4 Haziran 2017 Pazar

Salla başı al maaşı! Kıl beşi bitir işi!



Bektaşiye demişler (Bizim Gayseri ağzıyla):
“Namaz gılan mı?”
“Gılan tabii gılman mı!” demiş, namazı soranın üstüne atmış, kendi üstüne bile alınmamış.
Bir de zikr-i daim muhabbeti var ya… Oh ne ala! Hem de gaymaklısından.
Yaygın dindarlık anlayışımıza gelince bunu en iyi anlatan öz deyişimiz:
Salla başı al maaşı! sözüdür.
Sen niye varsın? Seni ne için istihdam ederler? Ne yapman lazım? Nasıl yapman lazım? Nasıl bir çözüm üretmen lazım…? Bunların hiç önemi yok: Otur gösterilen yere, ne derlerse he de, salla başını, ay dolsun al maaşını… Oh ne ala!
Dünya işi böyle olanın ahiret işi farklı olacak değil ya!
Namazı kıldın mı?
-Kıldım!
-Orucu tuttun mu?
-Tuttum!
-Hacca umreye gittin mi?
-Gittim, hem de kaç defa!
-Fitremi bile verdim.
Neden kıldın, neden tuttun? Niye gittin?
Nasıl kıldın, nasıl tuttun? Nasıl gittin?
Dünyaya çalışan aynı kafamız ahiret için farklılaşacak değil ya! Hem onlar bozar bizi.
Bizimkisi: Kıl beşi bitir işi!
Müslüman olmak insan olmaklıktan geçer. İnsan olmayanın İslamlıkla ne işi olur?
Müslümanlık dünya ve ahiret ayrımı yapmaz. Hatta ahiret için özel bir arayış içine girmez. Çünkü dünya için çalışmasının eşzamanlı olarak ahret inşası olduğunu bilir. İslam’ın şartlarını İslam ile özdeş görmez, şartların bulunması meşrutun bulunmasını zaruri kılmaz. Ama şartlar olmadan da meşrut bulunmaz. Bu itibarla Müslümanın dünyasında şartlar olarak ibadetler de vardır, ama onun dünyası bunlarla sınırlı değildir. O Müslümanlığının inançlarını, onlardan kaynaklan bütün davranış ve eylemlerini ve bunların semeresi mahiyetindeki erdemlerini kuşattığını bilir. O yüzden salih amel denilince insanlığa yararlı  katkısız hizmet amaçlı  yapılmış her türlü faaliyeti anlar. Kaçırdığı ya da sildirdiği vergilere mukabil bir kuş yuvası gibi bir mescit yapmakla işin içinden çıkabileceğini asla düşünmez. Diktiği bir ağacın meyvesinden, gölgesinden, manzarasından, reçinesinden… istifade edildiği müddetçe kendisine sevap yazılacağını bilir. Ama bir ağacı keserken baskın bir maslahata sebep değilse vicdanı asla elvermez. Bir canlıya kıymaz, kıyamaz. Bir nesneyi yeri nere ise orada kullanmayı hikmet bilir ve asla israf etmez.
Hak hukuk onun bütün dünyasının mihverini oluşturur. Hakk’ın huzuruna onun bunun hakkı ile gelmeyi asla istemez.
Allah zengindir, O’nun ihtiyacı mı vardır, diye düşünmez. O’nun benden istediklerine benim ihtiyacım vardır, nazarıyla bakar.
Nasıl olsa devlet zengindir, diye vergi kaçıranla, Allah zengindir diye Allah haklarından olan zekatı kaçırmanın doğası itibariyle hiçbir farkı yoktur. Zekatın Allah hakkı olması kamu hakkı olması anlamındadır. Vergi de öyle. Devlet malını çalma halinde hırsızlık cezasını uygulamayanlar ve buna da çünkü onun da devletin malında hakkı vardır şeklinde bir anlayışı dillendirenler bilerek bilmeyerek tüyü bitmemiş yetimin hakkı da olan devlet mallarını yağmalamaya, zimmete, irtikâba kapı aralamış olurlar. Arka planında böyle bir anlayışla beslenen “Benim memurum da işini bilmez mi?!” O da bilir elbet. Haliyle çalar, çırpar, tırtıklar… Bal tutmakta olan parmağını yalar…
Yahu yalasın yalasın hoş da bari ballı parmağını yalasın, kovanı yağmalamasın.
Salla başını al maaşını!
Kıl beşini bitir işini!
Bana aynı kafanın benzer iki sürümü gibi geliyor.
Müslümanlık tevhidi emreder, ne itikatta ne de davranış dünyamızda başka ortaklara alan ayırmamızı asla kabul etmez. Müslümanın özeli Allah’a, geneli genele ait değildir. Müslümanın özeldeki ilke, esas ve ölçütleri genelindeki ilke, esas ve ölçütlerden ayrı gayrı değildir. Allah âlemlerin Rabbidir. Din gününün maliki olduğu gibi orayı kazanacağımız bugünün de Rabbidir.
Doğru olun, verdiğiniz sözlere vefa gösterin… diyorsa bu başkalarıyla yaptığınız muamelelerde de aynısıyla geçerlidir. İnsanları aldatmayın diyorsa bu aynısıyla her alanı ve herkesi şamildir. “Ümmîlerin bizim üzerimizde ne hak ve hukuku olurmuş ki!” diyen müşrik zihniyeti ile hep kendi çıkarlarımıza olacak şekilde davranıp, yaptığımız işlerde, sözleşmelerde insanları kandırmayı, aldatmayı bir zeka eseri görüp her daim bunu yapıyor ve yapmaya devam ediyorsak bu münafıkların Allah’ı ve peygamberi aldattıklarını düşünmeleri gibi değil midir? O tavırdan farkı nedir?
Herkese hakkını verin! Hatta Sezar’ın hakkını bile verin. Fakat Sezar’ın hakkını Sezar’ın kendisi belirlemeye kalkışmasın. Hak hukukun evrensel, aşkın, fıtrat yasalarına uygun ölçütleri vardır. Kimin ne hakkı olduğunu işte bu ölçütler belirlesin.
Ne ahiretten ayrı bir dünya, ne dünyasız bir ahiret vardır.
Hak hukuk herkese karşı ve her alanda hürmetlidir, saygıyı ve riayeti gerektirir. Ne Allah ne de devlet bahane edilerek Hak hukuka kimse riayetsizlik edemez, böyle bir hakkı kendinde göremez.
Eski öğrencilerimizden Katılım Bankacılığı alanında uzmanlaşmış Abdullah Durmuş Hocamız geçen Feys’de bir yazı paylaşmıştı:
Hanefi mezhebinin en önde gelen müçtehid âlimlerinden ve İmam Ebu Hanife’nin öğrencisi İmam Muhammed’den meşhur şöyle bir anı nakledilir:
Hayatının son evrelerinde İmam Muhammed’e, şimdiye kadar hep fıkıh kitapları yazdığı belirtilerek, kendisinden, biraz da insanları zühd ve takvaya götürecek bir şeyler kaleme alması talep edilir.
İmam Muhammed (rh.a.) ise onlara, “Alış verişlerle ilgili fıkıh hükümlerini içeren kitabı yazdım ya yetmez mi?!” şeklindeki mânidâr cevabı verir.
İşte bu!
Alış verişiniz ve diğer tüm muameleleriniz insanlığa zaid olması gereken İslam ahkâmına uyuyorsa siz gerçek anlamda dindar, zahid ve takva sahibisiniz, isterse eliniz deste deste para saymakta olsun.
Yeter ki işinizdeyken gözünüz hep oynaşta olsun.
Dua ile!
04.06.2017

GARİBCE 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...