31 Mayıs 2019 Cuma

İlim ilim bilmektir Yağlı urgan ilmektir




İlim ilim bilmektir
Yağlı urgan ilmektir
Çile biri bin para
Akıbeti gülmektir

Emsilesi besmele
Ulum ardından gele
Nerde diye sorarsan
Kapsar oldu Şamile

İlim başta sadırlarda
Karar kıldı satırlarda
Açkısı hep erbabında
Hiç arama yatırlarda


30.05.2019


30 Mayıs 2019 Perşembe

Yunusça / Helal olur ekmek sana


Çilekleri devşirmeye başlayan Hamid’e


Necat yoktur ahu zarda
Nerde zahmet rahmet orda
Fide diktinse baharda
Güler yüzün çilek sana

Nifak olmasın imanda
Hayır olur mu yalanda
El aşında gözün olanda
Zıkkım olur yemek sana

Hakkını görmen talanda
Verdiğin emek olanda
Matlubun Hak’da bulanda
Helal olur ekmek sana

29052019

18 Mayıs 2019 Cumartesi

Günah keçisidir kaderim




Mazeret olmaz asla kaderim
Ne edersem ben kendim ederim
İşleyen ben idiysem günahı
Cezasın da elbet ben öderim

Sayısız günahsız canlar yanmış
Nicedir tecavüzler yaşanmış
Ecit mecit ipinden boşanmış
Günah keçisi olur kaderim

18.05.2019

4 Mayıs 2019 Cumartesi

Bağlam: Hayber'in fethi ve evcil eşek etinin yenilmesinin haram olması




Geçen KURAMER’in düzenlediği Kur'ân ve Pozitif Bilim konulu sempozyum[1] vesilesiyle orada bilim üyesi olarak çalışmakta olan mühendis hadis doktoru Mehmet Apaydın’la çalışmaları ile ilgili epey bir konuştuk: Son olarak İlahiyat Akademi Dergisi’nde yayınlanan “İmâmetin Kureyş’e Ait Olduğuna Dair Hz. Peygamber’e İsnâd Edilen Rivâyetlerin Bütünsel Yaklaşım Yöntemiyle Tespiti” makalesinden bahsetti. Bunu tezinde iddia ettiği “Bütünsel Yaklaşım”a[2] örnek bir uygulama olarak kendisinden –özellikle hadisçiler- talep etmişler. O da işte size örnek diye elli sayfalık bu makalesini yazmış. Bu vesile ile ben de okudum ve kendisine de teşekkür ettim. Bağlamından koparılan sözün ne hallere bürünebileceğine güzel bir örnek olmuş.
Fakat bence daha ilginç olan örnek çalışmakta olduğu Evcil eşek etinin yenilmesinin haram olması ile ilgili anlattıkları.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ordusu ile Hayber üzerine yürümüş. Hayber de çok sayıda kale var. İlkini kuşatmış ve belli bir süre muhasaradan sonra Kale sahipleri ile anlaşma yapmış ve muhasarayı kaldırmış. Buna göre ürettikleri hurmaların yarısını Hz. Peygamber’e vereceklerdir, karşılığında da Hz. Peygamber onların canlarını, ırzlarını ve mallarını koruyacağına dair güvence vermiştir. Böylece ilk kale fethedilmiş ve diğerlerini muhasaraya başlamışlar. Mevsim henüz hurmaların yeni yeni belirmeye başladığı, soğan ve sarımsak gibi ürünlerin yetiştiği bir zaman. Muhasaranın uzamasıyla askerin erzakı tükenmiş, yiyecek bir şey de yok, aç haldeler. Tam böyle bir ortamda anlaşma yaptıkları kalenin sahiplerine ait bir takım eşek kaleden çıkmış ve askerlerin olduğu yerlere doğru yayılıyormuş. Hz. Peygamber’in müthiş açlık çekmekte olan sahabesi eşekleri görünce hemen onları kesmişler ve kazanlara doldurup pişirmeye başlamışlar. Etrafı müthiş bir et kokusu sarmış. Hz. Peygamber’e de ikram edecekler ve ordunun açlık belasını bir nebze de olsa savacaklar. İşte tam da bu sırada eşeklerin sahibi çıka gelir ve “Ya Muhammed, biz seninle ne anlaşması yaptık. Hani sen bizim canlarımızı ve mallarımızı koruyacağına dair taahhütte bulunmuştun. Peki, neden  o zaman bizim eşekleri kestiniz?” diye sorar. Bunu öğrenen Hz. Peygamber’in adeta kan beynine hücum eder ve eti pişirmekte olanların yanlarına bir hışımla varır. Durumu onlara sorar, onlar da eşekleri kestiklerini ve onların etlerini pişirmekte olduklarını söylerler. Hz. Peygamber onlara öfkeyle etleri dökmelerini ve tencereleri de kırmalarını emreder. Kırmasak da yıkasak olmaz mı diyenlere de haydi öyle olsun der.
Aynı olayda askerin soğan ve sarımsak tarlalarına da girdikleri anlatılır. O soğan ve sarımsaktan yiyenlerin yanımıza yanaşmasın, sözü de bu olay bilindiğinde daha farklı bir anlam kazanır.
Aynı şekilde bir takım Müslüman askerlerin  anlaşma yaptıkları kaleye mensup kadınlara müta teklif ettikleri ve onların da buna rızaları olmadığı ve bu tekliften rahatsızlık duydukları anlatılır.
İmdi olay özetle bu. (Çalışması yayınlandığında konu ile ilgili daha etraflı ve müdellel bilgiye sahip olacağız. Sonucu sabırsızlıkla bekliyorum. Bu arada eve döndüğümde bilgisayar ortamında kısa bir tarama yaptım ve anlatılanları doğrulayan ama bölük pörçük bir sürü rivayet olduğunu kendim de gördüm.)
Olayın özeti Hz. Peygamber’in (s.a.s.) korumayı taahhüt ettiği kale sahiplerine ait malların yağmalanmasını ve yenilmesini yasaklaması, olmaktadır.
Bu olayda geçen eşek yerine söz gelimi kesilen hayvanlar koyun olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.s.) durumu öğrenince onların da yenilmesini yasaklamayacak mıydı?
Keza soğan sarımsak değil de söz gelimi henüz eski dünyada bilinmeyen patates ya da yer elması olsaydı tepkisi gene aynı olmayacak mıydı?
Şimdi ne oldu. Bu olayda anlatılan “Eşeklerin etinin yenilmesinin yasaklanması” bağlamından koparıldı ve genel geçer bir hale getirilerek “eşek etinin yenilmesinin haram olması” şekline dönüştürüldü. Üstelik bu, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bizzat kendisinin de haram kılma yetkisine sahip olduğunun delili kılındı.
Eşek eti haram hale getirilince bu kez talil yoluna gidilerek bunun haram oluşu kimine göre “hamule” yani ikmal/lojistik/ yükleri taşıma hizmetini görmekte oluşu, kimine göre de onun “cellâle”(pislik yiyen hayvan)  oluşu oldu.
Müt’a ve soğan-sarımsak konusunda da benzer bir durum oldu.
Bu genel kabul gören telakkiye mukabil İbn Abbâs gibi eşek etinin ve müt’anın haram olmadığını belirten sahabe de oldu.
Allah Teâlâ haramları kasır ifade eden bir üslupla belirtmişti. Bunun ötesinde kalanların yenilip yenilmemesi örf ile belirlenecek hususlardır. Söz gelimi Anadolu örfü eşeği bırakın atı bile yememekte ısrarlıdır. Öbür taraftan atı çok lezzetli bulan ve ziyafetlerde ikram edilen seçkin bir yiyecek olarak gören Türk boylarımız vardır.
Şeriatımız evrensel olacaksa insanların tümünü Kureyş’in örfünde toplamaya kalkışmak akıl işi değildir. Bu tavır işi imkânsıza sürmek olacaktır.
Bu örnekle bir daha gördük ki sözün anlamını gerçek anlamda bağlam belirler.
Dua ile!
04.05.2019
GARİBCE
 Etiketler: Mehmet APAYDIN, bütünsel yaklaşım, bağlam, Hayber, eşek eti, soğan sarımsak, müt’a




[2] Apaydın, Mehmet, Hadislerin Tespitinde Bütünsel Yaklaşım, İstanbul 2018.

2 Mayıs 2019 Perşembe

Prof.Dr. Ahmet TABAKOĞLU’na Vefa Etkinliği



Bugün 67 yaş doldu ve Marmara Üniversitesinde hizmette kırk yıl oldu. M.Ü. Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü müdürü Tabakoğlu hocamız emekli oldu.
1984-1985 gibi yıllarda Hoca benim de doktorada İslam İktisadı dersi hocamdı. Yıllar yılları kovalamış ben dahi hocalar hocası olmuştum. O ise benim de hocamdı. Bu haliyle o hocaların hocasının hocası olmuştu.
Değerli Rektörümüz Prof. Dr. Erol Özvar bir vefa nişanesi olarak Sultanahmet’teki Külliye’de Necla Pur’un Rektör iken gene bir vefa örneği hocası Ord. Prof. Dr. Nihad Sayar’ın adını verdiği  Konferans Salonunda bir merasim icra etti.   
İki türkü ve iki şarkı dinletisinin ardından hoca ile düşünce ve duygularını ifade etmek üzere bir panel düzenlendi. Divan başkanı Rektörümüz Erol Özvar idi. İlk sözü Necla Pur hocamıza verdi. 63 yılında talebe olduğu ve ondan sonra da hep Marmaralı olarak hizmet ettiği ve Rektör olarak da görev yaptığı mekânda duygulu bir konuşma yaptı.
Bu “özel ve güzel insan”ı anma vesilesiyle Vefa’dan bahsetti ve bu anlamlı merasim sebebiyle Rektörümüzü tebrik etti. Kendi öz çocuğu gibi gördüğü Ahmet’in çok vefalı biri olduğunu söyledi. Herkes doktor, doçent, profesör olabilir ama insan olmak  zor iş dedi ve işte Ahmet haza bir insan dedi. Ahmet’in çok iyi bir Müslüman olduğunu söyledi. Hatta o kadar ki iyi bir Müslüman nasıl olunur diye sorulsa Ahmet’i göstermek lazımdır, dedi.
İnsanı insan eden erdemlerdir, terbiyedir, edeptir. İşte Ahmet öyledir, dedi.
Kendisiyle çok güzel ve anlamlı yıllar yaşadığını söyledi.
Sonra gene vefadan söz etti ve “Ben gençliğin ne olduğunu  çok iyi biliyorum amma siz yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorsunuz. O itibarla hocalarınızı arayın ve hayır dualarını alın. Sanal da olsa bir selam bir çiçek gönderin, unutmadığınızı gösterin!” dedi.
Hoca belli ki emeklilik sonrası gerekli ilgiyi görmemişti, şu kadar yıldır ilk kez hatırlandığını söyledi.  Vefa diye başladı ve vefa diye bitirdi. Çok da büyük bir alkış aldı. Konuşma sonrasında ben de elini öptüm ve çok memnun oldu. İlahiyat fakültesine de hocanın özel bir ilgisi vardı ve Cuma günleri fakültemize gelir, çeşitli konularda brifing alırdı. Hatta helal gıda konusunda ben de kendisine bir sunum yapmıştım.
Sonra Ezel Erverdi (d. 1943) söz aldı o da vefa dedi. Emin Işık’ın delaleti ile Hareket dergisine geldiğini ve kendisiyle ilk kez orada karşılaştığını söyledi. Kendisi de daha sonra yaptığı konuşmada Taksim’deki Amerikan askerlerinin protestosu sebebiyle sözde İslamcılarla solcular arasındaki olaydan çok etkilendiğini ve bu vesile İslam adına ne yapılmaması gerektiğini çok iyi anladığını, hareket dergisine de bu yüzden gittiğini anlattı.
Ezel Erverdi’nin de tavsiyesi ile İktisat tarihi üzerine çalışmaya yöneldiğini anlattı. Çalışkanlığının ötesinde Osman Turan Ahmet’e ilgi duyuyordu, dedi. Arşive gittiğini ve çalışmalarını orada sürdürdüğünü duymuş, ama pek inanamamış, Birinde çağırmış, önünde bir tomar arşiv oku bakayım demiş ve o tıfıl yaştaki Ahmet okumuş, hayranlığı artmış.
Ahmet göstermez, İstanbul surları gibidir. Görünen kısmının ardına nüfuz bazen maharet ve zaman ister, dedi.
Not aldığım diğer cümleleri şöyle idi:
Çok iktisatlı idi. Çok güzel yemek yapardı. Dünden kalan pilavı güzel çorba yapar ve asla israf etmezdi.
Titizdi de. Otelde kaldığı yastığın üzerine bir şeyler örtmüştü.
Yazıları ilgi çekti ve kitaplaştırdık.
Hiç boş durmazdı.
Bilgisayar ve klavye gibi yeni gelişmelere de ayak uydurdu.
Çok güzel meziyetleri vardır.

Sabri ORMAN hocamız ise yıllarca aynı odayı paylaşmış arkadaş olarak konuştu.
O da gene vefa dedi ve vefanın bir cephesi onu anmak için konuşmak üzere divanda olanlar ise diğer cephesi de salonu dolduran, onu dinlemeye gelenlerdi.
Ben dahi onlardandım.
İlandaki vefayı duyunca, kendimi gitmek zorunda hissettim.
Sabri Hoca özetle şunları anlattı:
İnsanlar üç kısımdır: Bir kısım insan vardır göründüğü kadardır. Bir kısım da vardır ki göründüğünden küçüktür. Bir kısmı da vardır ki göründüğünden büyüktür. Ahmet de onlardandır.
Osman Turan’ı şaşırtacak kadar çalışkan ve yetenekli idi.
Ahmet iyi insandı, iyi ilim adamı idi ama Ahmet aynı zamanda çalıştığı müesseseye kurum kazandıran biriydi. Nitekim müdürlüğünü yaptığı enstitünün kurulması böyle olmuştu. İktisat alanında doktora ve yüksek lisans programının açılmasında öncülük etmişti. Muhtemelen kendisi en fazla sayıda doktora yaptıran hocalarımızın başında gelir.
Bütün bunlara karşı Ahmet de bir beşerdi ve çiğ süt emmişti. O itibarla sağı solu belli olmayabilir. Beni resmen tehdit etmişliği vardır.
Kendisi iktisat tarihi çalıştı ben ise iktisat düşüncesi tarihi çalışıyordum. O çalışmaları sonucunu hemen yazıyor ve kitaplaştırıyordu. Ben ise yazamıyordum. Bana bak dedi, ya çalışmaların sonucunu yazarsın, ya da senin yazmadığın şeyleri de ben yazarım dedi. Beni alenen tehdit etti. Tehdidi de hala geçerli. O yüzden artık bir an evvel oturup onları yazmam gerek.
Hoca böyle hoş bir espri ile bitirdi.
Talebesi olan Prof. Dr. Mesut Küçükkalay ise Eskişehir’den gelmiş ve Tabakoğlu Hocanın ilme katkılarını 13 maddede özetledi ve gerçekten emek mahsulü bir değerlendirme yaptı. Çalışmalarının her birinin büyük resmin parçaları gibi olduğu tespitini yaptı.
Hikmetin peşinde koştuğunu ve ilmi  bir araç olarak gördüğünü, ilmin pratiğe dönüştürülmesi gerektiğine inandığını vurguladı. Her vesile ile ilim ve ahlak arasında bir bağ kurardı. Arşive gitmeden masa başı modellemeleri yeterli görmezdi., dedi.
Osmanlı devletinin dört esas üzerine kurulu olduğunu söyler: 1. Vahdeti vücutçuluk, 2. Gelenekçilik 3. Devletin adaleti ve reayanın refahı ve 4. Arz yönlü ekonomik yapı.
Ve kısaca erdemlerinden söz etti.
Programda Sabahattin Zaim, Erol Zeytinoğlu ve Orhan Oğuz da hayır ile anıldı.
Sonunda Hocanın kendisi de konuştu, teşekkürler etti. “Refika-yı elem didem” dediği eşi ve oğlu da vardı.
Akademik faaliyetin durağan olmadığını vaktiyle yazdığı çoğu kitaplarının kendisi gibi zaman içinde şişmanladığı esprisini yaptı.
Sosyal bilimlerde kesin kanunlar olamayacağını ancak eğilimlerin olacağını vurguladı.
Akademik âlemde geleneğin önemini belirtti. Bunun için de öncekilerin bunun ilk halkası olması sebebiyle önemli olduğunu ve onları yâd etmenin erdem olduğunu, kurumsal kimliğin ancak geçmişle geleceğin bir arada varlığı ile oluşacağını söyledi.
Salonda bulunan gençlere özellikle son söz olarak hitap etti ve onlara “İlimle meşgul olun, sakın siyasetle ilgilenmeyin!” dedi.
Sonra ne mi oldu.
Fotoğraf çektirdik, Rektörümüzün ikramı sonunda da dağıldık.
Sabri Orman hocam da yanında getirmiş olduğu Gazâlî, Adalet ve Sosyal Adalet adlı yeni kitabından bir adet de bize lütfetti. Cebimiz dolu evin yolunu tuttuk. Hava da yağmurlu ama güzeldi. Yağmura tutulmadık. Tedbir olarak elimde de şemsiyem vardı.
Güzel bir gün oldu.
Vefa,  Tabakoğlu Hocanın şahsında Erol Özvar Rektörümüzün himmetiyle biraz daha anlam kazandı, daha bir canlandı.

Dua ile!
02.05.2019
GARİBCE







1 Mayıs 2019 Çarşamba

Deniz imiş şu devlet malı




Deniz imiş şu devlet malı
Yemeden hiç şevket olur mu
Birinden yüz birinden halı
Alsa kadı rüşvet olur mu

Bilmez işin başı neresinden
Yoklar ötesinden berisinden
Sürüsem çalıyı tepesinden
Yaptığım bu iş hikmet olur mu

Ahde vefa neymiş diye tepsem
Fırsat bulup bir köşe kapsam
Vergiyi kaçırsam cami yapsam
Bire on verir hizmet olur mu

Bilmez, nerde ikbal ora göçer
Deve havuduyla boğazdan geçer
Kaz gelen yerden tavuk esirger
Garibce kuldan himmet olur mu

Dua ile!
01.05.2019
GARİBCE



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...