Ensar’ın en önde gelen temsilcilerinden (nakîb)
biri olan ve Bedir’de de hazır bulunan Ubâde b. es-Sâmit Akabe’de bey’at
gecesini anlatıyor:
Hz. Peygamber, etrafında ashabı var iken şöyle
dedi: “Bana şu şartlara uyacağınıza dair bey’at edin:
-Allah’a asla hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
-Hırsızlık yapmayacaksınız.
-Zina etmeyeceksiniz.
-Çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz.
-Asılsız yere iftirada bulunmayacaksınız.
-Marûf olan
bir hususta itaatsizlik etmeyeceksiniz.
İmdi, her kim bu şartları yerine getirirse, onun
ecrini Allah verecektir. Kim söz verdiği bu şeylerden bir şeyler işler ve
cezasını da bu dünyada çekerse, bu onun için bir kefaret olur. Ama işlediği şeyi Allah örter de bu dünyada
iken cezasını çekmezse artık onun durumu Allah’a kalmıştır. Allah dilerse affeder, dilerse cezalandırır.”
Biz işte bu şartlar üzerine ona bey’at ettik.[1]
Bu bey’atta zikredilen şartlar aynısıyla Mümtahine
suresinde mümin oldukları iddiasıyla Mekke’den kaçarak Medine’ye gelen kadınların
sınanması ve mümin oldukları anlaşılınca da kendilerinden bey’at alınması
konusunda inen ayetlerde de zikredilmektedir[2].
Bu itibarla Akabe’de yapılan bey’atlara “Bey’atu’n-nisâ
= Kadın bey’atı” denilmektedir. Bunun sebebi de kadınlardan alınan bey’atlar
gibi onlarda da cihad şartı olmamasıdır.
Tarihi seyri dikkate aldığımızda Hz. Peygamber’in
kendi bağlılarından aldığı ilk söz (bey’at) hicret olmaktadır. Badiye’de
yaşayanlar hariç olmak üzere Müslüman olduğunu ileri süren herkesten Medine’ye
hicret etmesi bir iman şartı olarak ileri sürülmüştür[3].
Sadece müstad’af[4]
denilen ve imkânı bulunmayanlar bir anlamda çaresizlik sebebiyle hicretten muaf
tutulmuşlardır. Amca Abbâs gibi istihbarat amaçlı orada tutulanlar da bundan
istisnadır.
Ne zaman ki hicret siyaseti ile İslam’ın devlete
giden yolu açılmış ve Yesrib artık Medinetü’n-Nebî olmuş ve örgütlü olmanın
kazandırdığı güçle sayıca az (1500) olmalarına rağmen on bin nüfuslu Yesrib’de inisiyatifi
elde etmişler ve bir arada yaşama projesini hayata geçirmişler, belli bir yerde
temerküz etmiş bir güç oluşturmuşlar, cihada işte ondan sonra izin verilmiştir.
Fetihle birlikte amaç gerçekleşip, tümüyle Hicaz
İslam’ın harimi halini alınca Hicret’e artık gerek kalmamış ve bundan sonra alınan
bey’atler cihad, niyet ve İslâm üzere olmuştur.[5]
Buna göre Fetih öncesi hicretin iki yönü vardı:
Birincisi din ve vicdan özgürlüğü tanınmayan, devamlı baskı, takip ve işkence altında
bulunan bir yerden terk-i diyar ile din özgürlüğünün temin edilmiş olduğu yere
kaçmak ya da sığınmak. Mesela daha önceden Habeşistan’a gerçekleştirilen hicretler
böyle idi.
İkincisi de birinci amacın yanında Müslümanların güç
birliğine imkan verecek biçimde, özellikle Medine’de toplanmak. Cihadın
başlatılabilmesi ve Feth-i Mübîn’in gerçekleşebilmesi bu şarta bağlı idi.
Nitekim öyle de oldu.
Ne zaman ki Fetih gerçekleşti, hicret siyaseti de
işlevini tamamladı.
Elbette bu anlatılan İslam’ın doğuşuna tekabül eden
yıllarda böyle idi. Fetih sonrası aynı zamanda dinî bir statü de olan
Muhacirlik, herkese bir paye olarak dağıtılacak kadar ucuz da değildi.
Mallarını ve canlarını Allah’a satmış bu ufuk insanların ancak bir özelliği
idi. Bundan sonra kazanmak isteyen artık
hicretle değil, cihadla ve İslam adına ortaya koymuş olduğu yapıp ettikleriyle,
niyetiyle ve ahlakî erdemleriyle kazanmış olacaktı.
Ama zaman geçecek, din ve vicdan özgürlüğü üzerinde
yeniden dayanılmaz baskılar yaşanabilecek, bu durumda Hicret’in kapısı yeniden
açılabilecekti. Nitekim de öyle olmuştur. Avrupa içlerine kadar
gerçekleştirilen fetihlerin arkasından, oralara yerleştirilen evlad-ı
fatihandan birçokları yeniden hicrete mecbur kalmışlar ve özellikle Türkiye’ye
sığınmışlardır. Rus mezaliminden kaçanlar keza muhaceretle hayata tutunmaya
çalışmışlardır. Endülüs Müslümanlarının dramı herkes tarafından bilinmektedir.
Acı da olsa bir gerçeklik olarak bu böyledir.
Nitekim Hz. Peygamber de cihad ve savaş devam ettiği sürece bu türden
muhaceretlerin olacağını bildirmiştir.[6]
Yazıyı bitirirken şuna da değinmekte yarar vardır:
Hicret bir anlamda Allah’a kaçıştır. Bu itibarla şu da bilinmelidir ki Allah’a kaçışın en önemli bir şekli de O’nun yasak ettikleri şeyleri terk ederek emirlerine yönelmek, rızasını kazanmaya çalışmak, gazabından rahmetine sığınmaktır. Eğer bu yapılırsa “Kişi öz yurdunda bile ölse hicret etmiş gibi sevap alır” diyor sevgili Hz. Peygamber.[7]
Hicret bir anlamda Allah’a kaçıştır. Bu itibarla şu da bilinmelidir ki Allah’a kaçışın en önemli bir şekli de O’nun yasak ettikleri şeyleri terk ederek emirlerine yönelmek, rızasını kazanmaya çalışmak, gazabından rahmetine sığınmaktır. Eğer bu yapılırsa “Kişi öz yurdunda bile ölse hicret etmiş gibi sevap alır” diyor sevgili Hz. Peygamber.[7]
Muhacirler çok şey yaptı.
Ensar onlara kucak açtı.
Bize ise güzellikle onların yolunda yol almak
kaldı.
Yolu bulmak, yolda daim olmak dualarımızla!
04.11.2013
GARİBCE
[1] صحيح البخاري
ـ حسب ترقيم فتح الباري - (1 / 11) أَنَّ عُبَادَةَ بْنَ الصَّامِتِ رَضِيَ اللَّهُ
عَنْهُ وَكَانَ شَهِدَ بَدْرًا وَهُوَ أَحَدُ النُّقَبَاءِ لَيْلَةَ العَقَبَةِ: أَنَّ
رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ، وَحَوْلَهُ عِصَابَةٌ مِنْ
أَصْحَابِهِ: " بَايِعُونِي عَلَى أَنْ لاَ تُشْرِكُوا بِاللَّهِ شَيْئًا، وَلاَ
تَسْرِقُوا، وَلاَ تَزْنُوا، وَلاَ تَقْتُلُوا أَوْلاَدَكُمْ، وَلاَ تَأْتُوا بِبُهْتَانٍ
تَفْتَرُونَهُ بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَأَرْجُلِكُمْ، وَلاَ تَعْصُوا فِي مَعْرُوفٍ، فَمَنْ
وَفَى مِنْكُمْ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ، وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا فَعُوقِبَ
فِي الدُّنْيَا فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُ، وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا ثُمَّ
سَتَرَهُ اللَّهُ فَهُوَ إِلَى اللَّهِ، إِنْ شَاءَ عَفَا عَنْهُ وَإِنْ شَاءَ عَاقَبَهُ
" فَبَايَعْنَاهُ عَلَى ذَلِكَ.
[2] يَا أَيُّهَا
النَّبِيُّ إِذَا جَاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلَى أَنْ لَا يُشْرِكْنَ
بِاللَّهِ شَيْئًا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْنِينَ وَلَا يَقْتُلْنَ أَوْلَادَهُنَّ
وَلَا يَأْتِينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَرِينَهُ بَيْنَ أَيْدِيهِنَّ وَأَرْجُلِهِنَّ وَلَا
يَعْصِينَكَ فِي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ
غَفُورٌ رَحِيمٌ [الممتحنة : 12]
[4] إِنَّ الَّذِينَ
تَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُوا فِيمَ كُنْتُمْ قَالُوا
كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الْأَرْضِ قَالُوا أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةً
فَتُهَاجِرُوا فِيهَا فَأُولَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءَتْ مَصِيرًا (97) إِلَّا
الْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَطِيعُونَ
حِيلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَبِيلًا (98) [النساء]
وَمَا
لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ
وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ
الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا وَاجْعَلْ
لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيرًا [النساء : 75]
[5] صحيح البخاري - (ج 10 / ص
120) عَنْ مُجَاشِعٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ أَتَيْتُ
النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَا وَأَخِي فَقُلْتُ بَايِعْنَا عَلَى
الْهِجْرَةِ فَقَالَ مَضَتْ الْهِجْرَةُ لِأَهْلِهَا فَقُلْتُ عَلَامَ تُبَايِعُنَا
قَالَ عَلَى الْإِسْلَامِ وَالْجِهَادِ
صحيح البخاري - (ج 12 / ص 289) عَنْ
عَطَاءِ بْنِ أَبِي رَبَاحٍ قَالَ زُرْتُ عَائِشَةَ مَعَ عُبَيْدِ بْنِ عُمَيْرٍ اللَّيْثِيِّ فَسَأَلْنَاهَا
عَنْ الْهِجْرَةِ فَقَالَتْ لَا هِجْرَةَ الْيَوْمَ كَانَ الْمُؤْمِنُونَ يَفِرُّ
أَحَدُهُمْ بِدِينِهِ إِلَى اللَّهِ تَعَالَى وَإِلَى رَسُولِهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ مَخَافَةَ أَنْ يُفْتَنَ عَلَيْهِ فَأَمَّا الْيَوْمَ فَقَدْ أَظْهَرَ اللَّهُ
الْإِسْلَامَ وَالْيَوْمَ يَعْبُدُ رَبَّهُ حَيْثُ شَاءَ وَلَكِنْ جِهَادٌ وَنِيَّةٌ.
[6] مسند أحمد
- (ج 4 / ص 93)عَنِ ابْنِ السَّعْدِيِّ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ
لَا تَنْقَطِعُ الْهِجْرَةُ مَا دَامَ الْعَدُوُّ يُقَاتَلُ
مسند
أحمد - (ج 33 / ص 383) عَنْ أَبِي الْخَيْرِ أَنَّ جُنَادَةَ بْنَ أَبِي
أُمَيَّةَ حَدَّثَهُ أَنَّ رِجَالًا مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ بَعْضُهُمْ إِنَّ الْهِجْرَةَ قَدْ انْقَطَعَتْ فَاخْتَلَفُوا
فِي ذَلِكَ قَالَ فَانْطَلَقْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أُنَاسًا يَقُولُونَ إِنَّ الْهِجْرَةَ قَدْ انْقَطَعَتْ
فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ الْهِجْرَةَ لَا
تَنْقَطِعُ مَا كَانَ الْجِهَادُ
[7] مسند أحمد
- (ج 14 / ص 336) عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو قَالَ جَاءَ أَعْرَابِيٌّ عَلَوِيٌّ
جَرِيءٌ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ
اللَّهِ أَخْبِرْنَا عَنْ الْهِجْرَةِ إِلَيْكَ أَيْنَمَا كُنْتَ أَوْ لِقَوْمٍ خَاصَّةً
أَمْ إِلَى أَرْضٍ مَعْلُومَةٍ أَمْ إِذَا مُتَّ انْقَطَعَتْ قَالَ فَسَكَتَ عَنْهُ
يَسِيرًا ثُمَّ قَالَ أَيْنَ السَّائِلُ قَالَ هَا هُوَ ذَا يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ
الْهِجْرَةُ أَنْ تَهْجُرَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَتُقِيمَ
الصَّلَاةَ وَتُؤْتِيَ الزَّكَاةَ ثُمَّ أَنْتَ مُهَاجِرٌ وَإِنْ مُتَّ بِالْحَضَرِ
1 Muharrem'de okunması büyük bir anlam ifade eder..
YanıtlaSil