31 Mart 2016 Perşembe

Tekvin ve teşri ilişkisine dair


Bir çok vesile ile tekvin ve teşriin birbirine nispetinin makineye kullanım kılavuzu, ilaca prospektüs yazmak gibi olduğunu, teşriin kevne ayna tutmak kabilinden bulunduğunu ifade etmişizdir.
Bu demektir ki teşri, hiçbir şekilde tekvine mugayir/ aykırı/ zıt olamaz. Şayet mugayir gibi bir görüntü varsa, o zaman teşriin tevil edilmesi gerekir.
Yaygın örnek olarak  içkiye pislik denilmesini örnek veriyoruz. Söz gelimi şarap üzüm şırasından yapılıyor. Üzüm şırası temiz, içine katılan maya da temiz ise o takdirde o nesnenin teşri nazarında da necis/ pislik olmaması gerekir. Oysa biz bu nitelemenin kullanıldığını biliyoruz. Öyle ise maksat maddi anlamda necislik değil, manevi anlamda pislik, uzak durulması gerekli murdarlık olmalıdır. Yani buradaki necasetlik yüklenen değer hükmü anlamındadır,  gerçeklik hükmü kabilinden değildir. Kumar ve benzeri her türlü şeytan işi de böyledir. Putlar adına kesilen kurbanların necis olması keza böyledir. Gıybet etmenin, ölü kardeş eti yenmesi hükmünde olduğunun ifade edilmesi böyledir.
Kazf (iftira) bahsinde bir kimse diğerine “Eşek, öküz…!” diye hitap etse, bununla kazifte bulunulmuş yani nitelikli iffete iftira suçu işlenmiş olmaz, sadece hakaret edilmiş olur  denilir. Çünkü bu söz, hakikate aykırıdır ve bu apaçıktır. Ama zina isnadı öyle değildir. Onun ispat edilmemesi halinde  ağır bir cezayı gerektirici suç olduğu belirtilir. Çünkü bu isnadı açıkça yalanlayan bir gerçeklik yoktur. Keza kendisinden yaşça büyük birine “Senin baban benim” iddiasında bulunmanın da saçmalıktan öteye bir değeri yoktur.
Sözü rü’yet-i hilale getirmek istiyoruz: Vesail ve makasıd ayrımının bir sonucu olarak biz Ramazan orucuna başlanması ve bayram edilmesi için rü’yeti yani hilali çıplak gözle gözleme emri nebevisini vesile hüküm olarak değerlendiriyoruz. Bütün vesileler gibi bu da işlevini sürdürdüğü sürece kendisine hayatta yer bulur. Vesileler, kendilerinden daha etkin, daha üstün, daha kolay ve ucuz ve yaygın… yeni araçların ortaya çıkması halinde devirlerini tamamlar ve bir çoğu tamamen atılır bir kısmı da hatıra değeri vb. itibariyle müzelere kaldırılır. Maddi anlamda bunlar çok değerli olabilir, ama artık işlevsel olmadığı için müzeye kaldırılmışlardır. Ashabı Kehf’ten azık almak için gelen kişi, cebindeki paradan aldığı erzakın bedelini ödemeye kalktığında, dükkan sahibinin  bir paraya bir de parayı uzatan şahsın yüzüne hayretle bakması eldeki gümüş paranın değersizliğinden değil, hali hazırda geçerli bir akça olmayışındandı.
Ayların başlangıcını belirlemede rü’yet vesilesinin yerine epey bir zamandır takvim esasının geçtiğini görüyoruz. Çünkü bu vesile, rü’yete göre hem daha kesin, hem de ulaşması ve yayılması daha kolay bir imkân olarak insanlığa mal olmuş bulunuyor.
Rü’yet bize orucun başlangıcını işaret ediyor. Biz ise işaret edilene değil, işaret edene sabitleniyoruz. Parmağı ile bir şeyi gösterenin gösterdiği yere değil de parmağına odaklanıyoruz. Hal öyle olunca rü’yet sanki bizatihi maksat olmuş gibi oluyor.
Ramazan ayı girdiğinde bize Teşri yoluyla oruç tutmamız emrediliyor. Ayın başlangıcı, bitişi, deveranı ve böylece ayların ve yılların oluşması, güneşin doğup batmasıyla da gece ve gündüzün oluşması… bütün bunlar Allah Teala’nın tekvin/ halk/ yaratma aşamasında ortaya koyduğu nizamdır. Ve aynı Allah bu nizamın bir hesap üzere olduğunu da bize bildirmiş bulunmaktadır. Belli bir süre ümmiliğini sürdüren bu ümmet fazla geçmeden koskoca bir medeniyet inşa etmiş, ümiliğin kendisi için bir kader olmadığını ve onun ruh safiyeti, kalp temizliği gibi hep öyle kalınması istenilen bir özellik olmadığı inancıyla çok erken zamanlardan beri  okuma ve yazmanın, teknik aletlerle yapılan gözlemin, astronomik hesabın önemini kavramış ve “ümmi bir ümmet” olmaktan çıkıp kitabı olan, hesap kitap bilen bir ümmete evrilmiştir.
İmdi biz ay ve güneşin nizamını çözüp işi takvime bağlayınca, artık ayların başlangıç ve sonunun bu takvimlerin esas alınarak hayatın kotarılması daha sağlıklı, güvenli ve kolay hal almıştır. Nitekim namazlarda güneş ve gölge boylarıyla değil saat hesabı üzerinden götürülen  yaygın bir uygulama hiç yadırganmadan sürdürülmektedir.
Mademki teşri tekvin üzerine kurulu olmalıdır. Öyle ise rü’yet konusunda en azından şöyle denilebilir. Hesaba/ takvime göre ayın görülme imkânı henüz yok iken birilerinin gelip de rü’yete şahitlik etmesi mahkeme tarafından dinlenmez, onun şahitliği kevni gerçekliğe aykırı olduğu için kale alınmaz. Bu şekildeki bir tanıklık, ancak  takvime göre hilalin görülme imkanının vuku bulması sonrasında kabul görür.
Karadavi buna “hesabın nefiyde itibara alınması” diyor. (Makâsıd, s. 188) Hiç olmazsa  İslam aleminin bunu yapmasını salık veriyor. Aksi takdirde şahitliğe hevesli nicelerinin mevcudiyeti ve şahitlik konusundaki hatalar, yanılmalar vb. yüzünden  İslam dünyasında birlik asla sağlanamıyor ve bazı yıllar üç gün bile arayla oruç tutulup, bayram yapılıyor.
Bu konuda es-Sübki  (ö. 756)  şöyle demiş (Fetava’s-Sübkî. I. 219-220): Eğer hesap/ takvim, çıplak gözle görme imkânını reddederse, o takdirde kadıya düşen vazife  aksine tanıklıkta bulunmaya kalkışan şahitlerin tanıklıklarını kabul etmemektir. Çünkü hesap katîdir. Şahitlik ve haber ise her ikisi de zannîdir. Zannî olan, katî olan karşısında –onun öne alınması bir tarafa- tearuzda bile bulunamaz. … Beyyinenin yani şahitliğin geçerli olabilmesi için ön şartı  şahitlik ettiği hususun duyular, akıl ve şeriat nazarında mümkün olmasıdır…”
es-Sübki asırlar öncesinden bunları söylerken, şu anda bizim sahip olduğumuz hesap kitap imkanları henüz bulunmuyordu. Ya bir de bu imkanları görseydi.
Biz ise hala işaret parmağına odaklanmakta ısrar ediyoruz.
Dua ile!
31.03.2016

GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...