16 Temmuz 2017 Pazar

Ula Dursun! Niye evlenmeyesun!?


Belli bir yaşa gelmiş hem işi hem aşı olan mezun öğrencimize Dursun’a takılıyorum.
“Yahu Dursun! Bak senin hem işin var, hem aşın var, orta boyunla yakışıklı da sayılırsın. Sesin de güzel. Hani bizim meslekte “Seda ilmin yarısı” sayılır.  Eee! O zaman neden hala bir eşin yok. Biliyorsun bizim örfte bir insanın on tane evi olsa eşi olmasa ona “evli” demezler. Ama evi olmasa bir tane kendine eş bulsa evsizliğine bakmazlar ona “evli” derler.
-Dursun! Yoksa senin şöyle şöyle uçuk şartların mı var? Hani bir öğrenci hocasına demiş. Hocam bana bir kız bul, boyu selvi gibi uzun olsun, ay yüzlü, ceylan gözlü olsun, endamı güzel olsun, bakışı işveli, yürüyüşü cilveli olsun. Hocam babası da zengin olsun… Hızını alamamış “–Ha! Hocam!” demiş “ve de zarif olsun, zarif…”
Hocanın adı da Arif, tepesi atmış: “Köpoğlu öyle birini bulsa onu kendine alırdı Arif!” demiş.
Bizim Dursun, “Yok be, Hocam!” dedi. “Benim öyle özel bir şartım yok lakin özel durumum var. Annem ve kardeşlerim ile ben ilgileniyorum. Kız kardeşim yanımda.  Bekâr erkek kardeşim ise tarih bölümünden yeni mezun oldu. Bu durumu karşı taraflar genelde sıkıntı yapıyorlar. Dubleks ev gibi alternatifler düşünebiliyorum sadece… Öyle olunca da olmuyor işte!”
İçim yanıyor ve “Ah be kuzum! Bu yiğitliğinle, bu fedakârlığınla, kadirnaslığınla sana gelmeyen kız varsın hiç gelmesin. Küçücükken ölen babanın ardından nice çilelerle kendisini büyüten anneye sahip çıkmak ve “Onlar beni nasıl küçükken büyüttülerse Sen de şimdi onları merhamet kanatlarının altına al!” buyruğu fehvasınca, anneye kol kanat germek, kardeşlerin sorumluluğunu üstlenmek ve onları büyütüp hayata hazırlamak gerçek anlamda yiğitlik değil mi?...
“Öyle ama…!” diyor Dursun, sanki artık kader böyle imiş gibi  “Günümüzde kızlar bu şartlara pek sıcak bakmıyorlar hocam!” diye iç çekiyor. Ve ekliyor:
“-Hocam! Annem çok sıkıntı çekti. Ben hayatta olduğum sürece sıkıntı çeksin istemiyorum. Meğerki bekâr kalsam bile. Annem de üzülüyor ama o Anadolu insanı işin diğer tarafını pek akıl edemiyor…”
İşte bir öykü. Hayatın içinden ve capcanlı…
Öbür tarafta da evlenemeyen pek çok kızımız var. Birçoğu doğurganlık yaşını tamamlamış halde… Onlar da artık bu durumu kader olarak görmeye başlamış halde.
Özgürlük diye diye bize vadettikleri bir serap uğruna ne faturalar ödedik ve hala ödemekteyiz ve de bu gidişle daha çoook ödeyeceğe benziyoruz.
Özgürlüğü biz hep heva ve heveslerimizin zebunu olmayı anladık, iradî olarak bir şeyler yapabilmenin imkânı olarak görmedik. Mutluluğu paylaşmada, diğerkâmlıkta değil bencillikte ve tüketimde aradık. Ve tabii bulamadık. Çünkü aradığımız yerde mutluluk yoktu.
Mutluluk yuvadaydı, mutluluk paylaşmada idi, mutluluk sevdiklerimize adanmışlıkta idi, sevdiklerimizin uğrunda yorulmaktaydı, en az almak kadar vermekti. Ailenin çilesi mürüvvetti. Evlilik bir tür kulluk kölelikti.
Allah da bizi zaten kul olalım diye yaratmıştı.
Dua ile!
16.07.2017
GARİBCE 

2 yorum:

  1. Hüseyin Erdoğan: Derslik ve ibretlik kitap dolusu bir yazı...
    Ifade ise hem sıcak hem de müşfik...

    İbrahim Tüfekçi: Okudum hocam. Maalesef kızlarımızın evlenememeleri sosyal bir trajedi. Çok üzüntü verici. Allah yardımcıları olsun.

    YanıtlaSil
  2. Sosyologlarimiz, sosyalpsikologlarimizin bu konulara eğilmesi gerekmez mi? Neden böyle?

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...