Bizde din
adamlığı yok derler. Kasıt ruhbanlık ise doğrudur.
Ama bir dinin
adamı/ adamları yoksa vah o dinin haline!
Kendisine dine
adamış adamlar!
Din insanlar için
var.
Öyle ise dinin
adamları son tahlilde kendilerini insanlara adayan kimseler olmalı.
Dini onların
hayatlarına ışık getirecek, onlara yön verecek şekilde sunacak adamlar.
Bizim yaptığımız
ise daha çok dine değer biçmek gibi.
Din o kadar
değerli ki bizim gözümüzde, onun uğrunda bütün canlar feda olsa yeridir, olması
gereken budur deriz. Ve bir sürü din şehitlerimiz. Oh ne ala!
Din o kadar
kıymetli ki onu en kıymetli mahfazalar içinde en yüksek yerlerde saklamalı.
Din olur olmaz
kimselerin eline verilmemeli, çocuktan esirgenen oyuncak gibi, ya kırarsa, ya
bozarsa…
Dinin hayatta ne
işi olabilir ki! O paha biçilemez değeriyle itina ile saklanmalı.
Desene şunu
müzede saklamalı diye.
Bizim din algımız
biraz böyle gibi geliyor bana. Hayatın içinde ve her zaman ve mekanda var
olması gereken bir din, öyle olmuyor, birtakım ritüellere indirgeniyor,
semboller üzerinden kotarılmak isteniyor.
Yemeğin içindeki
tuz gibi, sütün içindeki yağ gibi hayatın her zerresinde din olmalı ki yemeğimiz
tatsız tuzsuz, yoğurdumuz imansız olmasın.
Allah’ı yücelteceğiz diye o kadar erişilmez kıldık ki artık şeyh efendi elimizi tutup himmet buyurup bizi O’na
götürmeden erişemez olduk. Oysa O bize Şah damarımızdan daha yakındı, her dem biz
O’nunla oldukça O da bizimle idi. Hal böyle iken bizi Allah’a götürüyoruz diye
Atta’ya mı götürüyorlar.
Vah ki ne vah!
İnsanları
gündelik yaşantılarıyla, yaşantılarındaki istikametle, özde, sözde ve işte doğrulukla,
dürüstlükle ölçemiyoruz, çünkü bunları ölçebilecek elimizde ölçütlerimiz yok.
Giydiğine bakıyoruz, saçına sakalına bakıyoruz, boyuna posuna bakıyoruz…
İnsanlarımızın kıymetini bunlardan hareketle ölçmeye kalkıyoruz.
Dindarlık ne ki
acep?
Eline, diline ,
beline sahip olmaksa işimiz gerçekten zor.
Müslüman,
kimsenin elinden ve dilinden zarar görmediği kimse ise zor.
Mümin hoş geçimli
kimse ise zor.
Mümin, müminin
aynası ise zor.
Dindarlık belli
ki zor, hem de çok zor.
Sakal ise, kolay.
Cübbe ise o da
kolay.
Sarık sarmaksa…
bunlar gerçekten kolay.
Dervişlik olsaydı
tâc ile hırka
Biz dahi alırdık
otuza kırka
Derler ki
kıyamette insanlar anadan uryan haşr olacaklarmış. Bu dünyada haydi otuza kırka
demedik aldık; sarıkla cübbeyle, sakalla şalvarla yırttık diyelim, orada ne yapacağız?
Garibce malum
benim içimdeki ben. Arada ilginç muhaverelerimiz de oluyor kendileriyle. Malum bir süredir sakalımız var hatta bir ara
hakkını tam verelim deyu bir kabza kadar olsun için epey bir salıvermiştik.
Rahmetli Ahmet Muhtar Büyükçınar hocam “Sakal, beynin antenidir!” derdi.
Uzatmamıza sebep de oydu? Ne zaman sinyal almaya başlayacak diye epey bir
bekledik. O günden beri aklımın
çalışmasında bir ilerleme oldu mu
doğrusu onu çok seçemedim. Ama
belli ki artık sakalımız da var şunun şurasında geriye ne kaldı bir
sarık bir de cübbeden başka diye havalara girdiğimizi sezmiş olacak ki, bir gün
beni dürttü, “Hey, hey!” dedi “Dur hele! o havalar da ne! Sonunda keramet
zannettiğin şey bir tutam kıl değil mi. Sen köy hayatını bilirsin. Hiç keçi
görmedin mi? Bir ömür boyu bir tutam sakal ile yaşar da ne hikmetse kıçları hep açıkta gezer. Eğer bu bir tutam kılın kendinde bir keramet
olsaydı, hiç olmazsa ayıbını örtmeye yarardı!”
Dedim, “Garibce
bak şimdi bu olmadı!”.
O ısrar etti, “geçen
yazmıştım” dedi “ozanın öyküsünü: Hani zülfünün teline kurban olayım diye bir
ömür türkü söyleyen adamın halini. Adam sonunda öğrenmiş ki bir ömür boyu
kurban olduğu zülüf, saç, tel de kıl
imiş. Haydi gel de yanma!”
Laf aramızda bu
Garibce bazen ters söylese de hep doğru söylüyor sanki.
O yüzden ben onu
seviyorum. Ve onun -kendime rağmen- hep yaşamasını istiyorum.
Bunun da ancak
sizin teveccühünüz ve duanızla olacağını da biliyorum.
Din adamı değil
ama dinin adamı olmamız duasıyla!
27.03.2015
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder