25 Nisan 2019 Perşembe

Hem azim hem candan sevmek lazım




İstersen değiştirmek çağları
Gülü gülşen etmekçün bağları
Ferhat olup delmekçün dağları
Hem azim hem candan sevmek lazım

Şu dünyada olmaya er kişi
Düşeni kaldırma olur işi
Miracın edip kılmaya beşi
Hem azim hem candan sevmek lazım

Bir ömür ilme talip olmaya
Dağarcığın boş iken dolmaya
ilim ile hak yolun bulmayan
Hem azim hem candan sevmek lazım

İnsan haram lokma yutmaya
İhlas ameline olsun maya
Yolda aşka meşki katmaya
Hem azim hem candan sevmek lazım

Doğru yolunda yol almaya
Bahri hakikate dalmaya
Garibce Hakk’a kul olmaya
Hem azim hem candan sevmek lazım

Dua ile!
25.04.2019
GARİBCE




5 Nisan 2019 Cuma

Tekvin- Teşri ilişkisine dair bir olay ve sorular



Olay:
Rahim sorunu olan bir kadının yumurtası ile kocasının spermi tüpte döllendirlir. Oluşan dölüt (embriyo) yabancı bir kadının rahmine yerleştirilir. Doğum sonrasında taşıyıcı anne ile yumurta sahibi anne arasında anlaşmazlık çıkar ve her ikisi de çocuğun annesinin kendisi olduğunu iddia eder. İş şeriat mahkemesine intikal eder ve kadı davaya bakar ve Mücadele suresinin ikinci ayetinin[1] sarih ifadesine dayanarak annenin doğuran kadın yani taşıyıcı anne olduğuna karar verir. Yumurta sahibi anne ise çocuğun gerçek annesinin kendisi olduğunu, zira genetik özellikleri itibariyle onun tamamen kendi özelliklerini taşıdığını, onun varlığının kendi uzantısı olduğunu, taşıyıcı annenin ise sadece saksının çimlenmiş bir fideyi büyütmesi gibi olduğunu iddia ile temyize gider. Temyiz hükmü bozar ve nassın belli bir duruma özgü olduğunu ve dolayısıyla bu olayı kapsamadığını, DNA testi yapılmasını ve sonucun ona göre belirlenmesi gerektiğini bildirir.
Soru: Şeri kadı verdiği bu hükümle “Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır.” ayetinin evrenselliğini temsil etmektedir diyebilir miyiz?
Temyiz, ayetin zahirine aykırı hükmederek yanlış mı yapmıştır? Nassın belli bir duruma özgü olduğunu ve dolayısıyla bu olayı kapsamadığını ifade ederken tarihselci mi olmuştur?
İşi adlî tıbba havale ederek yeni bir bidat mı çıkarmıştır?
Ahkamı belirlemede Tekvini esas almak Teşrie mesnet teşkil etmeli midir? Yoksa teşriin/ nassın  mutlak/ evrensel olması mı esastır?
Ve sorular, sorular.
İşim yoktu iş çıkardım.
Vesselam!

05.04.2019
GARİBCE


[1] اَلَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَٓائِهِمْ مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْۜ اِنْ اُمَّهَاتُهُمْ اِلَّا الّٰٓئ۪ وَلَدْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنْكَراً مِنَ الْقَوْلِ وَزُوراًۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ
"İçinizden kadınlarına zıhar yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır."  (Mücâdele 58/2)

4 Nisan 2019 Perşembe

Okuntudan Davetiyeye Ya Da Bilmem Ne Karın Ağrısına




Anadolu’da insanlar düğün ve derneklerine konu komşuyu okurlar. Bunun için de okuntu gönderirler. Yakın köylere, uzaktaki akrabalara illa ki okuntu gider.
Okuntu genelde bir kutu kibrit, bir çay bardağı, bir kalıp sabun gibi şeylerden olur. Okuntu okuma işini de bir yoksula havale ederler. O da kapı kapı dolaşır okuntu olarak gönderilen hediyeleri  vererek insanları düğün- derneğe okurdu. Kendisine okuntu gelenler de o fakirin heybesine bir sahan zahire (tahıl), bir kaşık yağ gibi bir karşılık verirdi.
Böylece okuntu dağıtılmış, dağıtımı yapan yoksul da nasiplenmiş olurdu.
Okuntu olarak gönderilen şey her halükarda işe yarayan bir şeydi.
Devir değişti, tabii her şey gibi okuntumuz da değişti. Yerini davetiyeler aldı.
Maksat bilgilendirmekti.
Ama iş orada kalmadı. Davetiyeler imaj belirleyen bir işlev üstlendi. Derken en basit bir bilimsel etkinlik davetiyesi bile bu imaj çağında bir hallere dönüştü.
Bir sempozyum davetiyesi. Kuşe kağıdından, büyük boy bir kitabın ebadından daha büyük. Yazılar yaldızlı…
İletişimin en yaygın olduğu bu çağda, onlarca bilgilendirme imkanının olduğu bir zamanda böylesi uçuk davetiyeler neyin nesi, bilen varsa gelsin beri.
Eskiden “Zeçi, İstanbul neçi Erzurum yayla!” denirdi.
Şimdi “Susuzluk ne ki, imaj her şey!” diyorlar.
Allah aşkına ben bu davetiyeyi ne yapacağım.
Bir açılış merasimi için gelen davetiye de küçük, zarif bir makas vardı. Çok da keskin. Hala kullanıyorum. Eskilerin bardak, sabun, kibrit türünden okuntuları kullandıkları gibi.
Ben şimdi bu davetiyeyi ne yapayım. Elime alıyorum, bakıyorum. Görüntü imajjj diye ses veriyor. Şöyle bir tartıyorum. Ağırlığı işte imajjj bu diyor.
Gönderen adrese bakıyorum. İsraf, tebzir edebiyatı  yapan kendi öz kurumlarımızdan geliyor. Ne diyeceğimi ve ne yapacağımı bilemiyor.
Bu imaj hepimizin başını yiyecek diyorum.
Aklıma İsra suresinden bir ayet geliyor:
وَاِذَٓا اَرَدْنَٓا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَف۪يهَا فَفَسَقُوا ف۪يهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْم۪يراً ﴿١٦﴾ 
Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına emrederiz de onlar yoldan çıkarlar. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz. (İsrâ 17/16)
Allah’ın fizik dünyada olduğu gibi sosyal alanda da bir takım değişmez yasaları var.
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
"Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."  (Enfâl 8/53)
Yasa işte bu: Siz sabrettikçe, şükrettikçe ve fikrettikçe Allah nimetlerini artıracaktır. Buna mukabil nankörlük ettikçe, şımarmadıkça, saçıp savurdukça da vaad edilen azap yakanıza yapışacaktır.
Bir de biline ki hak edilen azap gelince, azap yaş kuru seçici değildir.
Dua ile!
04.04.2019
GARİBCE
Not: Bu yazıyı okudu iseniz altı yıl önceki Garibce’nin aşağıdaki yazısını da okumalısınız.



3 Nisan 2019 Çarşamba

Vahyin Işığı ve İnsan İlişkisi



“İnsanlar, vahyi ve ilahî hidayeti ya yok sayar oldular ya da ona gerekli değeri vermez oldular. Ne var ki insanlar bu noktaya da durup dururken gelmediler. Yani insanlığın yolunu aydınlatmak üzere insanlığa mal edilmiş ilahî hidayet meşalesi yollarını tam aydınlatıyorken bu iş böyle olmadı. İki sebep yüzünden oldu: Ya ışık zayıfladı, aydınlatamaz hale geldi, ya da ışık göz aldı da bu halde iken insanlar etraflarını göremez oldular, ona sebep de ışığı attılar ya da ona sırtlarını çevirdiler.
Birincisi yani ışığın artık yeterince aydınlatamaz oluşu, kaynakla, asıl memba ile yeterince sıkı bir bağ kurulamamasının bir sonucu oldu. Lambanın sönmesi, bir gazın tükenmesi sonucu olur, iki fitil kısalır, gaza ulaşamaz hale gelir, lamba gene söner. Bizde bu ikincisi oldu. Fitilin yani bizdeki himmetlerin kısalmasını, biz madenin tükenmesine yorduk ve lamba göz göre göre sönmeye mahkum edildi. Fitili yenilemesini akledemedik. Şimdi  onun cezasını karanlıkta kalmakla çekiyoruz. 
İkincisi ise vahyin gözü alması şeklindeydi. Bir türlü tekvin ve teşri arasında denge kurmasını başaramayan bizler, bütün himmetleri ilahî olan vahye yönelttik, her şeyin cevabını, her derdin ilacını onda bildik ve onda aradık. Bizim de bir parçasını oluşturduğumuz tekvinin, asıl âyetler olduğunu unuttuk. Bütün himmetimizi vahye, yolumuzu aydınlatmak üzere elimize tutuşturulan nura, ışığa yöneltince, gözümüzü ona dikince o da tabiatı gereği gözümüzü aldı, kamaşan gözümüzle artık etrafımızda olup biteni göremez olduk, sonunda da onu ya tümden terketmek zorunda kaldık, ya da onun üzerine daha çok daha çok kapandık ve etrafımızda olan her şeyden koptuk, apayrı bir dünyanın yaratıkları olduk. Gerçek dünyada değil, dimağımızda oluşturduğumuz ve şekillendirdiğimiz mevhum bir dünyanın sanal ortamında sanal bir yaşantı sürdürmeye başladık. Yaşantımızın hangi tarihe tekabül ettiği umurumuzda bile değildi, zira bizim bu sanal dünyamızda ne tarih vardı, ne de bizden başka kimse. Artık tarih yazan özneler değildik, tarihin dışında kalmıştık.
Hz. Ömer’in kadınlar için söylediği sözü din için uyarlarsak yanlış bir şey söylemiş olmayız. Evet, “bu iş ne din ile oluyor ne de dinsiz”. Asıl olan hayat, hayata tat verecek olan da din olmalı. Hayat tekvine, tat verici de dine tekabül etmeli. Şimdi hayatımızı yaşayacağız, anlamlı olacak, lezzetli olacak, bir amacı bulunacak vb. Bir kimsenin yemek pişirmesi gibi. Neyi ne oranda katacağımız çok önemli. Ölçüyü kaçırdığımız zaman ne tat kalır, ne kıvam. Tuz yemeğe tat verir, ama ölçüsünde olunca. Bu tatlandırıcı bir şey diye, ne kadar çok atarsam yemek o kadar kıvamında ve tadında olur dersek, pişen yemek yemek olmaktan çıkar. Dinin, hayattaki yeri işte böyle olmalı, tam kıvam tutturacak ve yeteri kadar. Bizim tekvinden sarfı nazarla her şeyi dinde aramamızla, yemek yapacağız diye kazanın içine tuz doldurmamız arasında hiç fark yoktur. Şu da bir gerçek, tatsız da olsa tuzsuz aşa katlanılabilir, ama tuz doldurulmuş bir aşa asla…”
Valla, zamanla akıl başa düşüp yazmışız. Ana uysa da uymasa da!
Dua ile!
03.04.2019
GARİBCE


Etiketler: Vahyin ışığı. tekvin-teşri, Hz. Ömer, hidayet


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...