir anda
eskilere gitti ve epey bir şeyler anlattı. Onunla ilgilenmekte olan ve bizim
yeni hocalarımızdan felsefeci Hikmet Yaman, “Hocam, ben sizi hocaların hocası
diye takdim ediyordum ya! Bak Erdoğan hocam benim hocam olur. O da sizin
talebenizmiş.!” diye sohbete karıştı.
Az değil hani… 1984 yılından itibaren bu fakültedeyiz ve
hasbelkader hocalık yapıyoruz.
Şeref işte bu.
Bundan fazlası bize göre değil.
Dua ile!
12.11.2014
GARİBCE
Hocam İnsan kendisini böyle köşelerde daha özgür hisseder diye düşünüyorum, Öyle bir zaman ki Bir yayın organında yazsanız hemen insanlar sizi bir yerlere yamamaya çalışırlar. Bence böyle daha iyi ama keşke daha çok insan sizin köşenize ulaşabilse. Saygılarımla.
YanıtlaSil