7 Ekim 2016 Cuma

Derdi olmayanın derdi


-Derdin var mı?
-Var.
Bu demektir ki sen varsın, varlığının farkındasın ve haliyle de derdin var.
Ya da oğlun var kızın var, torunların var… Onların derdi senin de derdin.
Oğlun kızın olmasaydı bu kez onu dert ederdin.
Onlar iyi ki varlar, lakin sen şükür bilmez, onu bunu dert edersin.
Ayağına taş değdi, canın acıdı, dert edersin. Ya ayağın olmasaydı, ayağına değen taşı hissetmeseydin… belki canın yanmayacaktı ama bu kez derdin daha büyük olacaktı.
Dertsiz kul yok vesselam.
İnsan bütün bunlara rağmen şükretmesini bilmeli.
Ahmet Abi, hanımının vefatına tekaddüm eden o zor günlerinde çocukların tahammülde zorlanmalarını gördüğünde onlara demiş ki: Oğlum, kızım! Gidin rastgelen bir apartmanın yukarıdan aşağı zillerini çalın ve deyin ki: Arkadaş, ben size derdimi anlatmaya sonra da sizin derdinizi dinlemeye geldim. Eğer üç kişiden ikisinin derdi sizinkini bastırmazsa gelin şöyle şöyle deyin… Yüce Allah yeminle “Elbette sizi türlü türlü belalarla… sınayacağız” buyurmuyor mu?
Hakikaten de öyle.
Adam canı burnuna gelmiş, derdini sizinle paylaşmaya gelmiş, bu vesile ile biraz hafifleyeceğini düşünmüş. Ama sizin ağzınız bir açılınca adam bütün derdini unutmuş ve sizin derdinizi dert edinmeye başlamış.
Böyle bir dünya ve böyle bir hayat işte.
Dertsiz adam olur mu?
Cuma sonrası sohbet sırasında Sadreddin Hoca anlatmıştı: Padişahın biri hastalanmış. Ne kadar doktor varsa hepsini saraya çağırmışlar, hiç kimse derdine derman olacak çareyi bulamamış. Sonunda bir hekim çıkagelmiş ve:
-Padişahım ben sizin derdinizin devasını biliyorum, demiş.
-Peki, ne?
-Hiç derdi olmayan birinin gömleğini giyeceksin, Allah’ın izniyle ifakat bulacak, iyileşeceksin.
Demiş:
-Bundan kolayı ne?
Hemen tellallar çıkarmış, ülkenin her yerinde askerler araştırmaya koyulmuş. İlk anda kolay gibi gözüken çare için insanlar seferber olmuşlar ama dertsiz diye başvurdukları kim varsa hepsi de dertli çıkıyormuş. Umutlarını kesecek iken bakmışlar bir evden güzel konuşmalar, tatlı tatlı gülüşler geliyor. Kapıyı çalmışlar içeri girmişler. Çok yoksul bir ev. Yaşlı bir kadın ve yaşlı bir adam güzel güzel sohbet ediyorlar, neşeleri yerinde. Demişler:
-Tamam bulduk. Yaşlılar:
-Hayırdır, derdiniz ne? diye sormuşlar. Askerler:
-Valla durum böyle iken böyle. Padişahımız hasta oldu, tek çaresi derdi olmayan birin gömleğini giydirmekmiş. Gördük ki siz çok neşelisiniz ve hiç derdiniz yok gibi gözüküyorsunuz. Ve de siz son umudumuzsunuz.
Askerlerin bu sözlerini duyunca yaşlı çift gülmeye başlamışlar ve:
-İyi de, bizim hiç gömleğimiz yok ki! demişler.
İşte böyle!
Bizim Toroslarda “Her kulunun bir derdi var, değirmencinin de su derdi” derlerdi.
Allah, altından kalkamayacağımız dertler vermesin. Derdi olmanın nimete biçilen bir fatura gibi olabileceğini de akledelim ve biraz olsun halimize şükredelim.
Beterin beteri vardır diyelim.
Allah’a sığınalım, işlerimizi O’na havale edelim. Hele O’nun işine sebep olur olmaz şeyi dert etmeye de kalkışmayalım.
Adam: “Bugün şöyle kaygısız bir uyku çekelim dedik, komşunun eşeği kuyruksuz kunnadı[1]!” demiş.
İyi de sana ne komşunun eşeğinin kuyruksun kunnamasından.
Her şeye ayar çekmek gibi bir işimiz mi var?
Bu kafa ile dert biter mi?
Ve ufüavvıdu emrî illallah.
Lâ havle velâ kuvvete illâ billah.
Allah yar ve yardımcımız olsun.
Dertlerimizin dermanını da lütfetsin.
Dua ile!
07.010.2016
GARİBCE




[1] Toroslar’da bizim oralarda eşek, at, it gibi eti yenmeyen hayvanların yavrulamasına “kunnamak” denir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...