Feys’de
şöyle bir muhabbet geçmiştik az önce.
“Garibce, belki iki saattir başına tebelleş olmuş uyuşuk
güz sineklerini kovmaya çabalıyor. Feys de diyor ki: Ne düşünüyorsun? Elinin
körünü.
“Elinin körü!” dedimdi ya daha buğusu üzerinde
iken can anamın diline hıyanetlik ettiğimi hissettim. Çünkü ben bu tabiri hep “Öllüğün
körü” diye duyar ve öyle bilirdim. “Niye öyle dedim ki?” diye hayıflandım. “Bu
tavır, hiç Garibce’ye uyar mı?” diye kendi kendime sitem ettim. Sonra Herbilen’e
sordum: Yahu bilmediği yok arkadaş: Aynen öyle imiş. Üstelik “öllüğün körü”
diye Ankara bölgesinde meşhur bir yemek de varmış. İsim de nereden geliyormuş
biliyor musunuz?
Kıymalı veya peynirli erişte pişirilirken komşu sormuş. “Hu!
Komşu! Ne yemeği yapıyorsun?” Yorgun ve sinirli olan kadıncağız da alıngan bir
tavırla “öllüğün körü” demiş
ve böylece o yemeğin adı “öllüğün körü” olmuş. Yedin mi? Ben yemedim.
İnsan bu ya, üç boyutlu zamanı bir anda yaşayabiliyor.
Geçmişi hatıralarıyla, anı içinde yapmakta oldukları ile ve geleceği de
hayalleriyle.
Ben de bu tabirin kullanım şekillerini hatırlamak için hatıralarıma
gittim.
Hemen bir kadın düştü aklıma. Tam on tane hayatta çocuk
anası, üç de öylesine telef olmuş. Hepsi de yiyici. Kadıncağız koca kazan ile
yemek pişiriyor, koca leğen ile ortaya servis ediyor, hemen her gün bazlama
pişiriyor ama gene de baş edemiyor. Ayrıca bir sürü iş var ve hiç bitmiyor.
Haliyle yorgun düşüyor. Üstelik herif de,
avratlık bekliyor…
-Ana!
-Ne var gene!
-Acıktım, gıı!
-Zıkkımın kökünü ye! Teştte bazlama var, alıp yesene de ana diye adımı üzberliyon. (Bu n sesi genizden
gelir ve eski dilde sağır kef ile yazılır)
Ya da şöyle:
-Ana gı!
-Öllüğün körü! Ne var gene?
Köy şartları o zamanlar gerçekten çok zordu. Arapların bir
sözü var: Hadis diye de rivayet edilir: “Men sekene fi’l-bâdiyeti cefâ!” diye. Bâdiyede yani zor hayat şartları altında
yaşayanlar kaba saba/ acımasız olurlarmış. Sözün anlamı bu.
Acaba diyorum köyün o günkü şartları -bugünü çok iyi
bilmiyorum- insanlarımızı katı ve sevgisiz mi yapıyordu. Tabii her zaman
böyle de değildi.
Bazen de seslenmelerde şöyle denebilirdi: “Haydi bir su
getiriver, gadasını aldığım!” “Gurban olduğum!” “Bilmem neresini yediğim!”
(Yenilecek yer her neresiyse olduğu gibi söylenirdi.)
Ama hatıralarda kalanlar daha çok “Öllüğün körü” gibiler
sanki.
Anamın dilindeki bu tabiri TDK’ya sordum, bilemedi, daha
dorusu sahip çıkmadı. Peki, “elinin körü’nü biliyor musun dedim. Onu bildi ve “Bıktırıcı, usandırıcı durumlarda bir azar
sözü” diye açıklama getirdi.
Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde
“Kızınca söylenilen sövgü” diye açıklanmış ama
kanaatimce bu bir sövgüden çok azar olmalı.
Bu tabir “Yeter yaptığın gayrı öllüğün körü!” gibi hitap şeklinde
de kullanılabiliyor.
Tabir sağlam ve yüzde yüz bize ait. Anadilimizde (yazı
dilinde) olmasa da analarımızın dilinde mevcut. Ama nereden gelmiş, ilk çıkış
öyküsü nasılmış, onu bilemedim ve de bulamadım.
İşte böyle!
Feys’in halden anlamazlığı başımıza bak neler açtı.
Güya oturacak ve ders çalışacaktım.
Ama tembel talebeler gibi bahane arayıp duruyorum. Biri çıksa
da şimdi keşke:
“Sabahtan beri ne oyalanıp duruyorsun, çalışsana öllüğün körü!” dese. Ve bu ses tanıdık olsa, yürekten gelse, özlem dolu bir ses olsa: Azar dolu anamın sesi olsa!
“Sabahtan beri ne oyalanıp duruyorsun, çalışsana öllüğün körü!” dese. Ve bu ses tanıdık olsa, yürekten gelse, özlem dolu bir ses olsa: Azar dolu anamın sesi olsa!
Heyhat! Olmayacak dua.
Rahmet olsun!
Dua ile!
23.11.2014
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder