28 Haziran 2014 Cumartesi

Uzun Yaz Günlerinde Oruç Ve Şefkat!



Oruç ayı başladı.
Yılın en uzun ve sıcak  günlerindeyiz.
Biz işi gücü bitirdik, okulları tatil ettik ama sair insanlarımızın tam iş mevsimi. Fabrikalar  ve işyerleri üretimi sürdürmek zorunda. Kırsalda şimdilerde ot biçiyorlardır, ardından ekin biçim mevsimi girecek, meyveler hasat edilecek. Çok iş var yapılacak. Ve hepsi de gününde yapılacak işler. Ertelemeyi kabul etmez.
Normal günlerde yatsıyı beklemekte zorlanan bu insanlar şimdi bir de oruçlu geçirdikleri  uzun günün gecesinde teravih de kılacaklar. Hakikaten zor olmalı.
Feys’de paylaşıyorlar.  “Orucu uykuya tutturursan sevabını da rüyanda görürsün!” diye.  Gerçekten bizim işimiz kolay  ve lakin buna rağmen zorlanmaktayız. Allah iş güç sahibi tüm kardeşlerimize yardımcı olsun.
Hocalarımız kolaylaştırma yolunu tutmalılar bence. İş güç sebebiyle gerçekten zorlanan ve buna sebep tutamayan insanlarımıza kötü gözle ve öfkeyle bakmasınlar, onlara şefkatle yaklaşsınlar.
Hz. Peygamberimiz dokuz yıl oruç tuttu. Mekke’nin Fethi Ramazan’a müsadifdi.  Fetih 11 Ocak 630'da (Hicri- 20 Ramazan, 8) olmuştu. Bedir savaşı da öyle; 13 Mart 624 M. (Hicri 17 Ramazan, 2)’da vuku bulmuştu.
Oruç Hicrî ikinci yılda Bedir öncesi farz kılınmıştı.   Güneş takvimi ile Bedir Mart, Mekke’nin fethi de Ocak ayının başlarına müsadif  olduğuna göre bu da demek oluyor ki peygamberimiz uzun yaz günlerinde Ramazan orucunu hiç  tutmadı. Kamerî takvimde aylar her sene on gün önce geldiği için Peygamberimizin tüm oruçları Ocak-Şubat ve Mart ayları içinde gerçekleşmişti.
Bir de şu var: Hicaz ikliminde yaz ve kış arasındaki saat farkı bizdeki kadar fazla değil. Bugünlerde Mekke’de orucun süresi on beş saattir. Biz ise bu günlerde on sekiz saate yakın oruç tutuyoruz. 1982’de Hollanda’da Ramazan ayında görevliydim ve yirmi bir saat oruç tutmuştuk. Dün de bir arkadaşımız “ülkenizin kıymetini bilin!” nüktesiyle bir imsakiye yayınlamıştı ve ona göre Norveç gibi Kuzey ülkelerinde iftar ile imsak vakti arasında bir saat kadar ancak  bir aralık olduğu görülüyordu.
Tabi daha kuzeye gidildikçe güneşin günlerce ve hatta aylarca hiç batmayışına tanık olmaktayız.  Dolayısıyla  bu durumda “gece oluncaya kadar orucunuzu tutun!”[1] emri ilahisi oralara artık hiç hitap etmez bir hal almaktadır.
Bu hususlar dikkate alınmalı mı?
İslam’ın evrenselliğini  ve bunun için Hicaz iklimindeki uygulamanın olduğu gibi  sair iklimlere taşınması gerektiğini savunanlar, bir dönüştürme olmaksızın söylemlerinin içi boş bir iddia olmaktan öteye geçmeyeceğini bilmeliler.  Çünkü bu tür sloganik söylemlerin yaşanan hayatta bir karşılığı bulunmamaktadır.
Bilfarz Hz. Peygamberimiz daha uzun yıllar yaşasaydı ve Ramazanımız yılın uzun yaz günlerine ve hasat mevsimine rast gelseydi her alanda kolaylaştırıcılığını bildiğimiz sevgili peygamberimizin nasıl bir tavır takınacağını tahmin edebiliyoruz. Nitekim Haccın edası sırasında da kendisine takdim tehir ve benzeri  konularda her ne demişlerse  “Tamam, öylede olur, bir sıkıntı yok!” buyurmuş ve inananların işlerini kolaylaştırmıştı.[2]
Kur’an-ı Kerîm’de “Hasta ya da yolcu iseniz Ramazan orucunu tutmayabilir daha sonra tutamadığınız günler adedince tutarsınız.”[3] şeklindeki beyanda geçen hasta ve yolcu ifadelerini  oruç tutmamayı mubah kılan geçerli mazeretler için örnekler şeklinde görmek ve benzeri durumları da bunlara katmak mümkün olmalı. Nitekim fukaha oruç tutmamayı mazur kılan sebepler arasına ihtiyarlık, gebelik, süt emzirme, şiddetli açlık ve susuzluk gibi halleri de ekleyerek çoğaltmışlar ve sadece yolculuk ve hastalık haline indirgeyici bir yaklaşımı benimsememişlerdir. Yüksek ısılı fırınlar karşısında çalışmak durumunda olan bir işçinin bu hususta her halde geçerli bir mazereti olmalıdır.
İşte bu gerçeklikten hareketle ben derim ki bu gibi sorulara cevap verme durumunda olan müftülerimiz hemencecik cevap yetiştirmek yerine evvela kendilerini o soruyu soran kişinin yerine koysunlar ve cevaplarını ona göre versinler.
Namaz kadar olmasa da oruç da zor vesselam.
Allah kolaylıklar versin.
Biz onu tutamazsak o bizi tutsun.
Orucumuz kalkan olsun, bizi korusun.
Olur ya orucumuzla belki takvaya erişiriz. Ve akıbet takva sahiplerinindir. Felaha erenler; korktuklarından emin ve umduklarına nail olanlar işte onlardır.
Dua ile!
28.06.2014
GARİBCE




[1] {ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ} [البقرة: 187]
[2] مسند أحمد ت شاكر (6/ 40) عن عيسى بن طَلْحَة عن عبد الله بن عَمرو بن العاصي قال: رأيت رسول الله - صلي الله عليه وسلم - واقفاً على راحلته بمنًى، فأتاه رجل فقال: يا رسول الله، إني كِنِتِ أرى أن الحلق قبل الذبح، فحلقت قبل أَن أذبح؟، قال: "اذبحْ ولا حرج"، ثم جاءه آخر فقال: يا رسول الله، إني كِنتِ أرى أَن الذبح قبل الرمي، فذبحت قبل أن أرمي؟، فقال: "ارْمِ ولا حِرجِ"، قال: فما سئِل عن شيء قدَّمه رَجلٌ قبلَ شيء إلا قال: "افعلْ ولا حَرج".
[3] {فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ} [البقرة: 184]

5 Haziran 2014 Perşembe

Ani ölümler ve vasiyet!


Sevgili Gökmenoğlu’nun ani vefatı ile bir kez daha der hatır eyledim ki vasiyetimizin hazır olması lazım.
Malum bu konuda hadislerimiz de var. İnsanın boynunun borcu olup da  henüz yapmadığı/ ödemediği şeyler varsa, bunun vasiyet edilmesi isteniyor.
Vasiyet, fıkıhta kişinin ölümü ardından mal varlığının üçte biri üzerinde tasarrufta bulunabilme imkanı anlamına geliyor. Siz hali hayatınızda mal varlığınızın tümü hakkında istediğiniz tasarrufu yapabiliyorsunuz. Tabi kısıtlı değil iseniz. Ama “Ben öldükten sonra şunu yapın bunu yapın…” şeklinde bir irade beyanında bulunacak olursanız, bu ancak mal varlığınızın üçte biri ile sınırlı oluyor ve onun da bir takım şartları var. Elbette ki bu da ancak borçlarınız ödendikten sonra devreye girebiliyor. O yüzden ne hayır işleyecekseniz hali hayatınızda kendiniz işleyin. Bunun için ölümü beklemeyin.
Burada bizim sözünü etmek istediğimiz vasiyet ise, üzerimizdeki kul haklarının beyanını içeren bir işlem olması. Ya da şöyle diyelim bugün yapmanız gereken bir iş varsa bunu bugün yapıp yarına ertelememe. Çünkü yarının ne getireceğini kimse bilmiyor.
Falana borcun vardı, imkanın da var, o halde hemen şimdi öde. Ödemedin yarına kaldı ve ecel geldi seni aldı, şimdi ne olacak. Vasiyetin de yoksa öyle borçlu gideceksin.
Ya da sende bir emanet vardı. Sadece onun bir emanet olduğunu sen, sahibi ve bir de Allah biliyordu. Varislerin senin sandılar ve üzerine kondular. Hak sahibini bulmadı. Ziyan oldu.
Bizim Ziya Yılmazer hocanın doktora savunmasını yapmışlar ve vakit de geçtiği için öğle yemeği için çıkmak istemişler. Hocası Bekir Kütükoğlu, “Önce evrakları imzalayalım!” demiş. Jüri üyeleri “Hocam yemeğimizi yiyelim, rahat rahat imzalarız!” demişler. Hoca “Olmaz!” demiş ve imzalamalarını istemiş. O imzanın arkasından da hoca Hakk’a yürümüş. Allah gani gani rahmet eylesin!
Demek hayırlı işlerde acele etmek lazım imiş.
Bir de boynumuzdaki borçların, üzerimizdeki emanetlerin çetelesini tutup vasiyet halinde geride kalanlara bildirmek lazım imiş.
İşlerimiz bitmez.
Ama bitirirler.
Ölüm ne zaman gelir belli değil. Geciktirmeye, savmaya çare mi var!
Yeter ki hayırlısıyla gelsin. Ve biz her an hazırlıklı olalım.
Dua ile!
05.06.2014
GARİBCE

Gökmenoğlu Hakka yürümüş! Gô ekin biçilmiş gibi!



 Dün gece yarısını geçiyordu, Feys’e bir bakayım dedim. Birisi Hüseyin Tekin Gökmenoğlu’nun ani vefatından bahsediyor ve üzüntülerini ifade ediyordu.  İnanamadım. Acaba birisi kötü  bir şaka mı yapıyor sandım.  Sonra baktım benzer haberler yayılıyor.  İçim yandı. Çok üzüldüm. Ah can Hüseyin ne yaptın böyle dedim. Sanki kendi elindeymiş gibi. Sonra İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn dedim ve gufran diledim.
Bu genç kardeşimin  ani ölümü bana -Yunus’un benzetmesiyle- ekin gô iken biçilmiş gibi geldi.
Hüseyin kardeşimle Fıkıhçılar toplantılarımız vasıtasıyla tanışmıştık. Bunun ötesinde bir hukukumuz olmamıştı. İlk kez onu ilmî yönden Kayseri toplantısındaki tebliği vesilesiyle dinlemiştim. Onun, geleneğe saplanıp kalmadan farklı pencerelerden bakabilme kabiliyetine sahip biri olarak görmüş ve daha bir sevmiştim. Oradaki sunumunda özetle hükümlerin nihaî planda adalet esası üzerine oturtulması gereğini savunuyor ve arz talep kesişmesi sonucu oluşan denge faizinin  yasaklanan riba olmadığını,  o dengenin üzerinde talep edilen fazlalığın riba olduğunu söylüyordu. Aklımda kalan  bir şey de belki karikatürize etmek ve zihinleri uyandırmak için devletten tahvil almanın (yani devlete faizli borç vermenin) hatta müstehap olduğunu söylemesiydi. Gerekçe de malum: Müslümanlar faizi riba gibi algıladıkları için birikimlerini yastık altında tutuyorlar ve devlet de mecbur kaldığı borçlanmayı arz daralması yüzünden yüksek maliyetlerle yapmak zorunda kalıyor ve sonra da o yüksek faizli borçları ödemek için vergi salıyor ve yaygın bir zarar doğuyor. Oysa genel maslahat aksi durumu gerektiriyor…
Bunlar bir tarafa insanî yönü itibariyle ben bu değerli kardeşimi  hep sempatik buldum ve ahlakî yönüyle erdemli gördüm. Yan yana olduğumuzda  onu koluna girecek kadar kendime yakın hissettim.
Son buluşmamızda benim elimde küçük bir fotoğraf makinesi vardı. Kendisinde ise kocaman ve kaliteli bir makine. Ben onun fotoğrafını çektim, o da benim fotoğraflarımı çekmişti. Rahmete vesile olsun.
Az önce arkadaşlar arasında  sözü açtım ve  duymayan arkadaşlar varmış, üzüldüler. “İyi insandı!” dediler. “Bir insanı gördüğünüz zaman içiniz açılıyorsa o iyi insandır”, diye ekledi bir arkadaş.
Ben aramızda geçmişe dayalı pek hukukumuz olmamasına rağmen yüzüne baktığımda sevinç duyduğum bu arkadaşımın iyi bir insan olduğuna acizane zannım vardır. Ve Rabbim kulunun zannı üzeredir. Benim, onun hakkındaki bu zannımı boşa çıkarmayacağını umuyorum.
Can Hüseyin! Önünde bizler vardık. Nedir bu acelen? diyesim vardır. Lakin emru ferman  men lehu’l-emr’indir. O bize gel dedi de biz gelmedik mi?
Belli ki sen sıranı savdın. Şimdi sıra bizde gayri.
Allah cümlemize hüsnü hatimeler nasip eylesin.
Rahman ve Rahîm olan Yüce Allahımız  sana cemal isimleriyle tecelli eylesin. Arkada kalan yavrularını hayrul’halef kılsın, salihînden eylesin.
Camiamızın başı sağ olsun!
Dua ile!
05.06.2014
GARİBCE


HÜSEYİN TEKİN GÖKMENOĞLU KİMDİR?
1961 yılında Kastamonu’nun Araç İlçesinin Akıncılar Köyünde doğdu. İlköğrenimini, babasının memuriyeti sebebi ile bulunduğu Daday’ın Akpınar Köyünde yaptı. Orta öğrenimini, parasız yatılı olarak, orta ve lise kısmıyla beraber 1978 yılında Göl Öğretmen Lisesinde tamamladı. 1983 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi. Aynı yıl tekrar üniversite sınavlarına girerek Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. 1984 yılında Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevliliği sınavını kazanarak akademik hayata başladı. 1987 yılında Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 1988 de avukatlık stajı yaptı. 1991 yılında, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde “İslam Hukukunda Şahsiyet Hakları” konulu teziyle “doktor” oldu. 1997 yılında “İslâm Kamu Hukuku ve Siyaset Teorisinde Şûrâ” konulu çalışmasıyla “doçentlik ve 2004 yılında ise “Ribâ-Faiz, İslam ve Reel İktisat” isimli takdim teziyle “profesör” ünvanını aldı.
 Birçok yüksek lisans ve doktora çalışmasını danışman olarak yönetti. Y.Lisans, doktora, doçentlik ve profesörlük jürilerinde görev yaptı. 2012 itibariyle Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğünü yürüttü. Mehir Vakfı Yönetim Kurulu üyeliği görevini yürüttü. Üniversite Senatosu Üyeliğinde de bulundu.
 Evli ve dört çocuk babasıydı. Almanca ve Arapça bilmekteydi.








Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...