Kadın dedi Garibce adını andı
Köz oldu bak gene dili yandı
Kadın konusu yemek gibi değil, hani yiyince
doyarsın, yemek de biter.
Galiba daha çok sakız gibi; çiğne babam çiğne. Ne
bittiği var ne de biteceği. Kazandırdığı şey ne? Bir hiç. Çenemizin
yorulmasından gayrı bir fayda sağladığı yok. Bunu bile bile gene de sakız
çiğneriz. Ondan tuhaf bir haz alırız. Arada bir de şişirip patlattın mı, oh be!
Keyfine diyecek olmaz.
Garibce bunun kitabını yazdı. (Tesettür
Meselesinden Turban Sorununa, İz Yayıncılık, İstanbul 2007)
Garibce çeşitli vesilelerle pek çok yazı da yazdı.
Ve Garibce hâlâ yazıyor ve yazacağa da benziyor.
Galiba Garibce de sakız çiğnemeyi seviyor.
Efendim, bugünlerde Buharî ve Müslim’in üzerinde
ittifak etmiş oldukları hadisleri bir araya getirmiş olan ve zengin
dipnotlarıyla da açıklamalı olan Muhammed Fuâd Abdulbâkî’nin el-Lü’lü
ve’l-mercân (Beyrut 1986) adlı üç ciltlik kitabını kendime vird edindim onu
okuyorum. Üç ciltlik bu kitabı bitirmek üzereyim. “Amellerin en hayırlısı az da
olsa devamlı olandır” deniyor ya. Gerçekten de bu tür okumalar, az az ama
sürekli yağan yağmur gibi verimli de oluyor.
Diyeceksiniz ki “Garibce bu kitabı daha yeni mi
okuyor”? doğrusu biraz öyle. Daha önce de ondan istifade etmişliği oldu, ama
satır satır, notlar alarak okuması yeni oluyor.
Aldığım notlar arasında tabii ki kadın konusu da
var.
Az önce okurken bir hadis geldi. Kadının
uğursuzluğunda bahsediyordu. Buharî’ye baktım. Orada arka arkaya şu hadisler
var:
“Uğursuzluk ancak şu üç şeydedir: Kadın, at ve ev!”
Ama bir sonraki hadis ise şöyle: “Eğer bir şeyde
uğursuzluk var ise kadın, at ve evde olmalı!”[1]
el-Lü’lü ve’l-mercân sadece bu ikincisini almış.
Ben, bu iki hadis arasında sıhhat analizi
yapmayacağım.
Hadisler söz konusu olunca şunu bilmekte yarar
vardır: Aynı konuda benzer ama farklı hadisler ile karşılaştığımızda bunun
sebebini şöyle izah edebiliriz. Olay benzer şekilde tekrarlanmıştır ve dolayısıyla
Hz. Peygamber birinci olayda söylediği sözün bir benzerini ikinci olayda ama farklı
bir şekilde söylemiştir.
Ya da aynı olaya tanık olan raviler, daha sonra
olayı kendilerinden sonra gelenlere aktarırken kendi anladıklarını ve hata
bazen kendi yorumlarını katarak da nakletmişlerdir.
Bu ikinci ihtimal daha yaygın ve güçlüdür.
Bir kere hiçbir hadisin “Hz. Peygamber’in ağzından
çıktığı gibi” aktarılmış olduğunun garantisi yoktur. O yüzden gelenekte bir
âyet okunduğu zaman “Sadakallahu’l-azîm fîmâ kâl” denirken, Hz. Peygamber’e ait
bir hadis anıldığı zaman arkasından –eminim ki şimdiye kadar hutbelerde buna
tanık olmuşsunuzdur- “sadaka Rasûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl”
denilmektedir. Yani Kur’an ile ilgili “Allah hak buyurdu!” denirken hadis söz konusu olduğu zaman “Rasûlullah bu
sözünde ya da benzeri ifadesinde hak buyurmuştur!” denir.
İşte bu yüzden de Hadisler’le sahih bile olsalar
dilde istişhadda bulunulmaz. Yani bir kelimenin anlamı ve kullanımı konusunda
Arap şiirinden, Kur’an’dan, darb-ı mesellerden kanıt getirilir, ama hadislerden
getirilmez. Sözünü ettiğimiz yani tırnak içinde hadis diye nakledilen sözün
bizzat Hz. Peygamber‘in ağzından çıkmış olduğunun garantisi olmadığı gerçekliği
yüzünden, kendisi “Arapların en fasihi” ya da “Dât harfiyle konuşan kavmin en
fasihi” olmasına rağmen, onun sözleri dilde kanıt olarak kullanılmaz.
Meşhur hadislerin zaman içinde özellikle de
rıhleler (ilim/ hadis yolculukları) sonucu lafzında bir benzeşmeye gittiği ve
bir süreç dahilinde standartlaştığı erbabının malumudur.
Sahih hadislerin ilmî değeri “zan” ifade etmektir.
Bu da yüzde ellinin üzerinde ama yüzde yüz olmayan bir bilgi demektir. Bu
kadarı amel için yeterlidir, ancak yüzde yüzlük kesin bilgi gerektiren inanç
tesisi ve furu-ı fıkhın da genel esaslarını, ilke ve umdelerini belirlemek için
yeterli değildir. Bu alanda mütevatir ve istikra yöntemi (tümevarım) ile elde
edilen katî esaslara ihtiyaç vardır.
“Gene Garibce yoldan çıktı aldı başını gidiyor”
dediğinizi duyar gibiyim.
Sadede gelelim.
Şimdi bu iki hadis aynı şeyi mi söylüyor, yoksa
farklılık mı arz ediyor.
Birinci hadis, kesin bir biçimde kadın, at ve evde
uğursuzluk olduğunu söylüyor.
Ancak hemen şunu belirtmeli ki -velev ki böyle
anlaşılsa bile- uğursuzluğun bunların bizatihi kendilerinde değil, sebep
oldukları neticeler itibariyle öyle olduklarının ifade edildiği şarihler
tarafından da yorumlanıyor: Yani “kadın doğurmuyor ve bir eş olarak kendinden
beklenileni vermiyorsa, at cihad ve benzeri hayır hizmetlerinde kullanılmıyor
ise ve ev de dar olması, çürük olması, komşularının kötü olması gibi içinde yaşayan
kimseye saadet getirmiyorsa ko gitsin!” anlamında yorumlamak gerekiyor.
İkinci hadis ise çok daha farklı bir anlam içeriyor.
Bir kere uğursuzluk telakkisinin olmadığını, eğer olsaydı o takdirde bu
sayılanlarda olacağını ifade ediyor.
Nitekim Hz. Aişe, Ebu Hüreyre’nin de benzer şekilde
rivayette bulunduğu kendisine söylenince pek kızmış, onu yanlış anlamakla itham
etmiş ve Hz. Peygamber’in sözünde “Cahiliye döneminde olan bir olgudan
bahsettiğini” ifade etmiştir.[2]
Bu durumda, ikinci anlayış İslam’ın uğursuzluk
inancı karşısındaki genel telakkisine daha uygun düşüyor.
Garbce’nin kanaati odur ki bu ikinci anlamı beyan
için söylenmiş bu söz, birinci hadisin ravisi tarafından bir vakıa olarak
toplumda var olan kültürel bir gerçeklik penceresinden süzülerek o zatın kulaklarına, oradan zihninde mevut
olan algı doğrultusunda belleğinde yer etmiş ve zamanı gelince de gene aynı pencereden süzülerek dilinden
dökülmüş ve başkalarıyla paylaşılmıştır.
Yoksa Hz. Peygamber kadın, at ve evi özü itibariyle
neden uğursuzluk kaynağı saysın ki!
Mutluluğun bunlarsız pek olmayacağını herkes bilir
de Hz. Peygamber mi bilmez!
Kaldı ki Hz. Peygamber’in insanın mutluluğunda
bunların ne denli paylarının olduğuna dair pek çok beyanları vardır: “Bütün
dünya bir yana saliha bir kadın bir yana!”[3]
anlamına gelecek sözlerini burada hatırlatmak yeterlidir.
İmdi bu örnek de gösteriyor ki, bizdeki kadın
sorunsalı çok derindir, mudıldır. Kaynaklarda başlamaktadır. Bir de buna
yorumlar binince vay anam vay, vay ki ne
vay! Çık bakalım içinden artık nasıl çıkacaksan.
Çıkamasak bile bulunduğumuz yerle ilgili
farkındalık da bir artı durumdur. En azından, çöplükte köpeklerle sarmaş dolaş
olan sarhoşun kendini cennette huri gılman ile birlikte sanması gibi olmaktan
iyidir.
Çözüm mü dediniz?
Ha, ben de “zaman” dediniz sanmıştım.
Hem her şeyi Garibce çözecek değil ya!
Sarkıntılık yaptığı kadına mesaj vermek amacıyla
öpüp durduğu ve neden dendiğinde de “adı Muhammed de ondan!” dediği çocuğu
yerine, sokaktan tutulup getirilen eli yüzü kirli, sümüklü çocuğu öpmesi
istenen adam “Muhammed ümmeti yalnız ben miyim, onu da mübaşir öpsün!” demiş ya
hani.
Garibce de onu söylüyor.
Dua ile!
24.11.2013
GARİBCE
[1] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري - (4 / 35) 2858-
حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ ، أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، قَالَ
: أَخْبَرَنِي سَالِمُ بْنُ عَبْدِ اللهِ أَنَّ عَبْدَ اللهِ بْنَ عُمَرَ ، رَضِيَ
اللَّهُ عَنْهُمَا ، قَالَ : سَمِعْتُ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ إِنَّمَا
الشُّؤْمُ فِي ثَلاَثَةٍ فِي الْفَرَسِ وَالْمَرْأَةِ وَالدَّار.
2859- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللهِ
بْنُ مَسْلَمَةَ ، عَنْ مَالِكٍ ، عَنْ أَبِي حَازِمِ بْنِ دِينَارٍ عَنْ سَهْلِ بْنِ
سَعْدٍ السَّاعِدِيِّ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، أَنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه
وسلم قَالَ : إِنْ كَانَ فِي شَيْءٍ فَفِي الْمَرْأَةِ وَالْفَرَسِ وَالْمَسْكَنِ.
[2] وَقَدْ أَنْكَرَتْهُ
أُمُّ الْمُؤْمِنِينَ عَائِشَةُ - رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا - عِنْدَمَا سَمِعَتْهُ وَاعْتَبَرَتْهُ
مِنْ أَوْهَامِ رَاوِيهِ ، وَأَنَّهُ قَدْ أَخْطَأَ فِي رِوَايَتِهِ . فَقَدْ رَوَى
أَحْمَدُ أَنَّ رَجُلَيْنِ مِنْ بَنِي عَامِرٍ دَخَلا عَلَى عَائِشَةَ فَقَالا : إِنَّ
أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ : " الطِّيَرَةُ فِي الْفَرَسِ وَالْمَرْأَةِ وَالدَّارِ
" فَغَضِبَتْ غَضَبًا شَدِيدًا وَقَالَتْ : " مَا قَالَهُ " . وَإِنَّمَا
قَالَ : < إِنَّ أَهْلَ الْجَاهِلِيَّةِ كَانُوا يَتَطَيَّرُونَ مِنْ ذَلِكَ
> .الموسوعة الفقهية: 25/331
[3] صحيح مسلم ـ
مشكول وموافق للمطبوع - (4 / 178) 3716 - عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- قَالَ « الدُّنْيَا
مَتَاعٌ وَخَيْرُ مَتَاعِ الدُّنْيَا الْمَرْأَةُ الصَّالِحَةُ ».
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder