11 Kasım 2014 Salı

Osmanlı Ulemasının Dili Neden Ağırdı?



8-9.11.2014 tarihinde Ömer Nasuhi Bilmen Sempozyumu düzenlenmişti ve bendenizin de bir tebliği vardı. Tebliğim Ömer Nasuhi Bilmen’in İlmihali’nin Dili hakkındaydı.
Aslında tebliğin asıl konusu İlmihalin dilinin ağır oluşu değildi, daha  çok tüm geleneğe ait eserler gibi onun da tarım dili ile yazılmış olduğu idi. Bu itibarla da tezim, onun, tarım döneminin ardından sanayi devrimini gerçekleştirmiş, bilim çağına ulaşmış ve hatta finans devrine ermiş ve bunun sonucu olarak da nüfusun yüzde seksenlerine yakın kısmının artık şehirlerde yaşadığı yeni dönemin ilmihali olmaya bundan böyle yeterli olmayacağı tespiti idi.
Yeni ihtiyaçlar, kendine özgü çözümlerini de doğurmalıydı. (el-Hıyle bintü’l-hâce!).
Artık günlük hayatımızda iç içe yüz yüze olduğumuz yeni durumlar vardı ve bunların ilmihali henüz yazılamamıştı.
Esas konusu bu olmakla birlikte  dilinin sadece bugünkü nesiller için değil, eski nesiller için de ağır olduğunu, bir hocamızın (Hüseyin Elmalı) yaşamış olduğu bir tecrübe üzerinden anlatmaya çalışmıştım.
Sonra kürsüde tebliğimi sunduktan sonra diğer arkadaşları dinlerken aklıma “Bilmen de dahil olmak üzere Osmanlı ulemasının  dillerinin neden ağır olduğu sorusu üzerinde düşünmeye çalıştım ve o anda aklıma bir izah şekli geldi.
Dedim bu Garibce’ye uyar ve sizlerle paylaşmak istedim.
Şöyle ki: Osmanlı ulemasının yetişme tarzı bildiğim kadarıyla hep Arapça dili üzere olmaktaydı. Önce uzunca bir süre Arap dili öğrenilir ondan sonra da gene Arapça eserlerden olmak üzere tefsir, hadis, fıkıh gibi ilimler okunurdu. Bunlar, Türkçeyi bir dil olarak tahsil etmezlerdi. Çok daha önemlisi ilim dili Türkçe olan fizik, kimya, tarih, astronomi… gibi başka ilimler de tahsil etmezlerdi. Öyle olunca Türkçe bilgileri kendi aile çevrelerinde ve yörelerinde konuşulan dilden ibaretti. Konuşma dilinin de oldukça fakir olduğu ve epey bir kısmının da mahalli özellik taşıdığı bilinir.
Arapçayı çok iyi öğrenmiş biri olarak oradaki öğrendiklerini  Türkçe ifade etmesi gerektiğinde, çoğu kez asıl kaynakta geçen kelime ya da kavramın Türkçesini ya bilemez, ya hatırlamakta zorluk çeker, o yüzden de oradaki kelimeyi ya olduğu gibi ya da masdarını alarak  yaygın Türkçe yardımcı fiillerle karşılamaya çalışır. Yazılanları okuyanlar da genelde aynı tahsili yapmış kimseler olduğu ve oldukça dar bir kesimle sınırlı olduğu için bu durum onlar için bir sorun oluşturmaz.
Söz gelimi süt haramlığı bahsinde geçen hadislerdeki imlâce ve mass kelimelerini ele alalım. Birincisi annenin memesinin ucunu çocuğun ağzına sokması ikincisi de çocuğun annesinin memesini soğurması demektir.
İmdi ille de Türkçesini bulma kaygısı yoksa bir kimsenin bu gibi karşılıkları arayıp bulmak yerine “imlace ve massetmek” deyivermesi daha bir kolayına gelmektedir.
İfrat ve tefritin Türkçe karşılığını bulmak ha deyince öyle kolay değildir.
İlzam  ve iltizam keza öyle.
İsti’fa ve istîfâ da öyle.
Marifetin iltifata tabi olması da.
Bazen de öldü demek yerine “irtihal-i dâr-ı bekâ eyledi” demek belki daha bir havalı oluyordu.
Elbette ki başka sebepler de vardı. Ama Garibce nazarım odur ki sözünü ettiğimiz durum bu konuda en etkin rolü oynuyordu.
1982 yılında Hollanda’ya gittiğimde Ramazan boyu çocukları da okutmuştum. Liseli ve oldukça zeki kızlarımız vardı. Onları teşvik için konular verir ve basit makaleler yazmalarını isterdim. O zekadaki çocukların yazdıklarını gördüğümde şok olmuştum. Sonra işin sırrını çözdüm. Meğer bu liseli çocuklar Türkçeyi bilmiyorlardı. Zira okulları Hollanda lisanıyla okuyorlardı. O zamanlar oralarda Türkçe yayın yapan TV falan da yoktu. Dolayısıyla onların bildikleri Türkçe vaktiyle Anadolu’nun köylerinden oralara çalışmak üzere gitmiş olan ve çoğu tahsilsiz olan Anne ve babalarının konuşma dili ile sınırlı idi. Yazı dilini hiç bilmiyorlardı.
Şimdi sınıfımda altı yaşında iken Ailesiyle Japonya’ya gitmiş ve Lise tahsilini Japon dili ile yapmış olan zeki ve de çok çalışkan bir öğrencim var. Benzer şekilde Fransa ve Almanya’dan gelmiş Türk öğrencilerimiz de var. Bunların Türkçeleri ailelerinin Türkçesi kadar. O yüzden de soruları anlamakta zorluk çekiyorlar ve konuyu daha iyi bildikleri dil üzerinden anlamaya çalışıyorlar.
Günümüzde de medrese okumuş ve resmi okullarda hiç okumamış, bu okulları dışarıdan bitirmiş öğrenciler ve mezunlar var. Bunlarda da –aynı ders kitaplarını bir şekilde okumuş olmaları gereğine rağmen- tahsilini normal okullarda ve belirli süresi içinde tamamlamış diğerlerine göre Türkçe diline vukufiyet bakımından eksiklikler gözlenmektedir.
Valla ne yapayım, aklıma gelen böyleydi. Daha orada not aldım. Şimdi de işte yazıya döktüm ve sizlerle paylaşmak istedim.
İsabet ettimse ne mutlu.
Etmedimse buna sebep kıyamet de kopmaz ya!
Dua ile!
11.11.2014

GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...