30 Mayıs 2017 Salı

TAKVA: Cemal Tutkusu Celal Korkusu


Dinimizde temel kavramlardan biri “takva”dır. Dinî yaşantımızda yol alabilmemiz, inancımızı ve müslümanlığımızı sağlam bir zemine oturtabilmemiz, dinî kaynaklardan yararlanabilmemiz bizzat Kur’an’ın ifadesiyle mütteki yani takva sahibi olmamıza bağlıdır. Bu itibarla bu yazımızda kısaca takva kavramı üzerinde durmak istiyoruz.
Bu kelime “vikâye” kökündendir, sakınmak, korunmak anlamındadır. Tırnağı incelmiş hayvanın yürürken ayağını taştan sakınması anlamında kullanılmaktadır[1]. Daha sonra bu kelime Kur’an terminolojisi içinde, kök ile irtibatı sürdürülmekle birlikte yeni anlam kazanmış ve saf, temiz dindarlık[2], dini bütünlük, her an huzurda olma düşüncesinin kazandırdığı ilahî sorumluluk bilinci[3] anlamına gelir olmuştur.
Hz. Ömer, Übeyy’e “Takva nedir?” diye sorar. Übeyy: “Sen hiç dikenli yolda yürüdün mü?” der. O da: “Evet!” cevabını verir. “Peki, ne yapardın?” diye sorar. “Eteğimi çemrer ve dikkat ede ede yürürdüm” cevabını alınca, “İşte takvâ budur” der[4] ve bu benzetme ile takva terimini açıklamak ister.
Kur’an’da takva üç anlamda kullanılmıştır[5]: Birincisi ebedî azaptan korunmak için şirkten kaçınma[6], ikincisi büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrarlı olmaktan sakınma[7] ve üçüncüsü de “İttekûllâhe Hakk’a tükâtihî”[8] âyetinde olduğu gibi kalbi meşgul edici her şeyden uzak durarak, kalbi tamamen Allah’a teslim etme, orada O’ndan başkasına yer vermeme.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere takvânın iki boyutu vardır:
Birincisi, Allah’ın emirlerini mümkün mertebe yaparak onun rızasını kaybetmekten sakınmak, ikincisi de O’nun yasaklarından mutlak anlamda kaçınarak O’nun gazabına uğramaktan sakınmak[9].
Buna göre takvâ bir yönüyle cemal tutkusu, öbür yönüyle de celâl korkusudur. Bu itibarla, takvânın her ne kadar bazı âyetlerde “haşyetullah” yani Allah (c.c) korkusu anlamında tefsir edildiği[10] olmuşsa da, onu sırf korku boyutu ile ele almak ve sevgi boyutunu göz ardı etmek eksik bir tanımlama olur.
Nitekim bu iki boyut müttekîler için sonuç olarak belirtilen “felâh yani kurtuluş” kavramı için de aynısıyla geçerlidir; hem umulana nail, hem de korkulandan emin olma söz konusu olmadıkça gerçek anlamda “felâh” olmaz. Takvanın cemal boyutunda, her türlü güzellik işlenerek umulanlara erme; celâl boyutunda ise her türlü kötülüklerden uzak durularak korkulanlardan emin olma tecelli etmelidir. İşte o zaman gerçek anlamda kurtuluş ve saadet olacaktır.
Bu, iki kanatlı kuşun uçabilmesine benzer; tek kanatlı kuş uçamaz. Dolayısıyla sadece korku boyutu ile ya da sadece sevgi boyutu ile ilahî sorumluluk bilincine erişilemez, dengeli biçimde ikisi bir arada olmalıdır. Nefsin her türlü çirkefliklerden arındırılması sağlanırken, ruhun her türlü güzelliklerle bezenmesine çalışılmalıdır.
“Tırnağımıza taş değmesin” anlamında ilahî azabdan korunma olarak aldığımızda takvâ, nihaî amaç olmayıp, kurtuluş ve saadetimize vesile olur[11]. Bu vesileyi elde edebilme hem ahiret hem de dünya için bir dizi önlem almayı gerektirir.
Ahiret için ele aldığımızda takva, tevhid üzerine kurulu bir inanca sahip olma, imanı koruyucu ve derinleştirici ibadetler ve salih amellerde bulunma ve her türlü güzel ahlâkla bezenmeye çalışma gibi fiil şeklinde; şirkten, küfürden, her türlü ahlâksızlıklardan uzak durma gibi terk biçiminde bir hayat çizgisini sürdürmeyi gerektirir.
Takvânın yani kulluk bilincinin bir de davranışlarımızın dünyevî sonuçlarına dönük bir yönü vardır. Bu önemli kavramın bir veçhesini de ilahî dünya azabından sakınma çabası oluşturmaktadır.
Böyle bir sonuçtan kurtulma, her şeyden önce doğal ve sosyal nizamda geçerli olan ilahî yasaları (sünnetullah) tespit etmeyi, kurulu dengelerin bozulmaması için gerekli önlemleri almayı zorunlu kılar. Bu ise bütünüyle ihtisas ilimlerinin en üst düzeyde tahsil edilmesini, çevre, sağlık, güvenlik gibi her alanda yeterli bilinç ve donanıma ulaşmayı gerekli kılar. İşte o zaman insanlar topyekûn ilahî dünyevî azaptan korunmuş ve sonuçta da kurtulmuş olurlar[12]. Aksi takdirde ozon tabakasının delinmesi, dünyanın giderek ısınması, buzulların eriyip suların yükselmesi, ağaçlardan yoksun kalmış münbit toprakları yel süpürüp sel alması, dünyanın her gün biraz daha çölleşmesi gibi çevre, bulaşıcı, tedavisi imkânsız hastalıklar gibi sağlık, uyuşturucu bağımlılığı, terör, bir yanda açlık ve yetersiz beslenme, öbür tarafta aşırı tıkınma ve şişmanlık gibi insanlık adına utanç verici manzaralar, sosyal yaralar, renk, ırk, dil, coğrafya vb. gibi ayırımlar, masum insanları yok eden dünya savaşları, milletleri sömürüp yok eden emperyalizm… ve daha nice belâlar dünyevî anlamda takvâsızlığımızın sonucu olmaktadır.
Şu halde takvâ, dünya ve âhiret saadetinin, gerçek kurtuluşun (felâh) zorunlu şartı olmakta ve en üst bilinç düzeyi olarak biz müminlerden istenmektedir.
Hepimizin takva üzere olması temennilerimle…
Dua ile!
30.05.2017
GARİBCE






[1]              Keşşâf, I, 20.
[2]              Ateş, I, 99.
[3]              Esed, I, 4.
[4]              Kurtubî, I, 161.
[5]              Elmalılı, I, 169; Ateş, I, 99.
[6]              bk. Fetih 48/26.
إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا [الفتح/26]
[7]              bk. A‘râf 7/96.
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آَمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَلَكِنْ كَذَّبُوا فَأَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ [الأعراف/96]
[8]              Âl-İ İmrân 3/102.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ [آل عمران/102]
[9]              bk. Taberî, I, 232; İbn Kesîr, I, 61; Elmalılı, I, 169.
[10]             bk. Râzî, II, 20.
[11]             Elmalılı, I, 170.
[12]             Menâr, I, 125.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...