13 Şubat 2014 Perşembe

İnsanlık ve İyilik



İnsan ortada bir varlık, bir elini melek tutmuş, diğerini şeytan.
Melek tamam, ona eyvallah, ama şu şeytan denilen melûn olmasaydı olmaz mıydı?
Olmazdı. Olsaydı olurdu zaten.
İnsan gerçekten muamma bir varlık.
Bir bakıyorsun şeytanın pabucunu dama atmış. Öyle numaralar var ki şeytan bunları görünce Allah’a serzenişte bulunmuş ve “Ben bir şeytanım, elimden ancak bu kadarı geliyor. Bundan ötesini Âdemoğlu bilir!” diyormuş.
Hikâyeye göre Şeytan bir âbidi baştan çıkarmak için çok uğraşmış. Bir türlü baş edememiş. Umudunu kaybedecekken bir taşeron bulabilir miyim diye akıl etmiş. Bir kundura karşılığında onu baştan çıkarmak üzere bir kadınla anlaşmış. Şeytan kadına kundurayı üç günahtan sadece birini yaptırması karşılığında vermeyi taahhüt etmiş. Kadın altından girmiş üstünden çıkmış değil birini üçünü de işletmiş. Şeytan sözünü tutup kundurayı vermek istemiş. Fakat onları öyle eliyle uzatmak yerine up uzun bir sırığın ucuna koymuş ve kadına öyle uzatmış. Neme lazım, beni de çarpar diye kendisini güvene almak istemiş.
Genelde bu türden hikâyeler hep kadınlar üzerinden anlatılıyor. Herhalde bu da şeytanın erkeklerle kadınların arasını açmak için kullandığı bir kışkırtma biçimi olmalı. Yoksa öyle erkekler var ki nice Lilit’in kızları tipindeki dişilere taş çıkarır.
Öbür taraftan insanın hamuru iyilikle de yoğrulmuş gibidir. Ne kadar kötü de olsa ya da kötü işlerde yapsa içinde hep iyilik duygusu olagelmiştir.
Gene kadınlar üzerinden anlatılan hikayeler arasında bir fahişenin susuzluktan toprak yalayan bir köpeği görünce, inerek ancak içebildiği kuyuya tekrar inip, çizmelerine su doldurup ağzıyla çıkardığı ve hayvanı suladığı belirtilir ve o kadının cennetle müjdelendiği söylenir. Bu demektir ki kadının kötü işlere boyunca batmış olması, onun içindeki iyilik duygularını yok edememiş.
Tabi bizim fahişe dediğimiz kadınlar, bedenlerini satan kimseler. Herkes onları kınıyor, ama bunun yanında ruhlarını satanlarımız var ve az çok hepimiz de bu illetle muallel bulunuyoruz, onlar şerefsiz ama biz şerefli oluyoruz.
Bu gibi bataklıkta yüzenlerin keyif içinde olduklarını sanıyoruz. Neye sebep oraya düştükleri ve ne gibi ıstırap çekebiliyor olmaları bizi hiç ilgilendirmiyor.
“İyilik nedir?” diye bir soru sorduğumuz zaman doğrusu buna cevap olarak net bir şey söylemenin zorluğunu da biliyoruz.
“İyilik” diyor Kur’an, “yüzünüzü doğuya ya da batıya dönmeniz değil, mutlak bir imandır, tutkunu olduğunuz malı verebilmektir, namazı hakkıyla kılabilmektir, zekatı verebilmektir, verilen ahde sadakat gösterebilmektir, zorluk, sıkıntı ve şiddet  anlarında sabır ve tahammül göstermektir…” ve onu örnekler üzerinden bize açıklıyor[1].
Buna göre iyilik şekilsel değil özsel bir şeydir. Bu şekillerin önemsizliği anlamına da gelmemelidir. Çünkü cevizin kabuğu ve özü ilişkisinde olduğu gibi, çoğu kez özsel varoluş, ancak bir form ile mümkün olabilmektedir. Namazı oluşturan fiillerin içinin de doldurulması halinde ancak namaz bir iyilik olacaktır.
Zekat da öyle, hac da öyle, oruç da öyle.
Başa kakılan bir iyilik iyilik değil, eza olmaktadır.
İyilik, tutkulu olduğun şeyi verebilmektir. “Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe iyiliğe erişemezsiniz!” ayeti indiği zaman Ebu Talha Hz. Peygamberimize geliyor ve “Ya Rasûlallah! Allah böyle böyle buyuruyor. Benim en çok sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçemdir. O, Allah yoluna sadakadır!” diyor[2].
Niceleri, zekatı ve içinde yaşamakta olduğu ülkenin sunduğu hizmetlere mukabil toplanmak istenilen vergiyi angarya sayar. Elinden geldiğince vermemeye, kaçırmaya çalışır. Oysa iyilik verebilmektir.
İyilik, toplumun basma kalıp davranış biçimleri de değildir. İyilik, takva sahibi olabilmektir. Korku ve umudu dengeleyebilmektir.
İyilik, iç aydınlığıdır, gönül huzurudur, neşe ve sevinçtir.
İyilik, akşam yattığımız ve özümüzü Hakk’a tuttuğumuz zaman yüzümüzü aydın eden şeydir.
İyilik, amel-i salihtir.
İyilik Mutlak İyi (el-Berr) olan Allah’ın bu isminin kullarında tecelli etmesidir.
İyilik, güzel ahlaktır. Her bir şeyde ahlakîliği yaşam tarzı olarak benimsemek ve asla ondan ödün vermemektir[3].
İyilik, sadakatin, doğruluğun ve bir hayat boyu istikamet sahibi olabilmenin bir hasılasıdır[4].
İyilik, hukuka riayettir. Eşitler arasında ayrımcılık yapmamaktır.
İyilik, ebeveyn hukukunu gözetmek ve onlara hep müteşekkir olmaktır.
İyilik baba (aile)  dostlarının dostluklarını sürdürebilmektir.
İyilik, düşmana bile duyulan kin ve nefretin, adaletsizliğe imkan vermemesidir.[5]
Bunları çoğaltmak mümkündür. Bu saydıklarımız özel olarak âyet ve hadislerde değinilen hususlardır.
İyi olmak ve iyi kalabilmek zordur. O yüzden  “sâdıklarla beraber olmak” ve “iyilik ve güzellikte yardımlaşma ve dayanışma içinde olmak” lazımdır.

Bir iyilik hikayesi
“Öğretmenim!” dedi ve bir şey diyecekti yutkundu, diyemedi.
“Neyin var?” dedi öğretmen. Gözlerine bakarak onu cesaretlendirdi.
“Şey!” dedi. “Artık ben okuyamayacağım!”
“O da ne demek! Niye ki?”
Okulun en iyi öğrencilerindendi. Üstelik öğretmeninin güvenini de kazanmıştı. Kendisine daha bir yakın hissediyordu. Ne güzel her şey yolundaydı. Gelecek vadeden bir öğrenciydi.
Öğretmen merak etti.
“Hele bir anlat!” dedi.
“Öğretmenim ben artık okuyamayacağım. Çünkü…”
“Çünkü ne?”
“Siz bilmiyorsunuz. Benim babam geçenlerde bir suç işlemiş, hapse  düşmüştü. O şimdi mahpus. Geçimimizi abim sağlıyordu. Onu da şimdi askere alıyorlar. O askere gidince bize kim bakacak. O yüzden beni okuldan alacaklar. Artık okula gelemeyeceğim ve sizi de göremeyeceğim.”
Öğrenci bunları derken öğretmen, öğrencinin bu söylediklerinin ne anlama geldiğini pek kavrayamadığını düşündü.
Bu ne demekti acaba biliyor muydu?
Onun okuldan ayrılması geleceğe ait tüm hayallerinin heba olup gitmesiydi.
Günümüzde artık geleceğin kapıları hep tahsille açılıyordu. Hem de iyi bir tahsil gerekiyordu. Bu can öğrenci şimdi okulunu bırakmak mecburiyetinde kalacak hayat değirmeni kim bilir onu ne hale getirecekti. Ham meyveyi dalından koparmak gibi miydi, daha mı kötüydü. Elbette daha kötüydü. İnsanın yetişmesi ve hayata hazır hale gelmesi ne kadar da zor bir şeydi. Her şey yolunda iken bir anda gidişat alt üst oluyor ve düzen bozuluyordu. Bu körpe yavrunun bu olup bitenlerde en küçük dahli yoktu. Gidişatta hiçbir sorumluluğu  bulunmuyordu ama  belli ki fatura ona kesilecek gibi görünüyordu.
Öğretmen, öğrencinin derdini kendisine açmasını sevmişti velakin çaresizliğin pençesinde olduğunu da hissetti. Ne yapabilirdi ki? Onu teselli etmeye çalıştı. Ve ayrıldılar.
Öğretmenin içine keder sanki çöreklenmişti. Çok üzülmüştü. Öğrencinin neden başkasına değil de kendisine açıldığını da hesaba kattı, düşündü düşündü, boşa koyuyor dolmuyordu, doluya koyuyor almıyordu.
Zihnine çöreklenen bu derdini bir dostu ile paylaştı, ne kadar üzüldüğünü ve çaresizliğini ona dert yandı. Ne yapılabiliri konuştular.
Öğretmen, sonunda bir şeyler yapabileceğini en azından teşebbüste bulunabileceğini düşündü ve çocuğun ailesinin bulunduğu ilçenin kaymakamına bir e-mail attı ve durumu anlattı. Bir beklentisi yoktu ama en azından içini kemiren duyguları kısmen de olsa hafifletmiş olurdu.
Anında o ilçenin kaymakamı bizzat öğretmene döndü. Öğretmen şaşırmıştı, heyecanından ne yapacağını bilemiyordu. Karşısındakinin kaymakam olduğuna bir türlü inanamıyordu. Kaymakam olayla ilgileneceklerini bildirdi ve kendisinden gerekli malumatı istedi. Öğretmen, çocukla ve ailesiyle ilgili bilgileri öğrendi ve gönderdi. Sonunda o öğrenciye Kaymakamlık sahip çıktı, burs bağladı ve aileye de yardım elini uzattı.
Şimdi o çocuğumuz okumaya devam ediyor.
Gene eskisi gibi gelecek hayalleri var. Geleceğe olan umudu dipdiri  yaşamaya devam ediyor. Bizim de onunla ilgili umutlarımız var.
Aile, başlarına gelen bu musibet sebebiyle yalnızlığa itilmediklerini görüyor ve devletin desteğini arkasında görmenin mutluluğunu yaşıyor.
En büyük pay da şüphesiz öğretmenimizin oluyor. Gözündeki  ışıltı, sevinç göz yaşlarına dönüyor.  Gerçek anlamda mutluluğun ne demek olduğunun bir örneğini yaşıyor.
İşte bu öykü, bir iyiliğin hikayesi.
Birebir yaşanmış bir olayın anlatısı.
Bizi mutlu edecek olan şey, büyük anlatılar değil, tam da böylesi küçük hikayeler.
Bir elden tutuş.
Düşeceğini gördüğün birinin henüz düşmeden elinden, eteğinden  tutuş.
Düşmüş olanın da kalkması için bir elden tutuş.
“Güler yüz  sadakadır” diyor sevgili peygamberimiz.
“Hayra kılavuzluk eden sanki onu işlemiş gibidir!” buyuruyor.
“Kul, kardeşinin yardımında oldukça Allah da kulunun yardımında olur” buyuruyor.
İşte iyilik, işte amel-i salih.
İnsanların dertleriyle dertlenmek, onlara yardımcı olabilmek için çabalamak en büyük iyilik.
Allah bizi iyilerden ve iyilerle beraber eylesin!
13.02.2014
GARİBCE



[1] لَيْسَ الْبِرَّ أَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّائِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ [البقرة : 177]
[2] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري - (2 / 148) 1461- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللهِ بْنُ يُوسُفَ ، أَخْبَرَنَا مَالِكٌ ، عَنْ إِسْحَاقَ بْنِ عَبْدِ اللهِ بْنِ أَبِي طَلْحَةَ أَنَّهُ سَمِعَ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، يَقُولُ كَانَ أَبُو طَلْحَةَ أَكْثَرَ الأَنْصَارِ بِالْمَدِينَةِ مَالاً مِنْ نَخْلٍ ، وَكَانَ أَحَبَّ أَمْوَالِهِ إِلَيْهِ بَيْرُحَاءَ وَكَانَتْ مُسْتَقْبِلَةَ الْمَسْجِدِ ، وَكَانَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم يَدْخُلُهَا وَيَشْرَبُ مِنْ مَاءٍ فِيهَا طَيِّبٍ قَالَ أَنَسٌ فَلَمَّا أُنْزِلَتْ هَذِهِ الآيَةُ {لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتَّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ} قَامَ أَبُو طَلْحَةَ إِلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ يَا رَسُولَ اللهِ إِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى يَقُولُ {لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتَّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ} وَإِنَّ أَحَبَّ أَمْوَالِي إِلَيَّ بَيْرُحَاءَ وَإِنَّهَا صَدَقَةٌ لِلَّهِ أَرْجُو بِرَّهَا وَذُخْرَهَا عِنْدَ اللهِ فَضَعْهَا يَا رَسُولَ اللهِ حَيْثُ أَرَاكَ اللَّهُ قَالَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم بخْ ذَلِكَ مَالٌ رَابِحٌ ذَلِكَ مَالٌ رَابِحٌ وَقَدْ سَمِعْتُ مَا قُلْتَ وَإِنِّي أَرَى أَنْ تَجْعَلَهَا فِي الأَقْرَبِينَ فَقَالَ أَبُو طَلْحَةَ أَفْعَلُ يَا رَسُولَ اللهِ فَقَسَمَهَا أَبُو طَلْحَةَ فِي أَقَارِبِهِ وَبَنِي عَمِّهِ.
[3] صحيح مسلم ـ مشكول وموافق للمطبوع - (8 / 6) 6680 - عَنِ النَّوَّاسِ بْنِ سَمْعَانَ الأَنْصَارِىِّ قَالَ سَأَلْتُ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- عَنِ الْبِرِّ وَالإِثْمِ فَقَالَ « الْبِرُّ حُسْنُ الْخُلُقِ وَالإِثْمُ مَا حَاكَ فِى صَدْرِكَ وَكَرِهْتَ أَنْ يَطَّلِعَ عَلَيْهِ النَّاسُ ».
[4] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري - (8 / 30) 6094-عَنْ عَبْدِ اللهِ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ : إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إِلَى الْبِرِّ وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إِلَى الْجَنَّةِ وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يَكُونَ صِدِّيقًا وَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الْفُجُورِ وَإِنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إِلَى النَّارِ وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللهِ كَذَّابًا.
[5] وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ [المائدة : 2]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...