Salih Tuğ Hoca İle Dersimizin Hitamuhû
Misk Oldu!
Fıkhu’s-sîre adlı bir Yüksek
Lisans dersim var. Bu ders bana Hayrettin Hocam’dan miras kaldı. Daha
doğrusu hocanın halefi bu derste ben
oldum. Şimdiye dek çok güzel geçti, sanırım. Lakin hocalar seçmeli olunca bizim
sayı dibe vurdu. Yirmi kişiden ancak üç beş kişi seçiyor. Genelde bereketli geçmesine rağmen sebebi
nedir bilemiyorum. Yalnız belki ipucu
olabilir diye bu dersle ilgili bir hatıramı paylaşayım. Birinde ilk derste beş altı öğrenci gelmişti. Ben de saf saf
derslere devama önem verdiğimi ve bu ders için de Hamidullah Hocanın İslam
Peygamberi adlı değerli eserinin –ki
dersimiz açısından kanaatimce en önemli eserdir- biraz insaf ile ikinci cildini
okumanın başarı için ön şart olduğunu falan söyledim ve her halde bunu da ciddi ciddi söyledim. Meğer o ilk
hafta öğrencinin hoca değiştirme hakkı varmış. Bir hafta sonra listeye baktık
ki onların bir kısmı da belli ki bizim tavrımıza sebep kaçmış. Ne yapalım,
öğrenci psikolojisi, belki onlar da haklı. Birçoğu zaten öylesine götürürken
üzerine bir sürü yük binmesini istemez zahir. Neyse ki biz bu dersi öğrenci
yirmi kadar iken de tek bir öğrenci olduğunda da şimdiye kadar kesintisiz yaptık.
Gayret bizden, bereketi
Allah’tandır.
Bu yıl dört öğrenci ile götürdük.
İşte bu dersimizin sonuncusunu hitamuhû misk kabilinden olsun diye Serhademe
Kurucu Dekanımız Salih Tuğ hocamızla odamızda yaptık. Hocamız lütuf buyurdu
yeni çıkarmış olduğu tercüme kitabını da bize hediye etti. Öğrencilerimiz sevgili
emekli hocamızı bu vesile ile yakından tanımış oldular. Diğer derslerden de
birkaç öğrencinin katılımı ile küçük bir halka oluşturduk ve hocamızı halelemiş
olduk. O ışıktı biz de hale yani.
Neden Salih Hoca derseniz,
birincisi Salih Hoca Salih hoca olduğu için. İkincisi onu kendimize hep yakın
bulduğumuz için. Üçüncüsü yolumuzu yol edindiği ve bunun fikrî planda çilesini
çektiği için. Bir ömür boyu süren idareciliğinde herkesçe ve her kesimce
sevilen bir adam olduğu için. Ve tabii ki bizim dersimizle özel alakası da Hamidullah Hoca’nın Türkiye’de tanınmasında
büyük katkısı olduğu ve İslam Peygamberi’ni Türkçemize kazandırdığı için. Ve bir başka
sebep de yukarılarda olduğu halde aşağılarda neler olup bittiğini –ki GARİBCE
de buna dahildir- kolaçan ettiği ve ilgilendiği için.
İşte böyle. Sonuçta bizi aynı
yolun yolcusu üç kuşak olarak aynı masa etrafında bir araya getiren Rabbimize
hamd ettik. Bizi hocamızla daha nice böyle derslerde buluşturmasını, bizi
kendilerine hayrulhalef kılmasını Lütf-ı İlahîden diledik. Amin!
Hocamız iki saate yakın bize
hayat tecrübesinden kesitler sundu. Ta başından başladı ve günümüze getirdi.
İşte sizinle de paylaşmak
istediğim birkaç not.
Rol model çok önemli. Mühim olan
iyi örneklerin peşinden gitilmesi. Annem babam benim için çok iyi örnektiler.
(Serhademe S. Tuğ)
İlk (Kur'an) hocam Arap hoca adlı
mülahham yaşlı bir hanımdı.
Mahmut Bayram ile iki yıl metin
üzerinden uygulamalı Arapça okuduk. İkinci (Arapça) hocam Hamidullah'tı. Ben
ona basit hikayeler yazardım. Hoca onları düzeltirdi. (Serhademe S. Tuğ)
[Garibce bunca yıl Arapça hocalığı tecrübesinden sonra der ki: Dili öğrenecekseniz gramer ezberleyerek değil, metin üzerinden çözümlemeler yaparak ve en zor olanı da bizzat kendiniz yazmaya çabalayarak öğreneceksiniz. Boşuna kendinizi oyalamayın. Denize girmeden yüzme pratiği olmaz. Bir de bizim oralarda derler ki: Kıç ıslanmadan balık tutulmazmış.]
[Garibce bunca yıl Arapça hocalığı tecrübesinden sonra der ki: Dili öğrenecekseniz gramer ezberleyerek değil, metin üzerinden çözümlemeler yaparak ve en zor olanı da bizzat kendiniz yazmaya çabalayarak öğreneceksiniz. Boşuna kendinizi oyalamayın. Denize girmeden yüzme pratiği olmaz. Bir de bizim oralarda derler ki: Kıç ıslanmadan balık tutulmazmış.]
Yirmi kuruş büyük para. Güzel
okuyor olmalıyım ki beni mevlide götürdüler. Çıkarken cebime yirmi kuruş
koşmuşlar. Bu benim ilk kazancımdı.
İlk Arapça hocam babamdı. En
kötüsüydü. Nasara'yı ezberletemedi. Cızırtılı bir radyom vardı. Ben ondan arar
bir Arapça yayın yapan bir istasyon bulurdum. Onu devamlı dinlerdin. Öyle bir
hale geldim ki anlamaya başladım ve baba şöyle şöyle olmuş derdim. Nerden
biliyorsun derdi. Ben de bak radyo söylüyor derdim. Babam tabi anlamazdı.
(Serhademe S. Tuğ)
[Ey talebe-i kiram, sizin eliniz
altındaki imkanları bir düşünün. Sizin cızırtılı radyonuz olmayabilir ama öyle
imkanlara sahipsiniz ki hem görsel hem duysal hem yazısal, üçü bir arada yani].
Tramvaya asılmak yasak. Bilet üç
kuruş on para. Kafamıza bilet kasası yemişliğimiz vardır. (Serhademe S. Tuğ)
[Nasibe bakın ki biz de köye kamyon gelecek de onun arkasından asılacağız. Demek ki neymiş. Çocuk çocukmuş, şehirlisi de köylüsü de...
[Nasibe bakın ki biz de köye kamyon gelecek de onun arkasından asılacağız. Demek ki neymiş. Çocuk çocukmuş, şehirlisi de köylüsü de...
Tabii bir de bisikletle asılmak
varmış yokuşları çıkarken. Garibce'nin bisikleti hiç olmadı. O yüzden hala
binmesini beceremez. Gerçi çıplak eşeğe de çok iyi binemezdi ya!]
Süveyş savaşı sebebiyle Ezher'e
gidemedim.
Garibce: Buna sebep geriye doğru
bir tahassürünüz oldu mu?
Hayır. Akıcı bir dilden başka bir
katkısı olmazdı. Ordan görgü alamazdım. (Serhademe S. Tuğ)
[Bu tespit GARİBCE nazarında
fevkalade önemli!]
Zeki Velidi Togan'ın kurduğu İslam
Araştırmaları Enstitüsü'nde Muhammed Hamidullah mukaveleli hoca olarak her sene
üç ay ders verirdi. Derslerine İmam Hatipten Hayrettin Karaman, Saim Yeprem,
Fuat Sezgin… de katılırdı. (Serhademe S. Tuğ)
[Demek ki neymiş: Adam olacak
talebe hoca seçişinden belli olurmuş.]
Hamidullah Hoca burada kaldığı üç
ay içinde denk geldiğinde kurban keserdi. Ben onun kurban memuru idim.
(Serhademe S. Tuğ)
Babam bana takılırdı, sen Hocan
(Hamidullah) gibi az yemiyor, çok konuşuyorsun. (Serhademe S. Tuğ)
Avrupa'da bir konferansta Halil
Günenç hoca dil bilmediği için beraber olduğu Hamidullah hocanın istediği
yemeğin aynısı diye işaret etmiş, tabi aç kalmış.
Yaşayanlarımıza uzun ömür
ölenlerimize rahmet olsun.
Hoca çok önemli bir uygulamaya da
değindi: Hamidullah hocanın babası Halilullah Haydarabad müftüsü imiş ve insanların güvenini
kazanmış mutemet bir kimse olduğu için zekat paraları kendisinde toplanırmış.
Hoca bir fon oluşturmuş ve bu zekat
paralarını “İkraz” yani borç olarak kullandırma yoluna gidermiş. Yani alan kişi
belli bir süre sonra zekat fonundan aldığı ödünç parayı geri iade edermiş. Bu
önemli bir uygulama. Biz ille de “temlik” şartıdır diye bu gibi uygulamaların
yolunu açmamışız. O yüzden de bizde zekat bir iş imkanı oluşturma yerine günlük
öğün kurtarma şeklinde devam etmiş.
Evet, işte böyle.
Bu vesile ile Salih hocamıza sağlık
ve afiyet içinde hayırlı uzun ömürler diliyorum
Dua ile!
04.01.2016
GARİBCE
Hocam zaman ayırıp notlarını paylaşmanız sebebiyle Allah razı olsun. Selam ve hürmetlerimle...
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil