8 Mayıs 2012 Salı

BİRARADA YAŞAMA TECRÜBESİ


04 Mayıs 2012 Cuma Almanya Mulheim'de
vermiş olduğum konferans için hazırlamış olduğum metin.
Türklere ve Almanlara Türkçe sunulmuş ve Almanca'ya tercüme edilmiştir.  Tercümeyi Dr. Nevfel Cumart yapmıştır. Bu vesile ile kendisine teşekkür ediyorum.


BİRARADA YAŞAMA TECRÜBESİ VE BUNUN GEREKLERİ


Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN



Bugün küreselleşmenin de bir tür dayatmasıyla dünden daha çok bir arada yaşamak zorundayız. Hz. Peygamber’in (sav) bir vesile anlattığı gibi hepimiz aynı gemi içinde yolculuk yapmakta olan kimseleriz. Kura sonucu kimimiz alt kata kimimiz de üst kata düşmüşüzdür[1]. Tek dünyamız var ve başka gidecek yerimiz yoktur. Bu gemi en büyük ölçekte yer küre, sonra küçülerek kıta, ülke, şehir ve mahalle olmaktadır. İki ayrı katmanın kimler olduğu zenginler-yoksullar, aydınlar-cahiller, yönetenler yönetilenler gibi değişik açıdan yorumlanabilir. Neticede üst kat ve alt kat yolcuları varlıklarını esenlik içinde sürdürebilmeleri için birbirlerine katlanmak ve sorumluluk almak zorundadırlar.

İşte böyle bir gemi mesabesinde olan yaşam alanımızda hangi etnik unsurdan olursak olalım ve hangi inancı paylaşırsak paylaşalım, hangi medeniyet havzasına ait olursak olalım insan olarak hepimiz daha çok hoşgörülü olmaya mecburuz ve paylaşabileceğimiz daha çok ortak paydalar oluşturmaya ihtiyacımız vardır.

İslâm dini açısından baktığımız zaman bunun imkân ve gereklerini şu şekilde ortaya koyabiliriz:


1.Dinde zorlama yoktur (el-Bakara 2/256)

لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لَا انْفِصَامَ لَهَا وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (256)[البقرة]
“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (el-Bakara 2/256)



2.Hz. Peygamber (sav) davetini yıllarca kendi örnekliği ve tebliğ esası üzere yürütmüştür.

فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنْتَ مُذَكِّرٌ (21) لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍ (22) الغاشية

“Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin” (Gâşiye 88/22-23)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا (21) [الأحزاب]

“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır”(el-Ahzâb 33/21)

Hz. Peygamber her türlü baskıya göğüs germiştir. Bu uğurda özyurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Müslüman olanların birçoğu işkence ve zulüm görmüş, bu yolda şehitler verilmiştir.

Medine’ye göç etmek zorunda kalmış ve buraya ilk gelişinde oluşturulacak olan yeni toplumun nüvesini kardeşlik esası üzerine atmış. Medine’de o günlerde mevcut bulunan Yahudi kabilelerini de içine alacak şekilde bir Medine site devleti kurmuş, dünyanın ilk yazılı anayasasını kaleme almış ve hep birlikte ve tam bir dayanışma içinde bir arada yaşamanın imkânlarını aramıştır.



3. Savaşa din ve vicdan özgürlüğünün baskı altına alınması ve inananların yurtlarından sürülmesi ve zulme uğramaları yüzünden izin verilmiştir. Savaşa bir yöntem olarak başvurulmasının sebebi, hiçbir zaman savaşın özünde iyi bir şey olduğunun kabulü olmamıştır.

أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللَّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ (39) الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ (40) [الحج]

“Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeğe gücü yeter.

Onlar, haksız yere, sırf, “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.” (el-Hacc 22/39-40)



4.Müslümanlara zulüm etmeyenlerle ve onları yurtlarından çıkarmayanlarla ilişkilerin dostane olmasına dinî açıdan bir engel yoktur:

لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ أَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ (8) إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (9) [الممتحنة]

“Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.

Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (el-Mümtehine 60/8-9)



5.Savaş halinde iken bile adaleti ikame etmek ve haddi aşmamak temel ilkedir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (8) [المائدة]

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kin ve öfkeniz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır” (el-Mâide 6/8)

Medine site devleti modeli, eğer ihanetler olmasaydı belki de bir arada yaşamanın en güzel örneklerinden birini vereceklerdi. Ancak en kritik anlarda Medine’yi birlikte savunma andı içmiş olan Yahudi kabilelerin ahdi bozmalarının bir sonucu bu düş gerçekleşememiştir. Buna o günkü dünya konjonktüründe gerekli gözüken bazı siyasî telakkiler de etkili olmuş olabilir.



6.Hz. Peygamber içinde yaşamış olduğu toplumda farklı inanç mensuplarıyla da iyi ilişkiler içinde olmuş ve gerek kendisi ve gerekse Halifeleri bu konuda önemli tavsiyelerde bulunmuşlardır:

Hz. Peygamber’in diğer din salikleri ile ilişkisi vardı: Alış veriş gibi günlük ilişkilerde bulunması söz konusu idi:

سنن ابن ماجة ـ محقق ومشكول – (3 / 506)عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ، أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى الله عَليْهِ وسَلَّمَ مَاتَ وَدِرْعُهُ رَهْنٌ عِنْدَ يَهُودِيٍّ بِثَلاَثِينَ صَاعًا مِنْ شَعِيرٍ.

Hz. Peygamber vefat ettiğinde ödünç almış olduğu otuz ölçek (sâ’) arpa karşılığında zırhı bir Yahudi yanında rehin bulunmaktaydı.



Ölülerine de saygı göstermişti: Bir cenaze geçiyordu ve Hz. Peygamber ayağa kalkmıştı. Onun bir Yahudi ölüsü olduğunu söylediler. “O da bir insan değil miydi?!” cevabını vermişti.

صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري – (2 / 107) 1312- حَدَّثَنَا آدَمُ ، حَدَّثَنَا شُعْبَةُ ، حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ مُرَّةَ قَالَ : سَمِعْتُ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ أَبِي لَيْلَى قَالَ كَانَ سَهْلُ بْنُ حُنَيْفٍ وَقَيْسُ بْنُ سَعْدٍ قَاعِدَيْنِ بِالْقَادِسِيَّةِ فَمَرُّوا عَلَيْهِمَا بِجَنَازَةٍ فَقَامَا فَقِيلَ لَهُمَا إِنَّهَا مِنْ أَهْلِ الأَرْضِ أَيْ مِنْ أَهْلِ الذِّمَّةِ فَقَالاَ إِنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم مَرَّتْ بِهِ جَنَازَةٌ فَقَامَ فَقِيلَ لَهُ إِنَّهَا جَنَازَةُ يَهُودِيٍّ فَقَالَ أَلَيْسَتْ نَفْسًا

Müşrik olan bir annenin Müslüman kızı tarafından hal ve hatırının sorulup gözetilmesini salık vermişti:

سنن أبي داود ـ محقق وبتعليق الألباني – (2 / 51)

عَنْ أَسْمَاءَ قَالَتْ قَدِمَتْ عَلَىَّ أُمِّى رَاغِبَةً فِى عَهْدِ قُرَيْشٍ وَهِىَ رَاغِمَةٌ مُشْرِكَةٌ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أُمِّى قَدِمَتْ عَلَىَّ وَهِىَ رَاغِمَةٌ مُشْرِكَةٌ أَفَأَصِلُهَا قَالَ « نَعَمْ فَصِلِى أُمَّكِ ».

Zimmetimizde olan bir gayrimüslimi öldürenin asla cennete giremeyeceğini hatta onun kokusunu bile alamayacağını ifade buyurmuştu:

سنن النسائي – بأحكام الألباني – (8 / 25): من قتل رجلا من أهل الذمة لم يجد ريح الجنة وان ريحها ليوجد من مسيرة سبعين عاما .

Gayrimüslimlerle bir arada yaşama ahdini bozan Müslümanlara karşı “Onlara verilen sözü tutmaya en layık olan benim” buyurmuş ve gerekenin yapılmasını emir buyurmuştu:

السنن الكبرى للبيهقي وفي ذيله الجوهر النقي – (8 / 30) عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الْبَيْلَمَانِىِّ : أَنَّ رَجُلاً مِنْ أَهْلِ الذِّمَّةِ أَتَى رَسُولَ اللَّهِ –صلى الله عليه وسلم- فَقَالَ : إِنَّا عَاهَدْنَاكَ وَبَايَعْنَاكَ عَلَى كَذَا وَكَذَا وَقَدْ خُتِرَ بِرَجُلٍ مِنَّا فَقُتِلَ. فَقَالَ :« أَنَا أَحَقُّ مَنْ أَوْفَى بِذِمَّتِهِ ». فَأَمْكَنَهُ مِنْهُ فَضُرِبَتْ عُنُقُهُ. والختر الغدر

Hz. Ömer, suikast sonucu hançerlendiğinde ölüm halinde iken zimmîlerin hukukuna dikkat edilmesi vasiyetinde bulunmuştu:

مسند الطيالسي ( دار هجر ) – (1 / 67) جويرية بن قدامة ، يقول : قدمت المدينة فدخلت على عمر حين طعن فقال : «أوصيكم بأهل الذمة فإنهم ذمة نبيكم صلى الله عليه وسلم »

Hz. Ali, bir zimmîyi öldüren bir müslümanı öldürmek istemiş ama maktulün velisi kısasın öldürüleni hayata geri getirmeyeceğini bildirmiş, o itibarla tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştu. Hz. Ali ona şöyle demişti:“-Yoksa seni tehdit mi ettiler, korkuttular mı…? Sen de bilirsin ki bizim zimmetimizde olan birinin kanı bizim kanımız, diyeti de bizim diyetimiz gibidir” demişti:

معرفة السنن والآثار للبيهقي (موافق) – (12 / 27) عن أبي الجنوب الأسدي , قال : أتي علي بن أبي طالب برجل من المسلمين قتل رجلا من أهل الذمة , قال : فقامت عليه البينة , فأمر بقتله , فجاء أخوه , فقال : قد عفوت , قال : فلعلهم هددوك أو فرقوك وفزعوك ؟ قال : لا , ولكن قتله لا يرد علي أخي , وعوضوني فرضيت , قال : أنت أعلم من كان له ذمتنا , فدمه كدمنا وديته كديتنا "



7.Tarihi tecrübe olarak sabittir ki: Bu konuda yapılan bir doktora tezinden şu tespitler paylaşılabilir: (Levent Öztürk, İslâm Toplumunda Birarada Yaşama Tecrübesi, İnsan Yayınları, İstanbul 1995)

-Gayri Müslim azınlıklar kendi dinlerini, mabetlerini, dillerini koruyabilmişler, çocuklarına kendi istedikleri isimleri verebilmişler, devlet kademelerinde çalışabilmişler, (s. 64 vd.)

Kendi manastırlarında kendi din eğitimlerini sürdürebilmişler, (s. 72)

İslâm’da resim ve heykel yasak olarak görülmesine rağmen Kilise ve Manastırlarda Hz. İsa’nın, Meryem Ana’nın ve diğer azizlerin resim ve heykellerini koyabilmişlerdir. ( s. 73)

Batılı hacıların uzun seneler Kudüs’ü ziyaretleri engellenmemiştir (s. 76).

Bizzat Hz. Peygamber’in Hıristiyan Necran halkı ile yaptığı sulh anlaşması onlara tam bir din özgürlüğü tanıyordu. Metin şöyle idi:

سنن أبي داود ـ محقق وبتعليق الألباني – (3 / 132) 3043 –عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ صَالَحَ رَسُولُ اللَّهِ –صلى الله عليه وسلم- أَهْلَ نَجْرَانَ عَلَى أَلْفَىْ حُلَّةٍ النِّصْفُ فِى صَفَرٍ وَالْبَقِيَّةُ فِى رَجَبٍ يُؤَدُّونَهَا إِلَى الْمُسْلِمِينَ وَعَارِيَةِ ثَلاَثِينَ دِرْعًا وَثَلاَثِينَ فَرَسًا وَثَلاَثِينَ بَعِيرًا وَثَلاَثِينَ مِنْ كُلِّ صِنْفٍ مِنْ أَصْنَافِ السِّلاَحِ يَغْزُونَ بِهَا وَالْمُسْلِمُونَ ضَامِنُونَ لَهَا حَتَّى يَرُدُّوهَا عَلَيْهِمْ إِنْ كَانَ بِالْيَمَنِ كَيْدٌ أَوْ غَدْرَةٌ عَلَى أَنْ لاَ تُهْدَمَ لَهُمْ بَيْعَةٌ وَلاَ يُخْرَجُ لَهُمْ قَسٌّ وَلاَ يُفْتَنُوا عَنْ دِينِهِمْ مَا لَمْ يُحْدِثُوا حَدَثًا أَوْ يَأْكُلُوا الرِّبَا. قَالَ إِسْمَاعِيلُ فَقَدْ أَكَلُوا الرِّبَا. قَالَ أَبُو دَاوُدَ إِذَا نَقَضُوا بَعْضَ مَا اشْتَرَطَ عَلَيْهِمْ فَقَدْ أَحْدَثُوا.

شرح سنن أبي داود ـ عبد المحسن العباد – (16 / 259) [ على ألا تهدم لهم بيعة، ولا يخرج لهم قس، ولا يفتنوا عن دينهم ]. يعني: أنهم يبقون ويقرون على ما هم عليه، فلا تهدم لهم بيعة وهي مكان التعبد للنصارى أو لليهود، ولا يخرج لهم قس، وهو عالمهم، ولا يفتنوا عن دينهم، يعني: لا يلزمون بترك دينهم، وإنما يقروا على ما هم عليه مع دفع الجزية.



Hz. Ömer’in İlyâ halkı ile yaptığı sulh anlaşması metni şöyle idi:

تاريخ الأمم والملوك – (2 / 449 ) وعن خالد وعبادة قالا صالح عمر أهل إيلياء بالجابية وكتب لهم فيها الصلح لكل كورة كتابا واحدا ما خلا أهل إيلياء بسم الله الرحمن الرحيم هذا ما أعطى عبدالله عمر أمير المؤمنين أهل إيلياء من الأمان أعطاهم أمانا لأنفسهم وأموالهم ولكنائسهم وصلبانهم وسقيمها وبريئها وسائر ملتها أنه لا تسكن كنائسهم ولا تهدم ولا ينتقص منها ولا من حيزها ولا من صليبهم ولا من شيء من أموالهم ولا يكرهون على دينهم ولا يضار أحد منهم ولا يسكن بإيلياء معهم أحد من اليهود وعلى أهل إيلياء أن يعطوا الجزية كما يعطي أهل المدائن وعليهم أن يخرجوا منها الروم واللصوت فمن خرج منهم فإنه آمن على نفسه وماله حتى يبلغوا مأمنهم ومن أقام منهم فهو آمن وعليه مثل ما على أهل إيلياء من الجزية ومن أحب من أهل إيلياء أن يسير بنفسه وماله مع الروم ويخلي بيعهم وصلبهم فإنهم آمنون على أنفسهم وعلى بيعهم وصلبهم حتى يبلغوا مأمنهم

Şam halkına verilen eman şu şekildeydi:

مختصر تاريخ دمشق – (1 / 71) قال الأوزاعي: كنت عند ابن سراقة حين أتاه أهل دمشق النصارى بعهدهم فإذا فيه: بسم الله الرحمن الرحيم: هذا كتاب من خالد بن الوليد لأهل دمشق، إني أمنتهم على دمائهم وأموالهم وكنائسهم ألا تسكن ولا تهدم، شهد يزيد بن أبي سفيان، وشرحبيل بن حسنة، وقضاعي بن عامر. وكتب في رجب من سنة أربع عشرة.

Puthaneler yıkılmış ancak mabetler korunmuş: Bu tavır, müşriklerden, pagan istilacılardan pek çok mabedi korumuştur. Moğollar ise önlerine gelen mabetleri yakıp yıkmışlardır. (s. 84).

Kur’an çeşitli dinlere ait mabetleri ayrım yapmadan bir arada saymıştır.

وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (40 [الحج

“Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (el-Hacc 22/40)



8.Günümüzde bir radikalizmin ortaya çıktığı görülmektedir. Sözgelimi Tâlibân’a gelinceye kadar kimse Buda heykellerine dokunmamıştı. İslam’a karşı beslenen önyargılar ve ölçüsüzce yöneltilen eleştirel, beklenmedik şekilde bu radikalizmi beslemektedir. el-Kâide örgütünün, bir zamanların Afgan Mücahitleri olduğu unutulmamalıdır.



9.Bugün için bizim yapmamız gerekenler:

i.Anlayışımızda temsil, tebliğden önce gelmelidir.

ii.Hoşgörü, yumuşaklık ve affedici olmak ilkemiz olmalıdır:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ (159) [آل عمران]

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i Imrân 3/159)

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ (199 [الأعراف]

“Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (A’râf 7/199)



iii.Müslümanlar olarak geçim ehli olmalıyız. Müslüman, başkalarının elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Mü’min, aynı zamanda güven veren demektir.



iv.Âdil olmalı, Hak ve hukuka riayetkâr olmalıyız.



v.Ahitlerimize, akitlerimize uymalı, kurallara dikkat etmeliyiz.



vi.İçinde yaşadığımız ülkeyi, havasını teneffüs ettiğimiz, ekmeğini yiyip suyunu içtiğimiz sürece kendi ülkemiz olarak görmeliyiz. İstanbul’un nüfusunun hâlâ İstanbullu olmayanlarla dolu olması ve bir türlü şehirleşememesi gibi bir duruma, burada da bizler izin vermemeliyiz.



vii.Bu ülkenin kaderinde bizim de söz sahibi olabilmeniz için eğitim ve öğretime gereği kadar önem vermeliyiz. Uzmanlaşmanın dorukta olduğu bir dönemde ne olsa yaparım anlayışı ile hiçbir yere varılamayacağını görmeliyiz.

Hz. Peygamber güçlü olmanın gereği olarak kendi döneminde binicilik, atıcılık, yüzme gibi beceri ve donanımları teşvik etmişti. Bu beceri ve donanımları güncelleştirerek bizim de edinmemiz gerekiyor. Bunların en başında içinde bulunduğunuz ülkenin dilini mümkün olduğunca aksansız olarak kullanabilmemiz gerekiyor.



viii.Türk işçileri Almanya’nın kalkınmasında önemli rol üstlenmişlerdir. Onlara layık oldukları değeri vermek Alman vatandaşlarının kadirşinaslıklarının da bir gereğidir. Etini kemirip, kemiğini atma tavrı hoş değildir.



ix.Geçmişten ibret almamız ve geleceğe bakmamız gerekir. Geçmişteki hataların faturasını bugünkü yaşayanlara çıkarmak, sorumluluğun kişiselliği ilkesi ile de bağdaşmaz. Beraet-i zimmet yani ilkten günahsızlık, borçsuzluk ve suçsuzluk ilkesi asıldır.



x.Küresel çağ, insanları bir arada yaşamaya mecbur bırakmaktadır. Herkes kendi öz değerlerine sahip çıkmalı ama herkesin kabul edebileceği bir ortak payda da bulunmalıdır. Bunlar temel insan hak ve özgürlükleri, ilahî dinlerin ortak vurgusu olan aşkın değerler olmalıdır:

Bunlar mesela On Emir içinde yer alan

5.Babana ve annene hürmet edeceksin

6.Öldürmeyeceksin.

7.Zina yapmayacaksın

8.Çalmayacaksın.

9.Komşuna karşı yalancı şahitlik yapmayacaksın.

10.Komşunun evine tamah etmeyeceksin; komşunun eşine, kölesine, cariyesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin şeklindeki kurallar aynısıyla bugün için de geçerli ve hepimizin paylaşabileceği ortak ahlâkî değerler olmaktadır.



Hz. Peygamber’in Müslüman tanımları hep ahlâk üzerindendir. Anadolu irfanı bunu “Eline, diline, beline sahip olacaksın” diye formüle etmiştir.

Müslümanların gayrimüslimler ile ilişkisi “zimmet” kavramı ile ele alınır. Zimmet “Allah’ın ahdi” demektir ve onların hukukuna riayet, Allah’ın ahdine riayet olarak görülmüştür.

İnsanlar arası ilişkileri belli bir yere oturtma arayışı içinde Hz. Ali’nin (r.a.) Mısır’a vali tayin ettiği Mâlik b. Haris el-Eşter’e yazdığı emirnameden çıkarılan umde ve esaslar [2] arasında şu pasaj dikkat çekicidir:

“İnsanlara, canavarın sürüye bakması gibi bakma. Onlara karşı kalbinde sevgi, merhamet ve iyilik duyguları besle. Çünkü istisnasız bütün insanlar ya dinde kardeşin, ya da yaratılışta eşindir. İnsanlar hata edebilir, başlarına iş gelebilir. Düşenin elinden tut, kendin için Allah’ın affını istiyorsan, sen de insanları affet, onları hoş gör ve bağışla. Allah’a karşı asla kafa tutma! Affından dolayı asla pişmanlık duyma! Verdiğin cezadan dolayı da sevinme…”



[1] “Allah’ın koyduğu kurallara riayet ederek hayatını yaşayan kimseler ile onları çiğneyenlerin durumu şuna benzer: Bir topluluk yolculuk yapmak üzere bir gemiye binerler. Çektikleri kur’a sonucu kimi üst kata kimi de alt kata düşer. Alt kattakiler su ihtiyaçlarını gidermek üzere üst kattakilerin yanlarından geçmek durumundadırlar. Bunlar kendi kendilerine, “Biz şu kendi payımıza düşen yerden bir delik açsak da gelip geçerek üst kattakileri rahatsız etmesek” derler. Eğer bunlar, üst kattakiler tarafından engellenmez de yapmayı düşündükleri şeyi yaparlarsa hepsi birden helak olurlar. Ama engel olurlarsa hem onlar hem de kendileri hep birlikte kurtulmuş olurlar.” (Buhârî, “Şerike” 6)

[2]     Bu talimatnamenin tam metni için bk. Nehcü’l-belâğa, s.621-649; Gölpınarlı Tercümesi, s. 369-382; İslâm’da Ferd ve Devlet Münasebetleri, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1978, s. 7-32; Muhyiddin Seydi Çelebi, Buharî’de Yönetim Esasları, Yayınlayan: Mehmet Erdoğan, İstanbul 2000, s. 47-54.

2 yorum:

  1. Merhaba sayin hocam.konferansda sizi dinleyip cok kiymetli bilgilerinizden nasiplendik cok sükür.ayrica zaman sebebiyle bazi konulari birer misalle anlatmistiniz, simdi yazinizi komple okudum.Allah sizden razi olsun.kiymetli zamaninizi bizlere ayirip, altin degerinde bilgiler verdiniz.Siz gittikten sonra arkadaslarla sohbet ederken sizi saygiyla ve sevgiyle andik.Insaallah tekrar nasip olur bu konferanslar.Saygilar hocam...kkarakullukcu61040@hotmail

    YanıtlaSil
  2. herdogan38.
    Konferans metninizi gözden geçirdim sevgili üsdat! Gördüm ki,bu birlikte yaşamaklık tecrübesi bu gün bu aziz vatanın da üzerinde yaşayanların birinci olarak ve ivedilikle ele alması gereken önemli bir konusudur.Bunun başarılmasında yine gördüm ki esas alınacak umdeler ve zengin kültür hamulesi geçmişte vardır..Ve müslümanlar olarak bu örnekliği dünyaya yansıtacak kesim de biz olacağız inşallah..Bu gün buna en güzel örnek Mardin şehrimizi gösterebiliriz..Yanılmıyorsam iki gün önceydi ZAMAN'da,Mardin'de, değişik din mensupları ile yapılan toplantıda tüm inanç mabetlerinin mevcudiyeti ve mensuplarının kol kola yaşadıklarının görülmesi,bize ön yargılı bakışların ne kadar anlamsız olduğunu ve Mardin'in ortak yaşama alanı oluşturması bakımından dünyanın görmesi gerektiğine karar verildiği haberi vardı ki,bu bakış göz ardı edilmemeli.Bunun yanında ırk kavramı etrafında kıyametler koparanların da tarihimizden alacakları çok önemli dersler olacağı kanaati ile,teşekkür ederim..
    Ayrıca,bilmem ki kütüphanenizde Pro.Dr.Bilal ERYILMAZ'ın 'Osmanlı'da Millet Sistemi' adlı eseri var mıdır?Eğer yoksa iki nüsha temin edip birini de bu fakire hediye ederseniz sevinirim..Selamlar ve velüt çalışmalar..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...