13 Şubat 2016 Cumartesi

Ünyeli Hacer’den Dr. Hacer’e!



Mehmet Şeker 30 Mart 2001 tarihli Yeni Şafak’taki yazısında şöyle demiş:
“Öte yandan Ünye'den sevgili kardeşimiz Hacer Kontbay, "Beni unutmayın" diyor. Arada bir internetten bahsetmemizi yadırgadığını belirtiyor. Evinde bilgisayar olmadığını, taşrada 'internet cafe'ye gidemediğini ve başörtülü olduğu için okula da devam edemediğini yazıyor mektubunda.
Fakat bu durumun azmini daha çok arttırdığı anlaşılıyor. "Benim ismimi bir kenara yazın, aklınızda bulunsun; göreceksiniz ileride büyük işler başaracağım. Kimse beni engelleyemeyecek."
Ünyeli Hacer'i unutmayın. Bir gün karşınıza çıkıp "işte o benim" dediğinde şaşırmamak için…”
Doğrusu bugün o öngörünün sahibesi ile beşe karşı bir şeklinde karşılaştık. Yalnız Ünyeli Hacer olarak değil. Bizim Hacer olarak.
Şaşırmak mı? Doğrusu hiç de şaşırmadık.
O, Ünyeli Hacer olarak karşımıza çıkıp de “işte o benim!” de demedi. Buna mukabil demir leblebi gibi bir tez önümüze koydu. Debûsî’nin usulü üzerine yaptığı çalışma ile karşımıza çıktı. Türklerin atayurdu Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan Hanefiliğin en etkin usulcüsünü ve kendinden sonraki etkisini bize sundu.
Şaşırmadık dedim. Çünkü Hacer bizim için bildik biriydi, o bizim Hacerdi. Talebeliği  bize nasip olmuş, bizim elimizden geçmiş ve daha o günlerden yakinen tanımış ve kendisine nice ümitler bağlamıştık. Adam olacak çocuk yürüyüşünden belli olurmuş ya, hoca olacak kimse de talebeliğinden belli olur.
Bugün tezini savunması esnasında da ayrıca heyecandan azade, kendinden emin bir halde gösterdiği üstün başarı ile göğsümüzü kabarttı.
Kendisini ve her zaman desteklerini yakinen yanında gördüğüm ailesini tebrik ediyor, başarılarının devamını ve hayat boyu mutluluklar diliyorum.
Dua ile!
12.02.2016

GARİBCE 

1 yorum:

  1. Feyza Ülker


    Bu yazıya tekrar denk gelince Mehmet Erdoğan hocamla ilk tanıştığım zaman aklıma geldi... Samsun’dan İstanbul’a okumaya geldiğim, Marmara İlahiyat’taki ilk haftalar. Babamla konuştuğumuz hemen hemen her gün telefonu kapatmadan önce “Hacer ablanı gördün mü, Hacer ablanı hala ziyaret etmedin mi?” muhabbeti oluyordu. Hacer ablam, hem akraba hem aynı köy, hepsinden öte Çerkesiz. Ben de tabii ki ziyaret etmek istiyorum ama hocaların odasına daha hiç girmemişim, nasıl girilir, ne yapılır, bilmiyorum. Kaç gün oldu artık bilmiyorum fakülteye gelişim üzerinden, Hacer ablamın buluyorum odasını. O zamanlar Yunus Emre binası var, onun da arka tarafı var, arka taraftan girince ikinci katta idi Hümeyra hoca ile birlikte. Kapıyı tıkladım, müsade istedim ve girdim. Hacer ablam beni Hümeyra hocayla ve odadaki diğer hoca olan Prof. Dr. Mehmet Erdoğan ile tanıştırdı. “Sen de mi Çerkessin? Hacer bizim için çok kıymetlidir. Ben de onu ziyarete geldim.” dediğini hatırlıyorum. Sonra da ders vakti geldi, diyerek ayrılmıştı. O günden itibaren bildim Mehmet hocamızı. Ama ikinci karşılaşma 1. sınıftaki İslam ibadet Esasları ile oldu. Hazırlıkta dersimize giren hocalardan başkasını pek bilmediğimiz için ders seçerken üst dönemlerden fikir alırdık ama islam ibadet esasları için kimi seçeceğimi hiç sormadan direk Mehmet hocayı seçmiştim. Hocayı modern bulan arkadaşlar olduğunu hatırlıyorum ki belki bize de ilk derslerde öyle gelmiştir ama dönem sonunda ufkumun genişlediğini fark etmiştim modern olmaktan ziyade. Tabi bu arada hoca beni hatırlamıyordu, öğrencilerden bir öğrenci idim, yani zaten öyleydim 🙂 Asıl tanışma, Zeynep Erbay’ın girişimiyle, hocayla el-İhtiyar okumaya başladığımızda oldu. Birkaç arkadaşla birlikte her hafta hocamızın odasında kitabı okuyorduk. Kuyular bahsini okurken (artık kuyu mu kaldı hocam, sorusu zihnimizden geçmiş olacak ki) o dönemleri bilmek, o dönemdeki insanların meselelerini ve buldukları çözümleri görmek adına okuyoruz bunları, dediğini hatırlıyorum. Klasik metinlere bu yönüyle de bakmam gerektiğini o gün öğrenmiştim. Artık hocayı ve üslubunu anladığımı düşündüğüm için üstten ders alırken Fıkıh Metinlerini seçmiş, hocayla bir dönem de böyle geçirmiştik. Son olarak da Aile ve Miras Hukuku'nun işlendiği İslam Hukuku 1 dersi ile de resmi olarak hocadan ders alma dönemi kapanmış oldu. Şunu da atlamamak gerekir, her ne kadar resmi veya özel olarak yaptığımız derslerden hocanın üslubunu bildiğimi düşünsem de sınavlardan hep iki şık arasında kalarak çıktığımı hatırlıyorum. Çok şaşırtıcı, aynı zamanda zorlayıcı sorular olurdu. Bana Mehmet hocayı seçelim mi diye soranlara bunu söylüyorum :) Biten derslere rağmen İhtiyar okumaları devam etti. Biz bıraksak hocamız bırakmadı, sağolsun. Bazen sadece Zeynep'le ben oluyordum okumalarda ve hoca 'iki kişi var, iptal edelim' demedi hiçbir zaman. Çok ama çok nadir kendinden sebep ders iptali olmuştu. Yazdığım her cümle sonunda, siz ne güzel hocasınız demek istiyorum. Çünkü sizi andığım her an içime güzellik, merhamet ve samimiyet doluyor. Bize sadece ders öğretmediğiniz, nasıl ol'mamız gerektiğini de öğrettiğiniz için teşekkür ederim hocam. Garibce 'yi ilk açtığınız zamanları hatırlıyorum, sabah namazı sonrası gelmiş, bir şiir yazmışsınız, ben de çayınızı içmeye uğramışım, bir heyecan ile okumuştunuz şiiri. Ben de bir sabah namazı sonrası, Garipçe'de okuduğum bir yazı üzerine, İngiltere'de saatler altıyı gösterirken bunları yazar halde buluyorum kendimi. Allah sizden razı olsun, her daim sizi hayırla yad eden talebeleriniz olsun hocam.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...