27 Mart 2015 Cuma

Dine kıymet biçmek!


Bizde din adamlığı yok derler. Kasıt ruhbanlık ise doğrudur.
Ama bir dinin adamı/ adamları yoksa vah o dinin haline!
Kendisine dine adamış adamlar!
Din insanlar için var.
Öyle ise dinin adamları son tahlilde kendilerini insanlara adayan kimseler olmalı.
Dini onların hayatlarına ışık getirecek, onlara yön verecek şekilde sunacak adamlar.
Bizim yaptığımız ise daha çok dine değer biçmek gibi.
Din o kadar değerli ki bizim gözümüzde, onun uğrunda bütün canlar feda olsa yeridir, olması gereken budur deriz. Ve bir sürü din şehitlerimiz. Oh ne ala!
Din o kadar kıymetli ki onu en kıymetli mahfazalar içinde en yüksek yerlerde saklamalı.
Din olur olmaz kimselerin eline verilmemeli, çocuktan esirgenen oyuncak gibi, ya kırarsa, ya bozarsa…
Dinin hayatta ne işi olabilir ki! O paha biçilemez değeriyle itina ile saklanmalı.
Desene şunu müzede saklamalı diye.
Bizim din algımız biraz böyle gibi geliyor bana. Hayatın içinde ve her zaman ve mekanda var olması gereken bir din, öyle olmuyor, birtakım ritüellere indirgeniyor, semboller üzerinden kotarılmak isteniyor.
Yemeğin içindeki tuz gibi, sütün içindeki yağ gibi hayatın her zerresinde din olmalı ki yemeğimiz tatsız tuzsuz, yoğurdumuz imansız olmasın.
Allah’ı yücelteceğiz diye o kadar erişilmez kıldık ki artık şeyh efendi elimizi tutup himmet buyurup bizi O’na götürmeden erişemez olduk. Oysa O bize Şah damarımızdan daha yakındı, her dem biz O’nunla oldukça O da bizimle idi. Hal böyle iken bizi Allah’a götürüyoruz diye Atta’ya mı götürüyorlar.
Vah ki ne vah!
İnsanları gündelik yaşantılarıyla, yaşantılarındaki istikametle, özde, sözde ve işte doğrulukla, dürüstlükle ölçemiyoruz, çünkü bunları ölçebilecek elimizde ölçütlerimiz yok. Giydiğine bakıyoruz, saçına sakalına bakıyoruz, boyuna posuna bakıyoruz… İnsanlarımızın kıymetini bunlardan hareketle ölçmeye kalkıyoruz.
Dindarlık ne ki acep?
Eline, diline , beline sahip olmaksa işimiz gerçekten zor.
Müslüman, kimsenin elinden ve dilinden zarar görmediği kimse ise zor.
Mümin hoş geçimli kimse ise zor.
Mümin, müminin aynası ise zor.
Dindarlık belli ki zor, hem de çok zor.
Sakal ise, kolay.
Cübbe ise o da kolay.
Sarık sarmaksa… bunlar gerçekten kolay.
Dervişlik olsaydı tâc ile hırka 
Biz dahi alırdık otuza kırka
Derler ki kıyamette insanlar anadan uryan haşr olacaklarmış. Bu dünyada haydi otuza kırka demedik aldık; sarıkla cübbeyle, sakalla şalvarla  yırttık diyelim, orada ne yapacağız?
Garibce malum benim içimdeki ben. Arada ilginç muhaverelerimiz de oluyor kendileriyle.  Malum bir süredir sakalımız var hatta bir ara hakkını tam verelim deyu bir kabza kadar olsun için epey bir salıvermiştik. Rahmetli Ahmet Muhtar Büyükçınar hocam “Sakal, beynin antenidir!” derdi. Uzatmamıza sebep de oydu? Ne zaman sinyal almaya başlayacak diye epey bir bekledik.  O günden beri aklımın çalışmasında bir ilerleme oldu mu  doğrusu onu çok seçemedim. Ama  belli ki artık sakalımız da var şunun şurasında geriye ne kaldı bir sarık bir de cübbeden başka diye havalara girdiğimizi sezmiş olacak ki, bir gün beni dürttü, “Hey, hey!” dedi “Dur hele! o havalar da ne! Sonunda keramet zannettiğin şey bir tutam kıl değil mi. Sen köy hayatını bilirsin. Hiç keçi görmedin mi? Bir ömür boyu bir tutam sakal ile yaşar da  ne hikmetse kıçları hep açıkta gezer.  Eğer bu bir tutam kılın kendinde bir keramet olsaydı, hiç olmazsa ayıbını örtmeye yarardı!”
Dedim, “Garibce bak şimdi bu olmadı!”.
O ısrar etti, “geçen yazmıştım” dedi “ozanın öyküsünü: Hani zülfünün teline kurban olayım diye bir ömür türkü söyleyen adamın halini. Adam sonunda öğrenmiş ki bir ömür boyu kurban olduğu  zülüf, saç, tel de kıl imiş. Haydi gel de yanma!”
Laf aramızda bu Garibce bazen ters söylese de hep doğru söylüyor sanki.
O yüzden ben onu seviyorum. Ve onun -kendime rağmen- hep yaşamasını istiyorum.
Bunun da ancak sizin teveccühünüz ve duanızla olacağını da biliyorum.
Din adamı değil ama dinin adamı olmamız duasıyla!
27.03.2015

GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...