6 Nisan 2024 Cumartesi

Büyük Çamlıca Camii Öğle Namazı Öncesi IV. Sohbetimizin Özeti: Değer ölçülerimiz II

 24 Ramazan 1445 / 03.04.2024

İslam geldi mevcut cahiliye değerlerinden kimini ibkâ etti, kimini ıslah etti, bir kısmını da iptal eyledi.

Cahiliye döneminde tercih ve davranışlarını belirlemede mihenk olarak esas alınan şeylerden birinin de heva ve heveslere uyma olduğu (Furkan 43) bizzat Kur'an’da belirtiliyor. Hepimizin bir takım arzuları vardır ve bunları gerçekleştirmek isteriz. Bir takım ihtiyaçlarımız vardır ve bunların karşılanması için çalışıp çabalamamız tabiidir. Ancak ihtiyaçlarımızın yerini ihtiraslarımız alırsa o takdirde biz onun altında kalkamayız. İnsanın belini doğurtacak kadar gıdaya, soğuktan sıcaktan ve saldırılardan korunmak için bir barınağa ihtiyaç duyar. Keza giysiye ihtiyacımız vardır. Bizim bunları karşılamak için çalışıp çabalamamız normaldir, hatta takdir edilir. Ancak biz ihtiyaçlar yerine ihtirasların peşine düşersek o ihtiraslarımız bizi gulyabani gibi helake sürükler. Tüketim esaslı bir anlayış ile yola çıkıldığı zaman iflah olamayız.

Eskiden ekonomi yerine İktisad ilmi vardı. İktisad tutumlu olma, orta yolcu bir yaşantı sürme demekti. İfrat ve tefrit her konuda olduğu gibi iktisatta da yanlış sayılırdı. Söz gelimi cimrilik de savurganlık da kötü, tutumlu olmak ise iyi idi.

Günümüz ekonomisi ise üretici ise üretimini tüketici ise tüketimini maksimize eden adamı (homoekonomikus) esas aldı. İnsanın mutluluğunu tüketimin çokluğu ile ve hatta somut bir örnek olarak çöpün çokluğu ile ölçmeye kalkıştı. Yani ne kadar çok çöp tüketiyorsan o kadar mutlu sayılıyorsun. Gerçek mutluluğu ölçecek ölçemler olmayınca hepsi kemiyetle/nicelikle ölçülür oldu. Söz gelimi bir karpuz aldınız ve içini siz yediniz, kabuğunu hayvanınız yedi, çekirdeğini de kuşlarınız yedi, hiçbir çöp çıkmadı. İmdi bu resimde insanlar hiç mutlu değil, çünkü hiç çöpleri yok.

Ya da şehirde kalıyorsunuz, çoluk çocuğunuzun uğradığı sorduğu yok, geleniniz gideniniz yok. Aldığınız karpuzdan bir dilim aldınız, hatıralar aklınıza geldi ve ağzınıza aldığınız lokmalar boğazınıza düğümlendi ve gözleriniz ıslandı. Yeme isteğiniz de kalmadı. O karpuzun çoğunu çöpe attınız. Gösteriye göre siz çok mutlu olarak gözüküyorsunuz. Çünkü çöpünüz çok çıktı.

Oysa biz insanı imanla ölçüyoruz, takva ile ölçüyoruz. Amel-i salih ile ölçüyoruz. Amel-i salih içtenlikte işlenen gayra yararlı olan fiillerimizdir. Amel-i salih ile toplum daha sükunetli ve mutlu olur. Öylesi bir toplum içinde senin mutluluğun daha da artar.

İman yanında ibadetlere bizim ihtiyacımız vardır. İmanımız ile yapıp ettiklerimiz bizi ongun hale getirecek.  Özümüz pak olacak ki yüzümüz ak olsun. Allah Samed’dir, O’nun bize değil bizim O’na ihtiyacımız vardır. Meyvenin olgunlaşabilmesi için belli bir zamana ihtiyaç oluyor. İyi bir insan da ha deyince olmuyor. O yüzden bizim de iyi insan olabilmemiz için hayat boyu çabalamamız gerekiyor.

Biz insanımızı cahiliye değerleri ile değil bağışıklık sistemi mesabesindeki takvamız ile ölçeriz.

Bilgi ile ölçeriz.

Ahlak-ı hamide/ erdemlerimiz ile ölçeriz.

Kalb-i selim,  akl-ı selim ve zevk-i selim ile ölçeriz.

Allah Teâlâ bizi iyi etsin.

Dua ile!

06.04.2024

GARİBCE

 

29 Mart 2024 Cuma

Büyük Çamlıca Camii Öğle Namazı Öncesi III. Sohbetimizin Özeti: Değer ölçülerimiz

 

27.03.2024

Değer ölçülerimiz:

Davranışlarımızı belirlerken, tercihlerimizi yaparken, bir nesneyi değerlendirirken illaki bir takım kıstaslara vurur ona göre sonuç elde ederiz. İnsanın boyunu metre ile, ağırlığını kilo ile ölçeriz. İşlerimizi yaparken sonucuna bakarız, hayır mı şer mi?.

Bu ölçemlerin şaşmaz olması lazımdır. Aksi halde sağlıklı sonuç alamayız.

Kitabımız “Lâ reybe fîh =asla kuşku içermeyen özellikte oluşu ile bize şaşmaz, aşkın değerler verir.

Aslında değerden yoksun hiçbir topluluk da yoktur. Söz gelimi cahiliye toplumunda da bir takım değerler vardı ve insanlar bunlara göre davranışlarını ortaya koyarlardı. Bu değerlerin belki de başında asabiyet gelirdi. Yani mensubu olduğu kabileye sorgusuz sualsiz bağlılık esastı. Kabilene mensup olan biri ile kavga ediyorsa senin vazifen hemen onun yanında yer alman ve ona arka çıkman, o kime vuruyorsa senin de ona vurman idi. Niyesi sorulmazdı. Haklı ya da haksız olduğuna bakılmazdı. “Unsur ehâke zâlimen ev mazlûmen” sözü o dönemden kalma bir deyişti. Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et diyordu. 

İslam işte bu değerleri tersyüz edip gerçek değerleri ikame etmeye çalıştı. Bu sözü Hz. Peygamber (s.a.s.) de söyledi. Ama içeriğini değiştirdi. Zalime yardımın onun zulmüne mani olmak şeklinde olacağını söyledi.

Cahiliye değerleri arasında tekâsür yani çoklukla öğünmek vardı.

Cinsiyet ayırımı vardı ve kadın olmak zordu.

Irk/renk ayırımı vardı.

Arap olan olmayan ayırımı vardı. Arap olmayanların hepsi Acem torbası içine doldurulurdu. Acem dilsiz demekti, hayvanlar için kullanılan bir kelime idi.

İnsanların değeri mal ve erkek evlat çokluğu ile belirlenirdi. Malı ve erkek çocukları olmayan kimseden peygamber mi olurdu?

İslam geldi insanları aşkın değerlerle ölçmenin yolunu açtı.

Ne tezekten terazi ne de boktan dirhem olsun istemedi.

İnsanlığa zait olan İslamiyetin en başta gelen değeri iman idi.

İman elde birdi.

Saygınlığın Allah katındaki ölçemi takva idi. Takva kulluk bilinci demekti ve o birin sağına konulan bir sıfır gibiydi.

Amel-i salih o birin sağına konulan bir sıfır daha demekti.

Ve illaki ahlak olmalıydı.

Ahlak kökleri ve gövdesi olan ağacın meyvesi gibi bir şeydi. Meyve hem tabii sonuç hem de nihaî amaçtı.

Ağaç meyvesini kendisi için vermezdi, başkaları ondan yararlansın diye meyveye dururdu. Öyle ise müslüman da yararı başkalarına yönelik olan erdemlerle bezeli olmalıydı. Zaten İslam’ın kendisinden istediği sağlam inançları, sahih ibadetleri ve niyet/kulluk bilinci ile yapıp ettikleri hepsi bu erdemlerin oluşması içindi.

Hem meyve tohumunu da içermesi sebebiyle bekanın da teminatı idi.

Bütün bu süreçte ilim işe yarardı. İlimsiz olmazdı. Öyle ise o da birin sağında bir sıfır gibi değerlerimize değer katardı. Ama bizatihi kendisi amaç da değildi.

İman, amel-i salih ve takva/ mekarim-i ahlak bir kimsede bulundu mu onun hakkında Rahman sevgi yaratırdı[1], artık o kimse yer ve gök ehli tarafından sevilen biri olurdu.

Dua ile!

29.03.2024

GARİBCE



[1] اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ

"İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara gelince, Rahman onlar için (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır."  (Meryem 19/96)

21 Mart 2024 Perşembe

Büyük Çamlıca Camii Öğle Namazı Öncesi II. Sohbetimizin Özeti: Şecere-i tayyibe

 

 


20.03.2024

Bugünkü sohbetimizde niyet değerlere dair olacaktı. Lakin camiye vardım cebime baktım zarf yoktu, evde unutmuştum. Olsun dedim, ziyanı yok ben de her vesile ile anlatmaya çalıştığım Garibce’ye özgü şecere-i tayyibe’den hareketle İslam’ı ve müslümanı anlatırım ve öyle de yaptım.

İbrahim 14/24-25’de kelime-i tayyibe şecere-i tayyibe yani görkemli, hoş, temiz bir ağaç  üzerinden anlatılır. Ağacın sapasağlam sabit dibi/kökleri vardır, göğe ağmış dal budak salmış gövdesi vardır ve de her an yemiş vermektedir. Müslüman da işte böyle olacaktır. Sapasağlam inançları olacak onunla ağacın köklerinin toprağa tutunup oradan beslendiği gibi Allah’a bağlanacak, köklerden sürgün veren dallar ve göğe ağmış gövde gibi kalpte yer eden inançların dışa vurumu olan eylemleri olacak ve illaki ağaç meyve vermek için ise müslümanın da imanı, bu imandan kaynaklanan eylemleri ve elbette ki hem tabii sonuç ve hem de amaç olan erdemleri olacaktır. Mekarim-i ahlak.

Ağacın meyvesi içinde tohumu da taşıdığı için erdemli müslümanlar olduğu sürece İslam’ın beka sorunu da olmayacaktır.

Hem ağaç kendisi yararlanmak için meyve vermez. Meyve başkaları içindir. Erdemler de öyledir.

Konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi istiyorsanız aşağıdaki Garibce yazılarına bakınız.

Dua ile!

GARİBCE

21.03.2024

https://garibce.blogspot.com/2012/08/cibril-hadisi-ve-secere-i-tayyibe.

 

https://garibce.blogspot.com/2018/03/bir-butunun-boyutlar-olarak-inanclar.html

 

https://garibce.blogspot.com/2022/09/ahlak-kemal-degil-beka-sorunudur.html

 

13 Mart 2024 Çarşamba

Büyük Çamlıca Camii Öğle Namazı Öncesi Vaazımızın Özeti

 


13.03.2024

Dua.

Biz insanız ve yeryüzü halifesiyiz. Buna sebep yeryüzüne vaziyet etme yetki ve sorumluluğu bizim boynumuzdadır. Emanet ten kasıt da budur.

Bizden istenilen sorumlu olarak yeryüzünü numunesini gördüğümüz cennete çevirmektir.

Bunun için dünyamızda bir huzur iklimi oluşturmaktır.

Bunun için evvelemirde içinizde huzur olacak ve bu dışa vuracaktır.

İçimizde huzur yoksa bu huzursuzluk dışa vurur ve başkalarını rahatsız eder ve sonunda da gene bize döner.

Özü duru, sözü doğru, işinin hakkını veren bir anlayışa sahip olmalı. Herkes ne iş yapıyorsa yaptığı işin hakkını vermeli.

Eline diline ve beline sahip olmalı.

Allah bize “müslüman” adını koymuş. Ben bir müslümanım, o itibarla öbür vasıflar ondan sonra gelir.

Peki müslümanı tarif edelim. Peygamberimizin tariflerine bakalım:

Müslüman, diğerlerinin elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir.

Günde beşini kılan, yılda ayını tutan ve ömürde haccını yapan değil, diğerleri ile ilişkilerimiz üzerinden bizi tarif ediyor.

Bizim diğer adımız da Mü’min’dir. Mümin Allah Teâlâ’nın isimlerinden biridir. Mü’min deyince biz hemen inanma üzerinden gidiyoruz. Ama bu sözcüğün anlamı güven veren demektir. Nasıl ki Mü’min olan Allah Teâlâ, bu isminin tecellisi ile her şey konumunda, mecrasında kaos değil güven içerisinde ise bizim de mümin olarak çevreye güven veren olmamız anlamı öne çıkıyor.

Bir hadiste de müminin geçim ehli olan kimse olduğunu söylüyor, geçinemeyen ve geçinilemeyen kimsede hayır yoktur diyor.

Bir kadından övgü ile bahsederler, gündüzleri saim geceleri kaim. Ama komşuları ile geçimsiz diyorlar. Öyle ise onda hayır yoktur buyuruyor.

Müslümanlık insanlığa zait bir meziyettir.

Özü pak sözü hak, işi doğru, gıllügiş yok, aldatma yok. İşinin hakkını verene aldığı anasının ak sütü gibi helal olur. Ama işinin hakkını vermiyorsa aldığı helal olmaz. Kazandım zanneder ama uzun vadede kaybeder.

Şu kadar namaz kıldın, şu kadar oruç tuttun. Hatim indirdin… Allah kabul etsin iyi de komşularınla geçinemedin. Oldu mu, olmadı.

Bizden asıl beklenilen iyi insan olmaktır. Namaz, oruç gibi ibadetlerimiz dahi asli amaç değil, bizi daha iyi insan yapmak içindir.

Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil/ Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ

"Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar."  (Ankebût 29/45)

Bilgi o kadar arttı ve ulaşımı o kadar kolaylaştı. Bu kadar bilgiye rağmen bu insanlar neden daha erdemli, daha ahlaklı değil.

Yaptığının yanlış olduğunu biliyor mu? Biliyor. Yaptıklarının sonunda kendisine de döneceğini biliyor. Buna rağmen neden böyle davranılıyor izahı zor gözüküyor.

Hz. Peygamber’in anlatımıyla hepimiz bir gemiye doluşmuşuz, kura ile kimimiz üst kata kimimiz alt kata düşmüşüz. Alt kattakiler üsttekileri rahatsız etmemek için suya ulaşmak için bulundukları yerden bir delik açarak su ihtiyaçlarını gidermek isterler. Temsilde alt kattakiler cahiller, yoksullar. Üst kattakiler okumuşlar, aydınlar, zenginler… Üst kattakiler alttakilerin davranışlarına bigâne kalır ve onlar bildiklerini okurlar ve gemiyi delerlerse gemi su alır, su alınca gemi batar, batınca da üst kattakiler de birlikte batar.

O yüzden hepimiz birbirimizle alakadar olmak zorundayız. Birlik ve dirliğe, iyilik ve güzelliğe ihtiyacımız var.

Bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır, derler. Toplumun mutluluk düzeyi de en alt katmandakilerinki kadar olmalıdır. Komşu aç iken tok yatılmıyor.

Dünyada öyle olaylar oluyor ki zulümler, savaşlar, on binlerle ölümler…

Bunlar gökten yağmıyor, biz insanların eliyle oluyor.

Hz. Peygamber (s.a.s.)  “Unsur ehake zalimen ev mazlumen” buyuruyor. Yani kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım et, diyor. Mazlumu anladık da zalime nasıl yardım edeceğiz diye sorulduğunda da “Onun elini tutarak, zulmüne mâni olmakla” buyuruyor.

Şu hâlde dünyamıza vaziyet etmemiz gerekiyor. Üst katta keyif sürüyoruz ama bu çok sürmeyecek. Alt kattakiler habire gemiyi deliyor. O itibarla âgah olalım.

Ya Rabbi!

Özümüzü pak eyle

Alnımızı ak eyle

Sözümüzü doğru

Gailemizi Hak eyle.

Âmin!

13.03.2024

Dua ile!

GARİBCE

7 Kasım 2023 Salı

Gazze’ye

 

Savaş değil bu, soykırıma döndü

Gazze ocakları topluca söndü

Gün insanlığımız öldüğü gündü

                Ne duydum, ne gördüm, lâlım demeye

                Mâni nedir benim sefa sürmeye

 

Kara, hava, deniz; ölüm yağıyor

Geride kalanları fosfor boğuyor

Ahlar hıçkırıklar göğe ağıyor

                Ne duydum, ne gördüm, lâlım demeye

                Cehdim yoktur olup biten görmeye

 

Enkaz altında ne canlar ezilir

Çıkan cesetler yan yana dizilir

Seyri ile dahi candan bezilir

                Ne duydum, ne gördüm, lâlım demeye

Yeter ki zarar görmesin sermaye

 

Bir çocuk gördüm enkaz belindeydi

Balonu belli hala elindeydi

Bu nekbe tüm halkların dilindeydi

                Ne duydum, ne gördüm, lâlım demeye

                Kılım kıpırdatmam Hakkı görmeye

                Yeter ki zarar görmesin sermaye

 

Garibce Ferah, 07.11.2023




 

5 Haziran 2023 Pazartesi

Nübüvvet ve Tezkiye: Arındırma

 

Bugün Mustafa Fayda hocam aradı. Bir televizyon konuşmamız sırasında benim sünnetin işlevlerinden olmak üzere beş T formülü ile özellikle de hepsinin amacı mahiyetinde olan Tezkiye’den bahsettiğimi görmüş ve çok heyecanlanmış. Fakihler neden bundan bahsetmezler diye hayıflanıyor. Bizden duyması sürpriz olmuş.

Tezkiye arınmak demektir. İnsan oğlu ağırlıklarından arındıkça yücelir ve kurtuluşa erer. Nitekim Allah Teâlâ bunu şöyle buyurur:

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ

"Doğrusu arınan ve rabbinin adını anıp namaz kılan felaha ermiştir."  (A'lâ 87/14-15)

Felah, korktuğumuzdan emin, umduğumuza nail olmaktır.

Gönül ayinemiz yapıp ettiklerimizin ve işlediğimiz günahların etkisiyle puslanır ve zamanla paslanır. Artık orada hakikat tecelli edemez. Ne zaman ki işlediğimiz her bir kötülüğün ardından bir iyilik yaparız, hasenatımız seyyiatımızı giderir ve geride kalan tortuyu da tevbe ve istiğfar ile aklar, paklarız. İşte o demde gönül ayinemiz saflaşır ve oraya hakikatin şavkı yeniden düşer.

Azarız, yolu şaşırırız ya da yoldan çıkarız… diye bize rahmetinin eseri peygamberler göndererek imdat eden merhameti sonsuz Rabbimiz bizim elimizden tutuyor, doğruya hidayet ediyor. Önümüze kendisine erişebileceğimiz bizden birini üsve/ rol model yapıyor. O da bizim felahımız için çırpınıyor. Felahımızın arınmadan geçtiğini bize bildiriyor.

Onların beş T şeklinde formülleştirdiğimiz görevleri var:

1. Tebliğ. Allah’ın buyurduğunu duyurma.

2. Talîm: İndirilen kitabı ve hikmeti öğretme.

3. Tebyin: İndirileni açıklama.

4. Tatbik: Uygulama, örneklik ortaya koyma.

5.Tezkiye: Arındırma, füyuzat-ı rabbaniden kendi insanlarını da nasiptar etme.

Bu sonuncusu olan tezkiye, bütün nebevî faaliyetlerin semeresi, hem tabii sonucu ve hem de amacı olmaktadır.

Namazımız, orucumuz, zekatımız vb. hep arınmamız içindir. Söz gelimi zekat kirli malın arınması için değil, kirlenmiş özümüzün arınması içindir. Arınırsak, ağırlıklarımızdan kurtulan ruhumuz davete icabet (miraç) ile Hakk’a vasıl olur. Varlığımız gerçekliğin bir parçası olur[1].

Peygamberin vazifelerini, ardılları sürdürür. Onlar liyakatli olan her mümindir.

Dua ile!

GARİBCE

05.06.2023

 



[1] Hz. Peygamber’in (s.a.s.) görevlerini ve özellikle de tezkiye görevini belirten ayetler şunlardır:

 

رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

"Soyumuz içinden, onlara senin âyetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir elçi çıkar rabbimiz! Çünkü yalnız sensin kudret ve hikmet sahibi.""  (Bakara 2/129)

 

كَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولاً مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ

"Nitekim aranızdan size bir peygamber gönderdik: O size âyetlerimizi okuyor, sizi arıtıp temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor; yine size daha önce bilmediklerinizi öğretiyor."  (Bakara 2/151)

 

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

"And olsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lutufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar, apaçık bir sapkınlık içinde bulunuyorlardı."  (Âl-i İmrân 3/164)

 

هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ

"Ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydiler."  (Cuma 62/2)

 

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

"Onları arındırmak ve temize çıkarmak üzere mallarından sadaka al! Bir de onlar için dua et; çünkü senin duan onlara huzur verir. Allah her şeyi çok iyi işitmekte ve bilmektedir."  (Tevbe 9/103)

6 Mart 2023 Pazartesi

Emekli Oldum.

 Emekli Oldum.

(05.03.2023)

Mahkeme kadıya mülk değildi.
Böyle olacağı belliydi.😊

Yıllar yılları kovaladı, yaş altmış yedi oldu.
Üniversitelerde zorunlu emekliye ayrılma yaşı.
1979 yılında Aralık Müftüsü olarak göreve başladım.
1985 başlarında M.Ü. İlahiyat Fakültesi'ne intisap ettim.
Daha dün gibi, ama bunca yıl geçmiş. 
Ruhun yaşı yoktur, yedisinde ne ise yetmişinde de o imiş. 
Ben de öyle bildim sanki.
Lakin iki şey işi bozuyordu: Bir aynalar, bir de akranlar.
Bir de kendi talebelerimiz bakmışız gelebilecekleri en son yere şimdiden gelmişler. 
Demek ki hayli zaman olmuş.
Odamı boşalttım.
Kitaplarımı azat ettim.
Bugün BYS'ye gireyim dedim, kapı kapanmıştı, giremedim. Parola marola kapı açılmadı. Açıl susam açıl dedim, tık yoktu.
E-maili de kapatırlar mı bilmiyorum, henüz o açık duruyor.
Artık merdogan56@gmail.com adresini kullanıyorum.
Telefonum nasıl olsa aynı.
Tezgahım zaten evimdeydi.
Ne mutlu bana!
Bir sürü güzel hatıralarım var.
Birbirinden güzel sayısız öğrencilerim oldu.
Öğrencilerimin çocuklarını da okuttuğum oldu.
Daha ne isterim Allah'tan, huzurdan gayrı.
Başında da sonunda da isterim hayrı.
Allah'a emanet olun.

Dua ile!
GARİBCE
06.03.2023


11 Şubat 2023 Cumartesi

Allah yardım etsin!

 


“Allah yardım etsin!” dedim.

“Âmin!” dedi. “Amin, Âmin!” de duanın şartını da yerine getirdin mi?” dedi.

“Ne şartı?” dedim.

“Kabul şartı” dedi.

“O da nesi?” dedim.

“Önce senin Allah’a yardım etmen” dedi.

“Tövbe!” dedim. “Hem bunu da nereden çıkardın”

“Tanrı buyruğu” dedi ve okudu:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ

"Ey iman edenler! Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder."  (Muhammed 47/7)

“Ben Allah’a nasıl yardım edebilirim ki!” dedim.

“Elinle!” dedi. “Hem duymadın mı “Allah’ın kulu  Allah’ın kolu!”

“Nasıl yani?” dedim.

“Bak!” dedi, “sen şimdi gene dualarına devam et, fakat önce düşeni kaldırmak için ona elini uzat. Uzattığın o el, Allah’ın eli olacaktır.”

“Akif’in dediği gibi Allah’ı vekil harcımız olarak gördüğümüz yeter. Gayrı Allah’ın eli olmak lazım!” dedi.

Biraz utandım. Ama “İyi ki varsın!” dedim. “Özüme ayna tuttun ve emanetin sahibi olan bana, kuluna uzanan Allah’ın eli olduğumu hatırlattın.”

Öyle ya Allah Teâlâ melekut alemini melekler eliyle, insanlık dünyasını da emanetin sahibi insan eliyle emr ve tedvir ediyordu.

Ve insandı sorumlu olan: Dünyasını cennetse cennet, cehennemse cehennem yapan oydu. Düzeni kuran da bozguna sebep olan da oydu.

Ama sonuçta o, Allah’ın kendisine olan güveninin elbette farkındaydı ve bu güveni boşa çıkarmayacaktı.

İnsana selam olsun.

GARİBCE

Dua ile!

11.02.2023

Etiketler: Allah’a yardım, Allah’ın eli, duanın şartı

 

 

Allah'ın iki kaderi vardı. Birinden kaçınılır, öbürüne sığınılırdı.

 

 Allah'ın iki kaderi vardı. Birinden kaçınılır, öbürüne sığınılırdı.

Hangisinden kaçınılırdı?

Hangisine sığınılırdı?

Bilemedik bir türlü.

Başımız sağ olsun!

---oOo---

 

Evet, başımız sağ olsun.

Olacak olur, ölecek ölür…

Varsa kaderde olmamaya çare mi var!

el-Hak doğrudur. Kaderde ne varsa o olur.

Ne ki kaderin içinde iki kader var: Biri O’nun yazdığı, diğeri senin yazdığın.

O’nun yazdığı takdir idi. Senin yazdığın ise tedbir.

O’nun takdirinde ateş yakardı, su söndürürdü.

O’nun takdirinde su akardı, aktığı yere hayat verirdi, insan suyun içine girerse aklanırdı, paklanırdı, lakin su insanın içine girerse onu öldürürdü.

Deprem O’nun takdirinde sallardı, yıkardı.

Her şeyin doğasına konulmuş bir kader vardı ve her şey o kadere kodlanmıştı. Vakti saati gelince de o kodlar çözülür ve varlık sahnesine açılırdı.

İşte bu kaderdi ve asla değişmezdi.

Bir de kula nispetle başka bir kader vardı. Adı tedbir ve teshîr idi. Bunun yazgısı kulun eline verilen  kalem ile olurdu.

Birinci türden yazgı tükenmez kalemle yazılmıştı ve asla değişmezdi.

İkinci türden yazgı kurşun kalemle yazılırdı, değiştirilebilir ve silinebilirdi. Üzerinden uzun zaman geçince de pek silinemezdi, silinse bile izi kalırdı.

İkinci türden kader yani tedbir takdire bağlı idi. Yani tedbir değişmez olan kaderin çerçevesi dahilinde olmalı, onun yasalarına uygun olmalı ve teshirin şartlarını taşımalı idi.

Ateşin yakıcılığı teshir ve tedbir ile bizi ısıtır, yemeğimizi pişirir, demiri eritirdi. İmdi bize düşen onun yakıcı kader oluşundan kaçıp ısıtıcı olan kaderine sığınmaktı.

Su akardı, önüne çıkan engelleri aşardı, karşı koyanları yıkardı. O bunun kaderi idi. Ama teshir ve tedbir ile biz suyu hayat kaynağı yapabilirdik. İçerdik ve bizi kandırırdı. Yıkardık, yıkanırdık bizi temizlerdi. Onu kanallara alır, kurumuş topraklara hayat verdirebilirdik. Önüne baraj yapar azgınlığını gemler, enerji üretebilirdik. Yüzmeyi öğrenmiş olarak içine girdiğimizde o bize hayatın en güzel hazlarından birini verirdi. Üzerinde gemileri yüzdürürdük. İmdi bize düşen suyun doğasını oluşturan kaderinden kaçıp, onu tedbir ile teshir altına alacağımız kadere sığınmaktı.

Deprem de öyle.

Deprem öldürmüyor. Sadece sallıyor ve yıkıyor. Bu onun kaderi.

Ama biz kendi yapımız olan yıkıntıların altında kalıp can veriyoruz.

İmdi bize düşen depremin bu yıkıcı kaderinden kaçıp, tedbir ve teshir ile ayakta kalabilme kaderimize kaçmaktı. Birinciyi değiştiremeyiz. Allah Teâlâ’nın yasalarında/ kaderinde asla değişiklik olmaz. Yer çekimi yasası gereği yüksekte olan bir nesne dengesini kaybettiğinde illa ki düşür. Altı boşalan toprak çöker (obruklar oluşur). Dağ yamaçlarındaki kayalar sarsıntının şiddetine göre düşer ve yuvarlanır. Hareket hep aşağı doğrudur, yukarı doğru olmaz. Çünkü bu değişmez bir yasadır ve kaderdir. Bundan kaçınılması gerekir.

İmdi tedbir denilen ikinci kadere gelince işte sığınılması gereken kader budur. Bu değişebilir, silinebilir.  Sorumluluğu da bu yazgıyı yazana aittir.

Allah Teâlâ insana güvenmiştir ve emaneti ona tevdi etmiştir. Bunun için gerekli olan her şeyi hem el-Halk (yaratılış) düzleminde dananım olarak, hem de el-Emr (teşri) düzeyinde hidayet olarak lütfetmiştir. Halife olarak yeryüzünün bayındır hale getirilmesini ve onun numunesini kısa bir süre yaşamış olduğu cennete çevirmesini ona görev kılmıştır.

Değişmez kaderi (yaşam çerçevesini) belirlemiş, içini doldurmasını insanın eline vermiştir. Nizam-ı âlem ondan sorumludur. Lakin insan her zaman bu sorumluğunu yerine getirmemiştir.

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

"İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor."  (Rûm 30/41)

İnsan kendi yazdığı kaderin muhasebesini yapmak yerine faturayı birinci kadere çıkarmaya yeltenmiştir.

Adem baba düştüğü yerden kalkmaya çalışırken Şeytan isyan suçunun faturasını Allah’a kesmeye yeltenmişti.

Affet bizi Ya Rab!

GARİBCE

Dua ile!

11.02.2023

Etiketler: Kader, yazgı.

 

Not: Kader hakkındaki Garibce’nin aşağıdaki linkte verilen yazılarına bakılabilir.

http://garibce.blogspot.com/2016/12/kaderim-gel-biraz-hasbihal-edelim.html?m=0

http://garibce.blogspot.com/2014/09/insan-kader-mahkumu-mu.html?m=0

http://garibce.blogspot.com/2013/04/kaderim-olmasan-sen-ben-ne-ederim.html?m=0

17 Ocak 2023 Salı

Her son yeni bir öyküye özel değil mi?

Uçtu da gitti ömrüm elden bir kuş gibi
Talan oldu bak bağımda üzüm kalmadı
Musibetler uyandırdı soğuk duş gibi
Yeniden bir başlangıca özüm kalmadı


İmkanları tükettim fırsatları teptim
Yeni bir şans istemeye yüzüm kalmadı
Biderlerimi çorak topraklara serptim
Mazeret dileyecek sözüm kalmadı

Mevsimleri tükettim geçti artık çağım
Taze bir bahara gayrı gözüm kalmadı
Söndü aşk ateşim kül doldu ocağım
Gayrıyı tutuşturmaya közüm kalmadı


Garibce bu ne hal karartmışsın enseyi
Derdin ya! "Her şey geçerken güzel" değil mi?
Bu nasıl bir nadanlıktır? Görmen kimseyi
Her son yeni bir öyküye özel değil mi?



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...