9 Haziran 2018 Cumartesi

Değişim ve Toplumsal algı: Küçüklerin Evlendirilmesi



Şerî ahkâm gelişi güzel konulmuş değildir, elbette ki bir ihtiyacı karşılamaya yöneliktir.
İhtiyaç ise zarûrî, hâcî ve tahsînî olmak üzere üç kategoride ele alınmaktadır.
Bunlardan doğal olanlar elbette ki her zaman ve mekânda hükmünü icra edecektir. Yeme ve içmenin, barınmanın, güvenliğin… zorunlu temel ihtiyaçlardan olması gibi.
Ancak bunların yol ve yöntemleri elbette ki farklı olabilecektir.
Diğer taraftan öyle ihtiyaçlar da vardır ki bunları toplumların algıları belirlemektedir. Bu algılar da toplumsal yapının gereği olarak oluşmaktadır.
Geleneksel aile yapısı köküyle, dalıyla, üzerinde açan çiçekleriyle bir ağaca benzer. Ağacın dallarının, dal uçlarında açan çiçeklerin kendi başlarına müstakillikleri söz konusu değildir. Gözetilen maslahat tümüyle ağacın maslahatıdır. Maslahatı gerçekleştirmede söz sahibi olan da keza her bir dalın kendisi değil, yekpare ağacın kendisi ve sorumlusudur.
Buna temsil/ velayet yetkisi denilir.
İmdi bu ağacın yeni yemişler verebilmesi yani üreme için tozlaştırıcı başka bir çiçeğe ihtiyaç duyulduğu zaman bunun kararını vermek ağaç hakkında hükmü geçerli olana yani veliye ait olacaktır.
Eve gelin getirmede evin taze dalının, başka bir ağaca ait taze bir sürgünle aşılanması gibi bir durum söz konusudur. Hal böyle olunca  da buna kimin uygun olduğuna kararı ailenin tümü ve onların adına temsilci olarak veli verecektir. Bu aşılama işi, uygun (küfüv) olanın seçileceği ve vaktinde de yapılacağı için bünyenin reddetme/ uyuşmazlık ihtimali çok zayıf olacaktır.
Küçüklerin evlendirilmesi işte böylesi bir toplumsal algı ve aile yapısı ile ilgili olmalıdır. Malum mezheplerimiz icma halinde bunu tecviz etmektedir.
Konuyu makasıd açısından ele alan İmam Gazzâlî (ö. 505/1111), böyle bir telakkinin yaygın olduğu bir toplum ve dönemde elbette ki ona karşı çıkacak değildi. Ona düşen bu ihtiyacın şerî ahkâm açısından konuşlandırılması idi.
O bunu zarûrî bir ihtiyaç olarak görmez. Çünkü böyle bir kapı aralı olmasa bile hayat normal işleyişini sürdürür. Fakat ailenin maslahatı böyle bir yolun açık olmasını ikinci derecede bir ihtiyaç olarak gerekli kılar (Hâciyyât). Her ne kadar “buna aşırı şehvet ve üreme ihtiyacının ittiği söylenemese de bu tür evliliğe, toplulukların kaynaşarak yaşam şartlarının iyileştirilmesi ve hısımların  birbirine destek olmaları gibi amaçlarla ihtiyaç duyulmuştur. “Küçük kızın, ancak kendine denk biriyle ve emsal mehir ile evlendirilebilmesi de bu mertebenin tamamlayıcısı olur…”[1]
Sıkça tekrarlanan bir gerekçe de şudur: Denk (küfüv) her zaman bulunmaz, bulunca da kaçırmamak lazımdır.
Görüldüğü üzere hüküm, toplumsal algı ve geleneksel aile yapısının ihtiyacı ile gerekçelendirilmektedir.
Günümüzde Sanayi devrimi ve ona bağlı göç olgusu sonucunda geleneksel aile yapısı çözülmüş, mısır patlağı gibi belli bir yaşa gelen aile üyelerinin her biri bir tarafa dağılmıştır. Artık sosyal dokuyu çekirdek aileler oluşturmaktadır.
İmdi bu yapıda henüz ergen dahi olmamış küçüklerin evlendirilmesi (kastedilen nikâhtır, zifaf değil) bir tarafa belli bir hayat tecrübesi olmayan gençlerin (âkıl bâliğ) evlenmeleri dahi zorlaşmıştır. Bunun tabii bir sonucu olarak da evlilik yaşı otuzlara kırklara doğru giderek yükselmektedir.
HAK (1917 tarihli Hukûk-ı Aile Kararnâmesi) ilk defa bu konuda mezheplerin icma halindeki hükümlerini terk ederek 9 yaşını bitirmemiş kız, 12 yaşının bitirmemiş erkek çocuklarının hiçbir şekilde evlendirilemeyeceğini hükme bağlamış ve evlilik yaşını da kızlarda 17 erkeklerde 18 olarak belirlemişti. (Günümüzde Medeni Kanuna göre bu yaş hem erkek hem de kız için on yedi yaşını bitirmiş olmaktır.)
Demek oluyor ki ahkâmın bir kısmı sosyal yapı ve telakkilerle ilgilidir. Yapı ve telakki değişince onunla ilgili ahkâmın değişmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Ahkâmın nihaî maksadı adaleti gerçekleştirmektir. Adalet ise her şeyi yerli yerince yapmak, herkese hakkını vermektir.
Günümüz sosyal yapısında küçüklerin evlendirilmesi hiç de yerinde bir davranış değildir gerçekleştireceği herhangi bir maslahat da yoktur.
İmdi Gazzâlî ve emsali koca koca âlimlerimiz öyle dediler diye biz de aynı şeyi tekrarlamayacağız, onları itham da etmeyeceğiz, çünkü mazurdurlar. Ama biz onların neden öyle dediklerini sorgulayıp, oradan da aynı mantıkla bugün burada bizim ne dememiz gerektiği noktasına ulaşacağız.
Başka türlüsü de zaten hayatta yer bulmayacaktır.
Dua ile!
09.06.2018
GARİBCE




[1] Gazzâlî, Mustasfâ İslam Hukukunun Kaynakları, ç. H. Yunus Apaydın, Klasik 2017, s. 471.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...