3 Nisan 2019 Çarşamba

Vahyin Işığı ve İnsan İlişkisi



“İnsanlar, vahyi ve ilahî hidayeti ya yok sayar oldular ya da ona gerekli değeri vermez oldular. Ne var ki insanlar bu noktaya da durup dururken gelmediler. Yani insanlığın yolunu aydınlatmak üzere insanlığa mal edilmiş ilahî hidayet meşalesi yollarını tam aydınlatıyorken bu iş böyle olmadı. İki sebep yüzünden oldu: Ya ışık zayıfladı, aydınlatamaz hale geldi, ya da ışık göz aldı da bu halde iken insanlar etraflarını göremez oldular, ona sebep de ışığı attılar ya da ona sırtlarını çevirdiler.
Birincisi yani ışığın artık yeterince aydınlatamaz oluşu, kaynakla, asıl memba ile yeterince sıkı bir bağ kurulamamasının bir sonucu oldu. Lambanın sönmesi, bir gazın tükenmesi sonucu olur, iki fitil kısalır, gaza ulaşamaz hale gelir, lamba gene söner. Bizde bu ikincisi oldu. Fitilin yani bizdeki himmetlerin kısalmasını, biz madenin tükenmesine yorduk ve lamba göz göre göre sönmeye mahkum edildi. Fitili yenilemesini akledemedik. Şimdi  onun cezasını karanlıkta kalmakla çekiyoruz. 
İkincisi ise vahyin gözü alması şeklindeydi. Bir türlü tekvin ve teşri arasında denge kurmasını başaramayan bizler, bütün himmetleri ilahî olan vahye yönelttik, her şeyin cevabını, her derdin ilacını onda bildik ve onda aradık. Bizim de bir parçasını oluşturduğumuz tekvinin, asıl âyetler olduğunu unuttuk. Bütün himmetimizi vahye, yolumuzu aydınlatmak üzere elimize tutuşturulan nura, ışığa yöneltince, gözümüzü ona dikince o da tabiatı gereği gözümüzü aldı, kamaşan gözümüzle artık etrafımızda olup biteni göremez olduk, sonunda da onu ya tümden terketmek zorunda kaldık, ya da onun üzerine daha çok daha çok kapandık ve etrafımızda olan her şeyden koptuk, apayrı bir dünyanın yaratıkları olduk. Gerçek dünyada değil, dimağımızda oluşturduğumuz ve şekillendirdiğimiz mevhum bir dünyanın sanal ortamında sanal bir yaşantı sürdürmeye başladık. Yaşantımızın hangi tarihe tekabül ettiği umurumuzda bile değildi, zira bizim bu sanal dünyamızda ne tarih vardı, ne de bizden başka kimse. Artık tarih yazan özneler değildik, tarihin dışında kalmıştık.
Hz. Ömer’in kadınlar için söylediği sözü din için uyarlarsak yanlış bir şey söylemiş olmayız. Evet, “bu iş ne din ile oluyor ne de dinsiz”. Asıl olan hayat, hayata tat verecek olan da din olmalı. Hayat tekvine, tat verici de dine tekabül etmeli. Şimdi hayatımızı yaşayacağız, anlamlı olacak, lezzetli olacak, bir amacı bulunacak vb. Bir kimsenin yemek pişirmesi gibi. Neyi ne oranda katacağımız çok önemli. Ölçüyü kaçırdığımız zaman ne tat kalır, ne kıvam. Tuz yemeğe tat verir, ama ölçüsünde olunca. Bu tatlandırıcı bir şey diye, ne kadar çok atarsam yemek o kadar kıvamında ve tadında olur dersek, pişen yemek yemek olmaktan çıkar. Dinin, hayattaki yeri işte böyle olmalı, tam kıvam tutturacak ve yeteri kadar. Bizim tekvinden sarfı nazarla her şeyi dinde aramamızla, yemek yapacağız diye kazanın içine tuz doldurmamız arasında hiç fark yoktur. Şu da bir gerçek, tatsız da olsa tuzsuz aşa katlanılabilir, ama tuz doldurulmuş bir aşa asla…”
Valla, zamanla akıl başa düşüp yazmışız. Ana uysa da uymasa da!
Dua ile!
03.04.2019
GARİBCE


Etiketler: Vahyin ışığı. tekvin-teşri, Hz. Ömer, hidayet


1 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...