Sünnete tabi
olmayı öykünmek diye anlayanlarımız ne kadar da çok!
Allah akıl vermiş
vermesine de kullanmıyorsak kime ne
diyeceğimiz var ki?
Bir dost anlatıyor. Yahu diyor bazı camilerde
tam namaza duracağımız zaman imam dönüyor “uûûu” diye bir sesler çıkarıyor ne
olduğunu bir türlü anlamıyorum.
-Hay Allah
hayrını versin ne olacak adam sünnet-i seniyyeyi işliyor.
-Nasıl yani!
-Nasıl olacak? Hz.
Peygamber namaza durmadan önce sağına ve soluna dönerek “istevûuu!” dermiş ya işte
o da onu yapıyor.
-İyi de o da ne
demek ki?
“Düz durun,
safları düzeltin!” demek.
-İyi de niye öyle
söylemiyor ki?
-Öyle ama Hz.
Peygamber Türkçe demedi ki, o ne söylediyse bizimde onu söylememiz lazım.
-Peki, bu namazın
erkanından mı?
-Yook!
-Peki, cemaat
olarak ben onun dediğini anlıyor muyum?
-Yook!
-O zaman neden
benim anladığım şekilde söylemez.
-Yahu dedik ya
kardeşim sünneti seniyye böyle söylemek.
-Haydaaa!. Bu
namaz mı değil, belli ki safın düzeltilmesini amaçlayan bir uyarı imiş,
insanların anlamayacağı şekilde “uuu” demekle
maksat hasıl olur mu?
Hem bu safı
düzeltme işi ise, adam cemaat üç kişi iken gene aynı şeyi yapıyor. Şimdi buna
ne demeli.
-Valla ne dersen
de. Sünnet dedik ya. İlla ki uyacaksın.
-Yahu uyalım
uymasına da bu uymak değil ki öykünmek.
Tövbe tövbe!
Bugün tersinden mi kalktın ne?
İşte böyle
muhabbet uzayıp gidiyor. Bu ve benzeri
bir çok konuda biz sözde sünnet-i
seniyye diye peygamberimize öykünmüş oluyoruz.
Bakın Hz. Ömer’e:
İbn Hibbân’ın rivayetine[1]
göre o cemaate imam olmak üzere safların arasından geçerken bakar, saflarda düzensizlik
varsa “safınızı düzeltin!” derdi. Eğer saflar düzgün ise geçer ve tekbir alarak
namaza dururdu.
Bu arada “safınızı
düzeltin!” derken bunu Arapça olarak söylerdi. Çünkü söylediği dil karşısındaki
kimselerin anadilleri idi. Türkçe zaten kendisi de bilmezdi.
Şimdi hocalarımız
namaza durmadan arkaya dönüp şöyle bir eda ile “istevûuu!” derken muhtemelen
arkadaki cemaat “Ne kadar derin hoca!” diyorlardır ya da başta sözünü ettiğimiz
dostumuz gibi “Yahu bu adam ne diyor?” diye merak edip duruyordur.
Anlamını,
mantığını, maksadını yitiren bir dindarlık işte böyle bir şey.
Şimdi biz tutmuş
bizim dindarlık anlayışımızda mantık arıyoruz.
Olmayan şeyi
aramanın da ne mantığı varsa sanki.
Neyse.
Kalın sağlıcakla.
19.03.2015
GARİBCE
[1] صحيح ابن حبان - محققا (15/ 350) قَالَ عَمْرُو بْنُ مَيْمُونٍ: وَإِنِّي لَقَائِمٌ مَا بَيْنِي
وَبَيْنَهُ إِلَّا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبَّاسٍ غَدَاةَ أُصِيبَ، وَكَانَ إِذَا
مَرَّ بَيْنَ الصَّفَّيْنِ قَامَ بَيْنَهُمَا، فَإِذَا رَأَى خَلَلًا قَالَ:
اسْتَوُوا، حَتَّى إِذَا لَمْ يَرَ فِيهِمْ خَلَلًا، تَقَدَّمَ فَكَبَّرَ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder