26 Eylül 2020 Cumartesi

"Tatlı gel!"

 


«زر غبا تزدد حبا»

"Zür gıbben tezded hubben"

"Tatlı gel!"

Bizim kültürde kayınvalide nişanlı/acer damada “Tatlı gel!” demiş. O da durur mu ertesi günü elinde tatlı çalmış kapıyı. Kayınvalide bakmış bakmış, "Evladım tatlı gel, tatlı gel!" demiş.

Hadis Ebu Hüreyre için söylenmiş, deniyor. (Usûlü's-Serahsî, I, 340)

Kelime kelime çevirirsek manası şöyle olmalı:

“Ziyaretini eyle seyrek, sevgin artsın giderek!”

Her şeyde olduğu gibi ziyaretlerde de ölçü gerek.

Sevgimiz eksilmesin, artsın diyorsak sevdiklerimizi, dostlarımızı usandırmamak olmalı erek.

 

Dua ile!

26.09.2020

GARİBCE

 

19 Eylül 2020 Cumartesi

Tekvin ve teşri dengesine bir örnek: Alkol

 

Bizim fukahanın derinliğine kimsenin diyebileceği bir söz yoktur. Ama ne yazık ki bu sadece teşri alanında olmaktadır. Fıkıh kitaplarını mütalaa edenler bunu açıkça görürler.

Ne var ki bu derinlik bir tür körlük de doğurur. Oysa arzulanan şey, teşriin tekvin ile birlikte ele alınması ve tekvinin öncelenerek teşriin onun üzerine bina edilmesi olmalıdır.

Mesela “İkra’” oku emrini ele alalım. Bu emir sonucu Kur'an-ı Kerîm öyle derinlemesine okunmuştur ki yüzlerce ve ciltler dolusu tefsirler yazılmış ve bir türlü dibi de bulunamamıştır. Hala da yazılmakta ve anlatılmaktadır.

Okunan kitap teşri’e aittir. Fıkıh alanında ihtiyaç duyulan şerî ahkam ondan çıkarılmıştır ve hala da çıkarılmaktadır.

Diğer konular da öyledir. Söz gelimi tarih, bilim gibi konular bile onun derinliklerinden çıkarılabilmektedir.

Oysa bizden asıl istenilen önce tekvini ayetlerin okunması, onların üzerine kurulu olarak da teşrîî ayetlerin okunması ve yorumlanmasıdır.

Konuyu bir örnekle açıklamak istiyorum:

Bizim kimi fukaha susuzluktan ölme durumunda olan bir kimse içkiden başka bir şey bulamasa onu içmesi zarurete sebep mubah olmaz, çünkü içki susuzluğu gidermez, aksine artırır, derler.

Bunu ilk okuduğumda acaba öyle mi diye aklıma bir soru gelmişti de kendi kendime bir espri ile “Bizim fakihler bu mereti içmemişlerdir ki gerçekten susuzluğu gideriyor mu, gidermiyor mu bilsinler!” diye geçiştirmiştim. Sonra tekvinde bunun yeri nedir diye Herbilen’e sordum. O da doktorların ağzından fukahanın bu tespitini teyit etmez mi? Fukaha adına sevindim. Fakat fukaha bunu içkinin doğası ve vücuttaki etkisi ve tepkimeler üzerinden değerlendirmiyor, aksine hadiste içki hakkında kullanılan “dert” oluşu nitelemesinden hareketle bunu söylüyor. Teşrie mesnet olarak gene teşrie yaslanıyor.

Sonra içkinin tedavide kullanımı konusunda gene bunun caiz olmayacağını söylüyorlar. Tedavi olmayı fukaha zaruret olarak görmez. Haydi diyelim bir ihtiyaç olsun. Dolayısıyla ihtiyaç halinde kullanımına bir kapı aralanamaz mı? Buna da hayır diyoruz ve hükmümüze Hz. Peygamber (s.a.s.) içkinin tedavi amaçlı kullanımını yasakladığını ve onun deva değil dert olduğunu söylediğini gerekçe yapıyoruz.

Bu yazının dert edindiği sorun şu: Susuzluk zaruretine binaen içki içmenin mubah olmayacağını, içkinin ancak boğaza bir nesne durması halinde onu aşırmak için başka bir sıvı olmaması halinde zaruret miktarınca içiminin mubah olacağını söylüyoruz. Tedavi amaçlı kullanımına da izin vermiyoruz ve gerekçe olarak da gene hadisi delil olarak kullanıyoruz. O yüzden de içki içeren ilaçların kullanımını da onaylamıyoruz. Aslında içki denilince içkinin içerdiği etkin madde olan alkolü kastediyoruz. Alkolün ilaç olarak içimi kabul edilemez. Ancak alkol içeren ilaç vb. olamaz mı? İşte fukahanın buna da karşı çıkışını hadise dayalı olarak ileri sürmesini tekvinin göz ardı edilerek sadece teşrie dayalı olarak hüküm verilmesi olarak görüyoruz. Oysa fukaha şöyle diyebilirdi: Evet hadiste böyle bir niteleme var. Ama dilin değişik amaçlı kullanım şekillerini dikkate alarak bundan neyin kastedildiğini, alkolün doğasını öğrendikten ve ilaç yapımında kullanılması halinde de gerçekten her zaman fayda yerine zarar vermesi özelliğini öğrendikten sonra hadisi âmm bir hakikat anlamında alır ve hükmümüzü tekvin ile de pekiştirmiş oluruz; içkinin susuzluğu gidermemesi örneğinde olduğu gibi. Yok, öyle değil de tekvin/ bilim gerçekten alkolün ilaç ve benzer alanlarda kullanımı halinde insanlık için bir takım yararlı sonuçlar elde edildiğini ortaya koymuşsa, o takdirde biz hükmü alkolü de içine alacak şekilde genelleyip her türlü alkol içeren sınai ürünü haram görmek yerine hadisin bizzat içkinin kendisi ile tedavi olmaya kalkışan kimselerin tavrını kastettiğini, yani tedavi niyetine rakı/ bira vb. içmeyi anlarız. Teşrii ona yorarız. Bugün bazı Helal gıdacıların yaptığı gibi alkol ve türevlerini içeren her türlü ilaç, kozmetik ürün… gibi esas itibariyle ibaha-yı asliye gereği helal olması gereken nesneleri haram kılmayız.

Hem Allah’ın yerde ve gökte ve bu ikisi arasında her ne varsa bize lütfetmiş olduğu nimetleri haram kılmak bizim ne haddimize!?

Dua ile!

19.09.2020

GARİBCE

Etiketler: Tekvin teşri, alkol, zaruret


8 Eylül 2020 Salı

Fetva verirken işin sonunu da düşünmek!

 


 Hasta için hekim gerek. Hekim bilge gerek.

Müstefti yani dini bir sorunu olup da cevabını arayan ve müftiye halini arzeden kimse için de ilimde rüsuh sahibi, rabbanî ve bilge âlim gerek.

Tıbbı ezber bilen ve fakat insanı tanımayan doktor olur mu?

İnsan dediğin anı anını tutmayan canlı bir varlıktır. Bugün sapasağlamdır yarın bakmışsın hasta, eli ayağı tutmaz olmuştur.

Bilge hekim muhatap aldığı hastasını, içinde bulunduğu duruma göre değerlendirir ve vereceği reçetenin onda ne gibi sonuçlar doğuracağını hesaba katarak ilaçları ve dozlarını, kullanış biçimlerini vb. belirler.

İnsanlara verdiğiniz din, onlarda ne gibi etkiler oluşturacak, ne gibi sonuçlara müncer olacaktır?

“Din/ şeriat bu ise ben yokum!” diyen insanların çoğaldığı bir zamanda sözünü ettiğimiz durum daha bir önem kazanıyor.

Hz. Peygamber (s.a.s.) insanların içinde bulunduğu durumları değerlendiriyor ve atacağı adımların ne gibi sonuçlara müncer olacağını hesaba katıyordu. Bunun sonucuna yapmak istediği bazı şeyleri yapmıyor, yapmak istemediği bazı şeyleri de yapmak zorunda kalıyordu.

Hudeybiye musalahasında sonuçları hesaba katarak ilk etapta hiç de lehte görünmeyen bazı şartları kabul etmiş ve ihramdan kerhen çıkmıştı.

Aşikâre münafıklık yapan ve Müslüman toplumunun devamlı huzurunu kaçıran insanları öldürmesini talep edenlere “İnsanların, Muhammed adamlarını öldürüyor!” diye konuşmalarından endişe ettiğini söylüyor ve  isteklerini yerine getirmeye yanaşmıyordu.

Kabe’nin Hz. İbrahim tarafından atılan temelleri üzerinden yeniden inşa etmeyi arzuluyor ama cahiliye devri anıları henüz taze olan kavminin tepkisini hesaba katarak buna yanaşmıyordu.

“En faziletli amelin ne olduğu” sorusuna, farklı cevaplar veriyordu. Çünkü soruyu soranların durumu, kendileri için en hayırlı amelin ne olduğunu belirlemesini gerektiriyordu. Yani mutlak bir en hayırlı amel yerine soruyu soran kişinin ihtiyacına uygun düşecek, onun hakkında daha güzel bir sonuç verecek cevaplar veriyordu.

Bu tavır ashabınca da sürdürülmüştü. Söz gelimi İbn Abbas’a bir adam gelmiş ve “Bir Müslümanı kasten öldürenin tövbesi kabul olur mu?” diye sormuştu. İbn Abbas da “Asla olmaz, onun yeri cehennemdir!” diye kapıyı kapatmıştı. Soru soran ayrılınca yanındakiler: “Sen böyle mi fetva veriyorsun? Oysa sen bize  kâtilin de tövbesinin mümkün olduğunu söylerdin”? dediklerinde “Öyle ama ben bu adamın bir mümini öldürmeyi aklına koymuş öfkeli biri olduğunu gördüm, düşüncesinden vazgeçirmeyi amaçlayarak öyle söyledim!” demiştir. (Kurtubî, IV, 97).

Abdullah b. Mugaffel’e (ö. 59/679) bir kadın gelmiş ve ona “Zina etmiş, gebe kalmış ve doğurunca da durumunu örtbas için çocuğunu öldürmüş bir kadının durumu nedir?” demiş, İbn Mugaffel de “Ne olacak? Tabii ki Cehennem!” demiş. Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrılmış. Kadının bu tepkisi üzerine İbn Mugaffel kadını geri çağırmış ve “Ben senin hakkında şu iki durumdan birini düşünüyorum” demiş ve şu ayeti okumuş:

وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُوراً رَح۪يماً

"Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok yarlığayıcı ve esirgeyici bulacaktır."  (Nisâ 4/110)

Bunu duyan kadın gözyaşlarını silmiş ve oradan ayrılmış. (Taberî)

İbn Mugaffel, kadının fuhuştan uzak durması ve tövbe etmesi için verdiği sert cevaba beklemediği tepkiyi göstermesi üzerine, onun cevabı sebebiyle tümden umutsuzluğa düşüp ya intihar edeceği ya da fuhuş bataklığına sürükleneceği endişesine kapılmış ve ilk cevabını terkederek kadının içinde bulunduğu duruma ve haleti ruhiyesine daha uygun düşen bu ikinci cevabı vermiştir.

Demek ki, her yer ve zaman için geçerli tek cevap yok.

Müfti fetvasını verirken mutlaka işin sonunu düşünecek. Verilen fetvanın müsteftide ne gibi etkisi olacağını, nasıl bir sonuç doğuracağını hesaba katacak.

Türkümüz bile bize böyle söylüyor:

Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi?

Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?

 

Dua ile!

08.09.2020

GARİBCE



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...