17 Ocak 2016 Pazar

Mücahidin müteahhit olması!


Bir takım insanlar bir zamanlar İslam yolunda mücahede etmek üzere yola çıkmışlar. Kendilerine mücahid demişler, baş koydukları yolda canla başla çalışmışlar.
Kimi aynı zamanda muhacir de olmuş; inandığı davası uğruna terk-i diyar eylemiş, varını yoğunu hep arkasında bırakmış. Hem de bir daha dönmemecesine.
Sabırla yola devam etmişler, yoldaki engelleri kaldırmışlar, engebeyi düzeltmişler, zaman olmuş kendilerine  imkansız denilen yerlerden yeni yollar açmışlar ve sonunda belli bir yere gelmişler.
İmdi bu geldikleri yerde ilk başladıkları gibi kalmaları isteniyor.
Bu talep doğrudur ve yerinde bir taleptir. Ama ahlaki yönden olmak kaydı ile. Diyelim ki iktidarı ele geçirmişse bile tevazuu elden bırakmamak, kibir gibi bir sıfata sahip olmamak, isar yani başkalarını kendi özüne tercih etmek, emin olmak, liyakati esas almak, özünde, sözünde ve fiilinde doğru olmak, hep doğrularla olmak, istikamet üzere olmak, vefalı olmak, merhametli olmak, işleri danışma ile olmak… gibi özelliklere sahip olma açısından gene ilk başladığı gibi hatta bunca hayat tecrübesinin sonunda daha bir olgun olmak gibi sahip olduğu önceki özellik ve hallerini korumak.
Yok, öyle değil de birtakım makam ve mevkilere gelmek, bir takım ihalelere girmek ve  almak ve bunun sonunda haliyle maddi anlamda zengin olmak kastediliyor ve bunun yerilen bir şey olması işaret ediliyorsa, bu eleştirinin yeri yoktur. Bunun İslam adına yapılmasının bizim asrı saadetimizde de örneği yoktur.
Muhacir ve mücahid olup da maddi yönden sıfırdan başlayıp çok zengin olan nice sahabilerimiz vardır. Abdur­rahman bin Avf gibi. O kısa zamanda bir defada yedi yüz deveyi yükleriyle birlikte Allah yolunda ba­ğışlayacak dereceye gelmişti. Abdurrahman bin Avf, vefatından önce, servetinden Bedir şehitlerinin yakınlarına 400’er dinar verilmesini vasiyet etmişti. Bedir şehitleri ise yüz kişi idi...
Hz. Osman ve daha pek çok sahabe de öyle idi.
Abdurrahman b. Avf, bu zengin haliyle sahabenin ileri gelenlerinden biriydi ve Hz. Ömer’in şehadeti ardından halife seçimine atadığı şura üyelerinden ve halife adaylarından biri idi.
Hz. Osman da bilindiği gibi dört halifenin üçüncüsü idi.
İmdi iktidara gelmiş bir kesimin, siz vaktiyle mücahid idiniz, müteahhitlik ile ne işiniz var şeklinde bir eleştiri, (eğer müteahihitlik ülke zenginliğinden pay almak anlamında ise) bırakın biz eskisi gibi yemeye devam edelim demeye gelmiyor mu?
Ya da Cem Karaca’nın türküsünde olduğu gibi “Sen işçisin işçi kal!”
Eleştiri mücahitler müteahhit oldu diye değil de, müteahhitler haksız ihaleler aldılar, işlerinin hakkını vermediler,  temel atıp kaçıp gittiler, başlattılar ama bitirmediler, çimentosunu, demirini çaldılar o yüzden yaptıkları binalar yıkıldı… gibi ahlakî yönden olsaydı ve hakikaten de dedikleri, olguya uygun düşseydi o takdirde yapılan eleştirilerin bir anlamı olurdu.
Bu haliyle hiç inandırıcı değil.
Liyakat olduktan gayrı mücahitler neden müteahhit olmasınlar.
Hakkını verdikten sonra  Müslümanlar neden zengin olmasınlar.
İslam cihadı ille de savaş ile olacak değildir. Yeri gelir ümmet için çok muhataralı bir proje üstleniciliği ile de en ala cihad edilebilir. Yeter ki Hak yolda, Hakka ve halka hizmet için ve hakkını vererek olsun. Belirleyici olan liyakat ve istikamet olsun.
Bu tür eleştiriler Garibce için dahi gına getirmiştir. O yüzden hiç âdeti olmadığı halde böyle bir yazıyı yazma gereği duymuştur.
Dua ile!
17.01.2016
GARİBCE 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...