29 Mayıs 2017 Pazartesi

KUR’AN’IN MÜTTEKÎLER İÇİN HİDAYET OLUŞU


Yüce kitabımız Kur’an, Allah (c.c) katından olması hasebiyle birçok özelliğe sahiptir. Ancak onun temel niteliği bizzat kendisi tarafından “Hüdâ” olarak belirtilmektedir. Masdar olan bu kelime amaçlanan yere ulaştırıcı şekilde yol gösterme, doğru yola iletme, irşad etme, rehberlik yapma gibi anlamlara gelmektedir.
Evet, Kur’an hidayettir, doğru yolu gösterir, ancak bunun özellikle “müttekîler” için olduğu vurgulanmaktadır.
Hüdâ’nın “Nûr” anlamında olduğu da bilinmektedir. Kur’an’ın nûr yani ışık olması, aydınlatıcı olmasındandır. Bunun müttekîler için olduğunun belirtilmesi onun kullanımı itibariyle olacaktır. Onu, önünü aydınlatmak için kullanan yararlanabilecek, arkasına atan, yahut normalden fazla yakın olan yararlanamayacaktır. Onun rehber, delil olması anlamı daha da yerindedir. Çünkü delil, ancak işlevsel kılmakla delillik yapar, aksi halde hiç kimseyi durup dururken amaca ulaştırmaz. Kullanılmayan harita, pusula yol göstermez. Bu takdirde müttekîlerin zikredilmiş olması daha da anlamlı olur.
Büyük İslâm bilginlerinden Kurtubî, hidayeti iki kısma ayırır[1]: Birincisi, açıklama, yol gösterme hidayeti. Bu konuda Kur’an inanan inanmayan herkes için aynı konumdadır. Nitekim “Ve likülli kavmin hâdî = Her toplumun bir yol göstericisi vardır”[2]; “Ve inneke letehdî… = Şüphesiz sen dosdoğru yolu göstermektesin”[3] gibi âyetlerde hidayet kelimesi bu anlamda kullanılmıştır.
Hidayetin ikinci kısmı ise amaca ulaştırma, başarıya erdirme hidayetidir. “İnneke lâ tehdî men ahbebte… = Sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah, dilediğini doğru yola eriştirir”[4] âyetinde de bu ikinci anlamda kullanılmıştır.
Kur’an’ın açıklama, yol gösterme anlamında müttekîler için hidayet oluşu, mü’min olan ve zaten doğru yolda bulunanların “ihdinâ’s-sırâta’l-müstekîm= Bizi doğru yola ilet” duasında olduğu gibi, ya da bizdeki “ölü öldüğü zaman” gibi ifadelerde görüldüğü şekilde kullanılmış ve Kur’an’ın tüm insanlar için hidayet olduğu ve onun bu hidayetini kabul edenlerin müttekî olacakları ifade edilmiş olur.
Kur’an’ın ışık (nûr), rahmet, hidayet olduğu konusunda hiçbir kuşku yoktur. Ancak onun bu özelliği tek başına yeterli değildir. İnsanın da buna yetenekli olması ve bu yeteneğini Kur’an’ın ışığında, onun aydınlattığı yolda kullanması ve gösterilen hedefe ulaştırıcı bir biçimde yol alması gerekmektedir. Nitekim bu gerçeği âyetlerde apaçık bir şekilde görmekteyiz:
“Kur’an’dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır”[5].
“Bir sure inince, aralarında “Bu, hanginizin imanını artırdı?” diyen ikiyüzlüler vardır. İnananların ise imanını artırmıştır; onlar birbirlerine bunu müjdelemek isterler. Kalblerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik katmıştır; onlar kâfir olarak ölmüşlerdir”[6].
Bu durumu Hz. Peygamber de şöyle açıklar: “Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim bol yağmura benzer; düşen toprağın bir kısmı münbittir, suyu kabul eder ve her türlü bitkiyi, yeşil otları bitirir. Bir kısmı ise çoraktır, bir şey bitirmez ama suyu tutar dibine geçirmez, Allah insanları o toprağın tuttuğu sulardan yararlandırır; içerler, hayvanlarını ve ekinlerini sularlar. Bir kısmı daha vardır ki zemin yalçın ve kaypaktır ne su tutar ne de bir şey bitirir…”[7]
 Görüldüğü gibi Kur’an yağmur gibidir; kiminin ekinini büyütür, kiminin de dikenini. İnananlar için nur, şifa ve rahmet olmasına karşın, birçok âyette ifade buyrulduğu üzere inanmayanların, münafıkların kalplerine kilit, kulaklarında ağırlık, gözlerinde körlüktür[8]. Bu halde Kur’an’ın onlara fayda vermesi, ilahî hidayet olarak yollarını aydınlatıp Allah’ın hoşnutluğunu kazanacakları yere ulaştırılmaları mümkün değildir.
Öyle gözüküyor ki, sapıklığa düşmemizde de, doğru yola ermemizde de ilk hamle bizden bekleniyor. İnsan olarak bizim katkımız olmadan Yüce Allah bizim kaderimizi belirlemiyor. Rabbimizden, Kur’an’ı bizim için nur, şifa, rahmet ve hidayet kılması niyazlarımızla siz değerli okuyucularımıza sağlık ve esenlikler diliyorum.
Dua ile!
29.5.2017
GARİBCE




[1]              Kurtubî, I, 160; Elmalılı, I, 167. el-Isbahanî, hidayetin ayrıca iki şeklinden daha bahseder (bk. Müfredât, 538).
[2]              Ra‘d 13/7  وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ   
[3]              Şûrâ 42/52.  وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
[4]              Kasas 28/56.  إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
[5]              İsrâ 17/82  وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآَنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ وَلَا يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إِلَّا خَسَارًا]
[6]              Tevbe 9/124-125
وَإِذَا مَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آَمَنُوا فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ (124)  َأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ  [التوبة 125]
[7]              Buharî, İlim, 20.
عَنْ أَبِي مُوسَى عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَثَلُ مَا بَعَثَنِي اللَّهُ بِهِ مِنْ الْهُدَى وَالْعِلْمِ كَمَثَلِ الْغَيْثِ الْكَثِيرِ أَصَابَ أَرْضًا فَكَانَ مِنْهَا نَقِيَّةٌ قَبِلَتْ الْمَاءَ فَأَنْبَتَتْ الْكَلَأَ وَالْعُشْبَ الْكَثِيرَ وَكَانَتْ مِنْهَا أَجَادِبُ أَمْسَكَتْ الْمَاءَ فَنَفَعَ اللَّهُ بِهَا النَّاسَ فَشَرِبُوا وَسَقَوْا وَزَرَعُوا وَأَصَابَتْ مِنْهَا طَائِفَةً أُخْرَى إِنَّمَا هِيَ قِيعَانٌ لَا تُمْسِكُ مَاءً وَلَا تُنْبِتُ كَلَأً فَذَلِكَ مَثَلُ مَنْ فَقُهَ فِي دِينِ اللَّهِ وَنَفَعَهُ مَا بَعَثَنِي اللَّهُ بِهِ فَعَلِمَ وَعَلَّمَ وَمَثَلُ مَنْ لَمْ يَرْفَعْ بِذَلِكَ رَأْسًا وَلَمْ يَقْبَلْ هُدَى اللَّهِ الَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ.
[8]              En‘âm 6/25; İsrâ 17/46; Kehf 18/57; Lokman 31/7; Fussilet 41/5, 44.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آَذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ آَيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا حَتَّى إِذَا جَاءُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ [الأنعام/25]
وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آَذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْآَنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلَى أَدْبَارِهِمْ نُفُورًا [الإسراء/46]
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآَيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آَذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِنْ تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى فَلَنْ يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا  [الكهف/57]
وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آَيَاتُنَا وَلَّى مُسْتَكْبِرًا كَأَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَأَنَّ فِي أُذُنَيْهِ وَقْرًا فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ [لقمان/7]
وَقَالُوا قُلُوبُنَا فِي أَكِنَّةٍ مِمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ وَفِي آَذَانِنَا وَقْرٌ وَمِنْ بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ إِنَّنَا عَامِلُونَ [فصلت/5]
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآَنًا أَعْجَمِيًّا لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آَيَاتُهُ أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آَمَنُوا هُدًى وَشِفَاءٌ وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آَذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى أُولَئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَعِيدٍ [فصلت/44]


1 yorum:

  1. Yine çok güzel bir yazı olmuş Mehmet Hocam, yüce Mevlâ razı olsun.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...