29 Aralık 2013 Pazar

Kenger özü mü, soğanın cücüğü mü?



Dün sanki bir şeyin farkına daha iyi vardım.
Yüce Allah nimetlerini dağıtırken, en mübarek, en nefis ve en lezzetli olanlarını sanki fukara kulları da yararlansın diye en mebzul bir biçimde yaratmış.
Nimetlerin şahı ekmek, doyumsuz bir lezzet ve bir o kadar da besleyici en ucuzu ve e mebzul olanı. Öpüp başımıza koyacak kadar da mübarek.
Bir de yanında soğanın cücüğü olduğunu düşün.
Ya bulgur pilavına ne demeli? Bulgur çorbası çorbaların en lezzetlisi, pilavı pilavların. Lapası var, kısırı var, sıkmanı var, içine biraz iç bulduysan içli köftesi var. Bir de bayramlık seyranlık çiğ köftesi.
Tarhana çorbasına gel. Üzerinde hafif tereyağı gezdirilmiş, bol naneli. Sıcacık, duman duman hasret ve özlem kokar. Sanki bir içim lezzet.
Patatese ne demeli?!
Hani birkaç sene oluyor bir çocuğa çok paran olsa ne yerdin?” diye sormuşlardı da çocuk büyük bir iştiha ile “Patates!” demişti ve medya onun bu özlemini haber konusu yapmıştı.
Patates deyip geçmeyin, cilbirinden kumpirine, haşlamasından kızartmasına bir sürü çeşidi var. Hem soğanla da çok iyi arkadaşlar. Birbirine lezzet katarlar. Çuval çuval alırsın, çocukların gözlerine dayarsın. Gözü doyan çocuk neden acıksın.
Ya kuru fasulye ve nohut gibi tahıllara ne demeli. Eti netcen, al sana onun yerine fasulye ya da nohut. Yanında bir de turşu oldu mu, Allah dersin, afiyetle yersin.
Pastırma senin neyine. Çaman ekmek yetmez mi garibime.
Biz Kayseri’de talebe iken çeyrek ekmek arası çaman ekmek yirmi beş kuruştu ve Eminönü’ndeki balık ekmek neyse o da öyle bir şeydi.
Bol soğanlı çaman, üzerine kır bir iki yumurta, aman da aman.
Balık dedim de, mevsiminde en ucuz ve en besleyici bir yemek. Ama ister biraz emek. Fakir fukaradan sen onu ister yeter ki. Diyecek neden esirgeyek. Aman bir lezzet bir lezzet. Hem biliyor muydunuz içinde bol miktarda fosfor bile varmış. Beyine ışık saçıyormuş.
Sebze mevsimi her türden biraz biraz alcan, güvece dolduracan, kısık ateşte pişirecen. İşte sana bir başka lezzet.
Baharda dağlardan göbelek (mantar) toplayacan.
Yılan pancarından tırşık kuracan.
Ekşimen, yemlik toplayacan.
İmdi bütün bu lezzetlere baktım da çoğu fakir fukaranın ha deyince ulaşabileceği türden. Böylesine lezzetler var iken, adını bile bilmediğimiz bol hesaplı yemekler için neden özlem çekelim ki?
Nereden aklıma geldi bilmem ama bu Garibce açısından önemli bir keşifti.
Ve buna sebep Allah’ıma şükrettim.
Ya Rabbi, bu fakir fukara da senin kulların. Belli ki sen onları hep kolladın.
Dün Halit agamla eski günlerimizi yadettik. Biz öğrenci idik ve o da evin geçimini temin etmek için gurbete çıkmış ve Kayseri’de sıvacılık yapıyordu. Onun yanına varmıştım. Öğle molasında ekmek, helva ve taze yeşil soğan yedik. Ben hala onun lezzetini unutamadım. Büyüsü bozulmasın diye bir daha da denemedim. Gerçekten helva ile yeşil soğan birbirini sarar mıydı, yoksa biz asıl açlığı mı onların yanına katık etmiştik, bilemiyorum.
Bana biri sormuştu, en sevdiğin lezzet nedir, diye ben hiç düşünmeden taze kenger deyivermiştim. Onun özsuyunun damakta bıraktığı lezzetin yerine daha iyisini henüz koyamadım.
Kenger, bahar mevsimiyle en fazla fakir fukaranın ulaşabileceği bir şey. Hatta bir konferans vesilesiyle Mardin’e ve onun ilçesi Nusaybin’e gittiğimde dört tekerlekli arabalar üzerinde öbek öbek yığılmış ve satılmakta olduğunu gördüm. Bana göre kenger en büyük lezzetti ve de böylesine mebzuldu.
Aynı şeyi soğanın cücüğü için söyleyenler olacak.
Hal böyle iken haydi gel de bu ikramı lütfeden kerem sahibi yüce Alalh’a şükretme.
Şükürler olsun.
Hem de binlerle!
Zenginlere gelince, onlar da ağızlarının tatlı olmasını istiyorlarsa, yanlarına aç insanları alsınlar ve onları doyursunlar. Onların nimetlere karşı açlıklarını ve nimetin hakkını nasıl verdiklerini seyretsinler.
Eminim ki, yemelerinden daha çok lezzet alacaklardır.
Dua ile!
29.12.2013
GARİBCE



Kuran’a Peygamber tanıktı, şimdi ise siz! Haberiniz var mı?



Bu sabah okumakta olduğum Kur’an sayfaları içinden el-Hacc 22/77-78. âyetleri sanki Garibce’yi dürttü ve paylaşılması gereğine işaret eyledi.
Bir iki gün önce bir ayetle yüzleşmiştim ve kendi kendime  sanki  içinde bulunduğum haleti ruhiyeyi teselli için bana özel inmiş gibiydi  demiştim.
Garibce olarak ben Kur’an’ın anlama açısından doğrudan sanki bize iniyormuş gibi okunmasına karşıyım. Doğru bir anlam elde edebilmek için mutlaka nüzul ortamına gitmemiz gerekir, buna inanırım.
Ama duygusal alanda ve kişisel tecrübeler olarak, herkesi ilgilendirecek genel geçer anlamlar çıkarma çaba ve iddiası içinde olmaksızın  Kur’an’ın her bir ayetinin bizim kendi dünyamızda bir alaka ile sanki yeni iniyormuş gibi bize bir şeyler söylemiş olmasını da yadırgamam ve hatta gerekli bulurum.
Bu kısa girizgâhtan sonra işte ayetimiz ve aklımıza doğan anlam haritası:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (77) وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِنْ قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ  [الحج : 78]
Ey inananlar rüku edin, hak divanında dik durun ama diklenmeyin, hakikate karşı eğilin ve beliniz bükülsün,
Hakk’a secde edin, mutlak gerçeklik karşısında saygının en büyük göstergesi olarak O’nun huzurunda yerlere kapanın,
Rabbinize kulluk edin, sadece Rab (sahip) olarak O’nu bilin, bu yolla tüm kullara ve yücelttiğiniz her türlü putlara kul-köle ve esir olmaktan kurtulun,
Hayır işleyin, mutlak güzelliğin ardına düşün, iyilik ve güzellik namına her ne varsa yanında olun, mutlak hayrı ve mutlak güzelliği yaymaya çalışıp çabalayın.
Ancak bu şekilde felaha erer; korktuklarınızdan emin umduklarınıza nail olursunuz.
Allah yolunda cihad edin; O’nun yolunda can, mal ve her türlü imkanı seferber edin, bu uğurda  her neyiniz varsa feda etmekten kaçınmayın. Cihadınız olması gereken şekilde olsun. Gözyaşı dökeceğiniz yerde kan dökerek cihad yapamazsınız. Can fedasıyla ancak yapılacak cihad için de tüm mamelekiniz yetmeyebilir. Cihadınız da hikmet ile olsun. Nerede nasıl davranacağınızı, hangi enstrümanları kullanacağınızı bilmelisiniz. Tercihlerinizde ölçüt her daim O’nun rızası olsun.
Din adına sizden istenileni yapmaktan geri durmamalısınız, çünkü bu iş için Allah sizi seçmiştir. Muhatap alınmakla siz bilin ki, sıradan kimseler değil, seçkin değerlersiniz. Öyle ise varlığınızın ayırdımına siz de varın. Varlık amacınızı basit şeyler uğrunda çarçur etmeyin.
Siz fıtrat dini üzeresiniz. Doğanıza yatkın olanları sühuletle yapabilirsiniz. Din bu anlamda sizin için hiçbir zaman zorluk olmaz, hayatınızı çekilmez hale sokmaz, sıkıntının kaynağı olmaz. Aksine bunların üstesinden gelir. Sizi hep kolaylığa, düze, sulh ve selamete çıkarır.
O din, atanız İbrahim’in dinidir. Âdem ile başlayan bu yolculukta insanlık kafileler şeklinde ilerliyor. Bize yakın en büyük kafilenin başında işte büyük atamız İbrahim var ve bakın ağuşunu açmış hepimizi kucaklıyor.
Ey Yahudiler ve ey Hıristiyanlar ve de ey Müslümanlar! Ona uyun, onun yoluna düşün ve onun izinden gidin.
Ey ırklar! Irkınız kimliğinizi belirlemede baki kalsın! Lakin insanlık olarak bir arada yaşamak zorundasınız ve bu itibarla hepiniz İbrahim’e gelin. Türkünüz, Kürdünüz, Arabınız, Çerkeziniz… Diyeceğim o ki tümünüz gelin ve hepiniz yeniden Halil İbrahim milletini oluşturun. Kendi kaprislerinizden kurtulun, özgül ağırlıklarınızın çekim alanından çıkın ve insanlığın yegane ortak paydası silm ve selametin, huzurun, dünya barışının adı İslam’a gelin.
O’nun katında yegane din İslam’dır ve size Müslüman adını koyan da bizzat O’dur. Bu itibarla kendinize başka adlar aramayın. Onların hiçbiri tutmaz ve size yüklenen değerlere adres olmaz.  
İnsanlık olarak sulh ve sükunu, genel huzuru başka yerlerde aramayın, bulamazsınız. Fıtratta arayın. Allah’ın sizi üzerinde yaratmış olduğu doğanıza dönerek ancak onu bulabilirsiniz ve yatkınlıktan yetkinliğe ulaşabilmeniz ancak bu şekilde mümkün olabilir.
İşte peygamber, bu gerçekliğe tanıklık için geldi. Mutlak güzelliği tüm insanlığa tebliğ etti. Allah her ne buyurdu ise, bihakkın eksiksiz olarak onları duyurdu. Yetmedi, açıkladı, öğretti, uyguladı. Sizi tezkiye için çabaladı.
Sonra bu tanıklığı size emanet etti. Şimdi o mutlak gerçekliği temsil etme, talim etme ve insanları tezkiye ile O’na giden yolda tutma ve yol almalarını sağlama sorumluluğu artık sizin üstünüzde. Bunun farkında olun.
Öyle ise namazınızı hakkıyla kılın!
İslam’ın köprüsü olan zekatı varlıklı kesimden yoksul kesime mal ve beraberinde ilgi ve alaka akışını sağlayacak şekilde tesis edin.
Allah’a sarılın; onun kopmaz kulpuna yapışın.
Sizin Mevla’nız ancak O’dur. Yüzünüze her daim açık, hiçbir zaman kapanmayacak başka bir kapı bulamazsınız.
O ne güzel Mevlâdır, ne güzel sahiptir.
Ve O ne güzel yardımcıdır.
Ni’me’l-mevlâ ve ni’me’n-nasîr!
Allahümme lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ.
Dua ile!
29.12.2013

GARİBCE

Ey ikilinin üçüncüsü! Varlığından bizi de haberdar et!


Bugün el-Lü’lü ve’l-mercân’da Fedâilü’s-sahâbe bölümünde bir hadis okudum.[1] Hz. Ebu Bekir (ra) anlatıyor:
“Mağaraya gizlendiğimizde, (arama ekibinin tam da mağaranın önüne geldiklerinde)  Allah Rasûlüne dedim ki: “Eğer içlerinden biri eğilip de içeriye doğru bakacak olursa kesin bizi görürler!”
O şöyle buyurdu: “Ey Ebu Bekir! Üçüncüleri Allah olan ikilinin hakkında böyle nasıl düşünürsün!?”
O, sahne ve ifade  bizzat Kur’an’da[2] yer almıştı.
İfade, belki tam aktaramadım ama beni çarpmıştı.
Üçüncüleri Allah olan ikili.
Bu belki bir örnekti ya da olanın resmi. Bunu çoğaltmak mümkündü.
Dördüncüleri Allah olan üçlü,
Beşincileri Allah olan dörtlü… gibi
İkincisi Allah olan bir kişi de elbet söz konusu idi ve onlar ne er kişilerdi.
Belli ki sır meclislerinin en azı olan iki kişinin bir araya gelmesi halinde yalnız değillerdi. İllâ ki bir üçüncüleri de vardı.
İşte bu üçüncünün Allah olması asıl mesele ve de bütün meselelerin başı.
Elbette Allah her zaman vardır ve hep yanımızdadır. O, şah damarımızdan bize daha yakındır. O Müteâldir (aşkın) ve aynı zamanda bütün benliğimizde ve her zerremizde içkindir.
Yunus’un dediği gibi O bize bizden daha yakındır. Bunda şüphe yok!
Mesele şu ki aceb biz O’nun yanında mıyız?
O’na giden yolda mıyız?
Yoksa biz başka bir trene mi bindik.
Üçüncünün şeytan olma ve rıza cennetlerine değil de gazap cehennemlerine götüren yola bilet kestirmiş olma riskimiz hep var ve çok yüksek gözüküyor.
Sığınmaktan başka çare yok.
Bu zorlu yolculukta aczimizi bilmek en büyük gücümüz olacak.
Ve istiaze edip sığınmak en büyük zırhımız.
Allah’ım!
Sen Rahmansın!
Sen Rahîmsin!
Muînimiz, Mugîsimiz sen ol!
Ey ikilinin üçüncüsü!
Bizi varlığından haberdar kıl!
Sen bildirmezsen biz bilemeyiz.
Sen göstermezsen biz göremeyiz.
Sen işittirmezsen biz duyamayız.
Bize sevgini, sevdiklerinin sevgisini pay et.
Yerdiklerini ve yerdiklerinin nefretini bizden uzak kıl.
İşbu noktada Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın tefsir dibacesindeki yakarışı bizim de niyaz ve tazarrumuz olsun:

İlâhî!
Hamdini sözüme sertâc ettim,
Zikrini kalbime mi’râc ettim,
Kitabını kendime minhac ettim.
Ben yoktum vâr ettin,
Varlığından haberdâr ettin,
Aşkınla gönlümü bîkarar ettin.
İnayetine sığındım, kapına geldim,
Hidayetine sığındım lûtfuna geldim,
Kulluk edemedim afvına geldim.
Şaşırtma beni, doğruyu söylet,
Neş’eni duyur hakikatı öğret.
Sen duyurmazsan ben duyamam,
Sen söyletmezsen ben söyleyemem,
Sen sevdirmezsen ben sevemem.
Sevdir bize hep sevdiklerini,
Yerdir bize hep yerdiklerini,
Yâr et bize erdirdiklerini.
Sevdin Habibini kâinata sevdirdin.
Sevdin de hıl’atı risaleti giydirdin.
Makam-ı İbrahim’den Makam-ı Mahmud’a erdirdin.
Server-i asfiyâ kıldın.
Hatem-i Enbiyâ kıldın.
Muhammed Mustafa kıldın.
Salât ü selâm, tahiyyât- ü ikram, her türlü ihtiram O’na,
O’nun Âl-ü Eshab-ü etbaına ya Rab!

Âmin!
Dualarımızın kabulü niyazıyla!
29.12.2013
GARİBCE


[1] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري - (5 / 4)  عَنْ أَنَسٍ ، عَنْ أَبِي بَكْرٍ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، قَالَ : قُلْتُ لِلنَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم وَأَنَا فِي الْغَارِ لَوْ أَنَّ أَحَدَهُمْ نَظَرَ تَحْتَ قَدَمَيْهِ لأَبْصَرَنَا فَقَالَ مَا ظَنُّكَ يَا أَبَا بَكْرٍ بِاثْنَيْنِ اللَّهُ ثَالِثُهُمَا.
  [2] إِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللَّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لَا تَحْزَنْ إِنَّ اللَّهَ مَعَنَا فَأَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُوا السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللَّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ  [التوبة : 40]
Diyanet Meali :
9.40 - Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke'den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, "Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber" diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

iSYAN-NİSYANA SEBEPMİŞ


İmam Şâfiî'ye ait bir şiirin Garibce tercüme denemesi.
Paylaşmak istedim.
Dua ile!
GARİBCE
29.12.2013



Veki Hocam dedim, hafızamdan dert yandım
Bu herkesin başında bir beliyye sandım

Yoo dedi, iş sanma ki hep insanlıkla ilgili
Nisyan (unutma) biraz da isyankarlıkla ilgili

İlim Allah’tan bize eren bir nurdur dedi
İsyan zulmetiyle ona ermek zordur dedi

Nurdur ilim, su gibi özün kandırır
Ama içmeğe ağzın temiz olmak lâzım dedi

Nardır günah, maazallah oda verir yandırır
Yanından bile geçmemek lâzım dedi

Ha gayret biraz saf tut gönül ayineni
Ki şavkı düşsün nur-ı ilmin cancağzım dedi.


Ferah 19.04.2003    

Sevdirilmeden sevebilmek olası mı?



Malum, Hz. Peygamber’in dilinden bize ulaşan bazı hadisler var ve bunlarda birtakım şeylerin “kendisine sevdirildiği” ifade edilir.
Bunlardan en yaygın olanı güzel koku, kadın ve namazdır. Bunun üzerinde ayrıca durma niyetiyle bu yazımızda bir başka örnek üzerinde durmak istiyoruz.
Vaktiyle bir dostun benden “sessizliği dinleme” talebini  ben biraz da başka bir mecraya çekerek, uyarı kabilinden bir yazı yazmıştım ve o dost beni uyarmış, “sen sessizliği değil sessizliğin sesini dinlemişsin, duyduğun karın gurultusu ona sebep” demişti ve benim dikkatimi çekmişti.
Sonra baktım bir hadiste Hz. Peygamber hakkında “Sonra ona yalnızlık sevdirildi, Hıra mağarasında uzlete çekilir ve orada kendisini Allah’a verir, günler boyu orada ibadet eder. Azığı bitince Hz. Hatice’nin yanına iner azık alır ve gene oranın yolunu tutardı.” denilmektedir[1].
Hadisi Buharî rivayet ediyor ve vahyin ilk gelişi ile ilgilidir.
İmdi bu hadiste Hz. Aişe validemizin kullanmış olduğu “ona yalnızlık sevdirildi” ifadesi, bana o dostun yalnızlığı dinlemek derken muhtemelen kasdettiği şeyi hatırlattı.
Evet sessizliği dinlemek.
Yalnızlığı yaşamak…
Kalabalıklar içinden kendisini sıyırıp, hem kafası ile, hem kalbi ile baş başa kalabileceği bir ortam oluşturma çabası içinde olmak.
Hz. Peygamber’in peygamber olmak gibi bir tasarımı elbette yoktu. Ama belli ki Yüce Allah onu buna hazırlıyordu ve o yüzden de yalnızlık ona sevdirilmiş ve beklenen büyük doğum için şartlar özel olarak hazırlanmıştı.
Fiil, Hz. Peygamber’e nispet edilse de asıl failin Allah olduğu izahtan vabestedir.
Bu demektir ki bazı şeyler o vermeden olmuyor. Hiçbir şey, O sevdirmeden sevilmiyor.
Bu tamam, fakat bir de şöyle bakalım:
O, kime veriyor?
O, hep isteyene veriyor,
O, hep “İn tensurullaha yensurkum” fahvasınca kendisine yardım edene yardım ediyor.
Esbaba sarılanın beklentisi doğrultusunda müsebbepleri (sonuçları) halk ediyor.
Fırına ne sürülürse onun kudret ve takdiri ile o pişiyor.
Direksiyonu nereye kırarsanız, hayat arabanızı O oraya doğru sürüyor.
İmdi biz, bunca dağdağanın içinde sürdürmek zorunda olduğumuz hayatı bırakıp uzlete çekilemeyiz. Bunun için ne Hıra’mız var sığınacak, ne de  bir Hatice’miz var, vefasıyla, sevgisiyle bizi varlığımızla yokluğumuzla bağrına basıp hayat boyu hem azığımızı  tedarik edecek, hem evlad ü ıyâle vaziyet edecek.
Biz bu hayatı tümüyle kucaklamak ve sırtlanarak sonuna kadar götürmek zorundayız. Hayattan kaçmak yok, yaşamaktan istifa etmek hiç yok. İnsan olmak boynumuzun borcu. Bak seyirciler bizi seyrediyorlar, sonunda alkış da var yuhalanma da.
Öyle ise bizim yapacağımız şey algıda seçicilik dedikleri türden bir tarz-ı hayat olmalı, bizi varlık amacımız doğrultusunda  yolda olmayı, yolda yol almayı sağlayacak türden her ne varsa onların ardına düşmeyi, kalabalıklar içinde bile onları bulup  ortaya çıkarmayı, gürültüler içinde hakkın sesini duyup ona kulak vermeyi  bir ilke olarak hep alnımızın çatında tutmamız gerekiyor.
Bu şekilde bir hayat zor, ama insanlık için bu kabilden bir zorluğu göğüslemek gerekiyor.
Allah kolaylıklar versin!
Dua ile!
29.13.2013
GARİBCE



[1] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري - (1 / 3) عَنْ عَائِشَةَ أُمِّ المُؤْمِنِينَ أَنَّهَا قَالَتْ: أَوَّلُ مَا بُدِئَ بِهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنَ الوَحْيِ الرُّؤْيَا الصَّالِحَةُ فِي النَّوْمِ، فَكَانَ لاَ يَرَى رُؤْيَا إِلَّا جَاءَتْ مِثْلَ فَلَقِ الصُّبْحِ، ثُمَّ حُبِّبَ إِلَيْهِ الخَلاَءُ ، وَكَانَ يَخْلُو بِغَارِ حِرَاءٍ فَيَتَحَنَّثُ فِيهِ - وَهُوَ التَّعَبُّدُ - اللَّيَالِيَ ذَوَاتِ العَدَدِ قَبْلَ أَنْ يَنْزِعَ إِلَى أَهْلِهِ، وَيَتَزَوَّدُ لِذَلِكَ، ثُمَّ يَرْجِعُ إِلَى خَدِيجَةَ فَيَتَزَوَّدُ لِمِثْلِهَا، حَتَّى جَاءَهُ الحَقُّ وَهُوَ فِي غَارِ حِرَاءٍ،

27 Aralık 2013 Cuma

Berra ile beste yaptık!


Bir Cuma akşamıydı.
Damatlar, kızlar ve torunlar vardı.
Berra her günkünden daha yakındı.
Sanki Haticeyi kıskanıyordu. Benim ona düşkünlüğümü yüzüme vurmak ister gibiydi.
Namazı birlikte kıldık.
Yasinimizi okuduk. Bu kez hepsini ben okudum. Fatiha’yı okurken baktım Berra devreye giriyor. Sustum o tamamladı.
Sonra ellerimi tuttu, gözlerime baktı, ilgi bekliyordu.
Sevginin en büyük alametinin ilgi olduğunu o da biliyordu.
Gel dedim seninle beste yapalım:
Daha önce küçük çocuklar için yazmış olduğum ve kendime ait belki de hatırlayabildiğim tek dörtlük olan mısraları onunla besteledik. Kaptırî makamındandı.

İsmin iki hecede
Vasfın hepten yücede 
Karıncayı görürsün 
Kapkaranlık gecede

Bunun bir dörtlük devamı daha vardı ama getiremedim.
Sonra diz dize göz göze tutuştuk ellerimizi ve başladık yeni dizeler dizmeye:
Yavaş yavaş, tekrar tekrar, ahengi tutturmaya çalıştık. Sonunda bir dörtlük çıktı:

Hem Rahimsin hem Rahman
Gözde nur dizde derman
Aşka buyurdun ferman
La ilahe illalah

İlkinin devamı gibi değildi ama olsun. Hemen Cuma bereketi diye paylaştık. Şöhret ne afet, Berra geldi hemen “Dede kaç kişi beğenmiş!” dedi. “Kızım daha yeni düştü, bak yine de altı kişi olmuş hem de ikisi çok güzel diye yorum yazmış!” dedim.
Şöhret gerçekten afetti.
Bu dörtlüğe bir eş gerekti. Dinledim, bir şeyler gelir mi diye bekledim.
Sensin Gaffâr sensin Settâr dedim.
Kendime baktım utandım.
Sonra La taknatû[1] diyordu hatırladım.
Dökülen kelimelere baktım. Olmuş bile dedim.
Haydi Cuma bereketi olsun diye düzeltiye girdim ekledim:

Sensin Gaffar sensin Settar
Biz ise olduk günahkar
Ne gamdır La taknatu var 
La ilahe illalah

İçimde bir huzur vardı. Yok olsun istemedim. Ve kendimi onun kolları arasına bıraktım.

Huzurlu cumalarımız olsun!
27.12.2013
GARİBCE




[1] Not: “La taknatu” Ne kadar günahkâr da olsanız Allah’a olan umudunuzu yitirmeyin. Onun rahmeti karşısında sizin günahlarınızın ne hükmü olabilir ki! O bütün günahları affeder” demek.
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ  [الزمر : 53]

26 Aralık 2013 Perşembe

Meğer sen ne enayi imişsin! Bre Hasan Agam!

Dün benim en mutlu bir günümdü. Yazdım. Akşam eve vardım. Bu yazıyı okudum, ağladım. Mutluluğum katlandı. 
Yazı : 
Meğer ben ne enayiymişim!
Hasan Celal Güzel, Sabah, 14 Mayıs 2013

Yazınla umuda kapıldım Hasan Agam! 
Ben bir Garibce olarak neden Gandi'ye hayranlık duyardım. Neden bizim kendi öz iklimimizde böylesi değerler çıkmaz derdim. Yazınla Hasan Agam umuda kapıldım.
Demek ki dedim bizde adamlar var değerini yalnızca Halik bilir, bizde adamlar var, nerde ikbal anında oraya damlar.
Nice adamlar var mücevherdir sadece Sarraf’ı bilir ederini, insanlar onu enayi sanır, buna mukabil nice müptezel insan vardır, yaldız akar yüzlerinden herkes tanır.
Abdullah Dıraz bizde kitaplar da öyledir der.
Nice on para etmez kitapları herkes tanır, ama el-Muvâfakât gibi nadide eserler asırlarca tarihin mahzeninde gizli kalır.
(Helal olsun Garibce! Gene kendine bir pay çıkardın ya!)
Hasan Agam, eğer kopyala imkanı verseydiniz yazını olduğu gibi ahanda burada paylaşacaktım. Telif melif de demeyecektim. Benim yıllarca örneğini aradığım yitik hikmetin ta kendisiydi çünkü senin yazdıkların.
Neden senin gibiler yok?
Sen gerçekten ne kadar enayi imişsin, devletin en yüce kademelerinde yıllarca süren bir ikbal vetiresinde belirleyici ol, musluğun başını tut, ama senin kabında sinekler avlansın,hiç olacak şey mi?
Agam, Garibce olarak ben sana (bir enayi olduğun için size ya da devletlu efendilerimize hitap ettiğimiz gibi zat-ı âlileri falan demiyorum, öz babama, öz agama seslendiğim gibi aha şuramdan, yüreğimin en derin yerinden sesleniyorum) bişe diyeyim mi:
Sen asıl devleti seni hep o yüce makamda tutan bir aileye sahip olmakla bulmuşsun. Viran olası hanede evlad u ıyal var der ve yapacağımız her türlü kepazeliğe, rezilliğe onları  perde tutarız. Sen ne büyük devlettir ki, sen gibi, senin yüzlerine bakmaya kıyamadığın Mustafan ve Elifin de ki artık onlar bizim de Mustafamız ve Elifimiz oldular ve gene elleri öpülesi ablam benim onlar da senin başını önüne eğdirecek en küçük bir şey yapmamışlar.
İşte devlet bu!
Gerisi boş!
Yarın mal mülk hırsı uğruna tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı olan, evde yakacağı olmadığı için dün donarak ölen körpecik bebeklerin hakkı bulunan servetü sağmanı tırtıklayan, devleti sağmal inek gibi kendi teknesine sağan, ve hatta deveyi havudu ile götürenlerin üzerine tarih sifonu öyle bir çekecek ki, onların hiç ismi bile kalmayacak, ama sen ey Hasan Agam sen ve senin emsallerin, eşsiz bir cevher özgül ağırlığı ile  tarihin ak sayfalarında öyle bir yer alacak ki, gerçek tarihi yazanların onlar olduğunu arkadan gelen nesiller okuyacak ve hep yedi ceddine rahmet okuyacaklar.
Allahım diyecekler, biz Hasan Agamızdan razıyız, sen de razı ol.
Ufkumuzda parlayan yıldızlarımız o kadar az ki, öylesine kaht-ı ricalin yaşandığı bir iklimde umuda yanan ipil ipil bir ışık olmuşsun ya, devlet malının deniz ve yemeyenin domuz sayıldığı bir akıl tutulmuşluğu karanlığında insanlığımıza ışık tutmuşsun ya biz seni başlarımıza tac ederiz.
Garibceler senin elini öpmeyi bir şeref bilirler.
Hasan Agam, saygıyla!
26.12.2013

GARİBCE

25 Aralık 2013 Çarşamba

Çoook mutluyum!

Bugün çok mutluyum!
Üst üste bir sürü güzellikler yaşadım.
O kadar mutlu idim ki, sınıfıma girdiğimde bu duygu yoğunluğunun altında kalabileceğim endişesi vardı.
Gelecek hafta yılbaşına denk düştüğü için bu ders son dersimizmiş.
Son olarak değinmeyi arzu ettiğim konuları işledik.
Gene kadın konusu idi öne çıkan ve özelde de kızlarımıza bir hayli sıkıntı verdiğini düşündüğüm ihtilat ve halvet gibi konular üzerinde durdum ve bazı somut örneklere yer verdim.
Çok güzel bir ders oldu. Çok da güldük.
Bu öğrenciler, yarın her biri ilköğretimde öğretmen olacak kişiler.
Dersin sonuna doğru insan içinde bulunduğu nimetin de farkında olmalı ve değerini bilmeli, dedim. Kendimden örnek verdim.
Ben Toroslar’da bir vadi içinde, merkezden çok uzak bir köyde Garib Alinin Mehmet olarak doğmasaydım, o Garib Ali elimden tutup İmam Hatip mektebine yazdırmasaydı… diye başladım ki Garib Ali’nin adının ikinci anılmasına daha varmadan sözünü ettiğim duygu yoğunluğu iyice kabarmış ve kendisine taşacak bir menfez çoktan bulmuştu bile.
Bugünlerde babama karşı bir zaafım var. Her vesile ile onu anmak ve ona ne denli medyûn-ı şükran olduğumu ifade etmek istiyorum. Ona olan sevgimi dile getirmek istiyorum. Ama henüz bu ilişkinin kodlarını çözemediğim için de yazamıyorum.
O kadar mutlu idim ki!
Benim en mutlu olduğum anlar, hep bu gibi anlar olmuştu.
Boğazıma düğümlenen hıçkırıkları salarak hüngür hüngür ağlamam, oğluma sözün kesildiği ve ardından İhsan hocamın o fem-i muhsininden ruhumuza nüfuz edercesine okuduğu Kur’an’ın ardından sadakaya bağlaması anı olmuştu.
Ben şimdi  bu son ders itibariyle bu güzel yavrularımızı–her biri şu anda kendi değerinin belki de yeterince farkında olmasa da- kendi açımdan hayata uğurluyor oluyordum.
Dersle ilgili duygu ve düşüncelerini istedim. Her biri o kadar güzel şeyler yazmışlar ki, bunlar bir insanı ancak mutlu ederdi.
En çok hoşuma giden ve benim durumumu en iyi anlattığını düşündüğüm bir iki notu sizlerle de paylaşmak isterim:
“Güncel Dini Konular Dersi’ne ilk girdiğimde “Eyvah!” dedim. Bu ders çok sıkıcı geçecek, hocamız çok yavaş konuşuyor gibi şeyler. Hatta dört devamsızlığı ful kullanmayı düşündüm. Ama sizi ikinci haftadan itibaren tanıdıkça özellikle bir buçuk saatlik derste konuyu muhteşem bağlayışınızı, muazzam bakış açınızı gördükçe size bağlandım. Ben nadiren böyle ders dinlerim hocam. İnanın bir sevgili gibi her hareketinizi takip ettim, hemen hemen her şeyi not ettim….”
Böyle devam ediyor. İmzasını da koymuş: Cibali Tanrıkulu!
Hem de bir erkek öğrenci tarafından böyle bir sevgili gibi takip ediliyor olmak bir hoca olarak beni elbette hazların en büyüğüne gark eder. Diğer öğrencilerin duyguları da çoğu benzer şekilde. Notumun azlığını dile getiren bir iki öğrenci dışında serzenişte bulunan kimse de yok.
Dersin başından buyana hep bir fikir ayrılığı içinde olduğunu ve bana dualar ederek kendisini tabuları yıkma doğrultusunda araştırmaya yönelttiğimi ifade eden öğrenciler de var.
Hem artık bazı kitaplarda isimlerimi gördüğünde de artık şaşırmıyormuş. Zadu’l-Meâd’ı almış ve benim ismimi orada görmüş…
İstediği dersi seçemediği için bu dersi almak zorunda kaldığını söyleyen ve “Rabbimize şükürle hakkımda hayırlı olanı gönlüme razı eyledi” diyenler de vardı.
Birbirinden güzel duygu ve düşünceleri okudum, mutlu oldum. Her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum ve hayatta başarılı ve özelikle de mutlu olmaları diliyorum.
Yüksek Lisans dersimiz de bu gün itibariyle son dersmiş. Onda da Klasik Furu-ı Fıkıh Metinleri okuduk. Kendi odamda ve köşemde olmasının avantajını kullandık. Ocağımız hep yandı. Muhabbetimiz eksik olmadı. Biri Azeri biri Özbek olan öğrencilerimizin de kendi yörelerinden katkılarıyla ayrıca daha bir renklendi.
Son ders olması hasebiyle  genel bir değerlendirme yaptık. Onlar da düşünce ve duygularını ifade ettiler.
Helalleştik.
Hocalarımıza ve üzerimizde hakkı olanlara rahmet diledik.
“Ve âhiru da’vânâ eni’l-hamdu lillahi Rabbi’l-âlemîn!” dedik ve dersi kapattık.
Onlara da aynı şekilde başarı ve mutluluk dileklerimi Yüce Allah’ımıza arz ediyorum.
Bu vesile ile cümlenize de selam ediyor ve hepinize mutluluklar diliyorum.
Gerçekten çok özel bir gündü.
Bu güzel günü özel kılan herkes için duaların en güzelini diliyorum.
Sevgiyle!
25.12.2013

GARİBCE
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...